Deniz Gül’ün kavramlarla oynadığı, nesne, anlam ve yansıtma biçimleri üzerine yeni önermeler sunduğu üçüncü kişisel sergisi Loyelow The Pill’de izleyiciyle, aynı adlı romanı ise Norgunk’tan okuyucuyla buluştu.
Deniz Gül, Fotoğraf: Elif Kahveci
Sanatçı için yedi yıllık serüven 2009 yılında yazdığı metin 5 Kişilik Bufet ile başladı. Ardından Arter’de gerçekleşen 5 Kişilik Bufet sergisinden sonra, aynı metinden hareketle Hyde Park Art Center’da ses ve enstrümanlardan oluşan beş kişilik kadroyla bir performans gerçekleştirdi. Galeri Mânâ’daki ikinci solo sergisi B.İ.M.A.B.K.R.’nin ardından Deniz Gül üçüncü solo sergisi Loyelow ile The Pill’de yine adını bilmediğimiz bir karakterin derinine inerek, izleyiciyi tanıklığa davet ediyor. Yedi işin yer aldığı sergide Uzay Mavi (Şellale) yerleştirmesinde çocukluğumuzdan kalma karolar, bir tetris gibi alıştığımızın dışında sunulurken, çay bardakları tanıdık bir nesne olarak pilavlarla doldurulmuş, bir yandan da kupa-çekme eylemine referans veriyor. Sanatçının ilk video işi Altın Toz’da günümüzün otuzlu yaşlarındaki bireylerinin özellikle toplumsal gündemle hissettiği baskı ve kirlenmişlik bir inşaat kepçesinin karakterin üzerine romantik ve estetik bir edayla attığı toprakla temsil ediliyor. Kitapta hortumlara dolanıp suyun akmasını engelleyen Genç Kahin ise sergi alanında yeşil bir hortum olarak izleyicinin ayağına dolanıyor. Neondan parsellenmiş harita ve içindeki beton kalıplarla hazırlanmış objeler karaktere dair doneler veriyor. Deniz Gül bu sefer kalabalık değil tek karakterlik bir sunumla Loyelow’da bir karakter üzerinden sorularını soruyor.
-
Saliha Yavuz: Önceki projelerinde her şey bir metinle başladı. Ya da İstanbul Bienali’ndeki El Yazmaları Yanmaz yerleştirmen gibi araştırmalarla, bir antropolog gibi çalışıyorsun. Hep yazar mıydın, yazmaya meraklı mıydın?
Deniz Gül: Ortaokul liseden beri bir şeyler yazardım, yazmak konusunda kuvvetli olduğumu lisede makaleler yazarken fark ettim. Yani hep düşünürdüm, yazardım, ifadeyi orada arardım ama bunu hiç böyle ciddi bir iş olarak düşünmezdim. Aslına bakarsan yazma isteği çok dürtüsel bir şekilde 2009’da ortaya çıktı. Apartman Projesi ile otobüs ve trenle Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran seyahati yapmıştık. O seyahatin dönüşünde oradaki sesler ve görüntülerle, bir gece uyuyamadım ve yazmaya başladım. O günden beri yazıyorum. Açıkçası o zamanlar paylaşacağımı hiç düşünmüyordum. İki sene kadar sürdü bu eylem. Daha sonra 5 Kişilik Bufet sergisi oluşmaya başladığında bu organik ilişkiyi fark edip paylaşmak adına bir adım attım. Sonra devamı geldi. Ben de onun içerisinde konuşmaya başladım. Yazarken bende de bir şeyler değişti. Nesnelerimi, imgelerimi değiştirmeye başladı.
Diğer taraftan anlamlandırmadan sıyrılmaya, damıtmaya çalışıyorum. Çünkü hiçbir şeyin ilk bakışta anlaşılmadığını ve kendi zamanı, mekanı etrafında bir alanı olduğunu düşünüyorum. Arketiplerin, bizi saran kültürel sosyal yapının bireysel hayatlarımıza nasıl sızdığı, iç mekanlarımıza/içimize nasıl sızdığı, nasıl nesneleştiği, nesnelerde nasıl izlerin görülebildiğini araştırıyorum.
SY: Her ne kadar andığımız projelerinde hep bir metinle ilişki olsa da genel olarak üretimin sadece metin kaynaklı başlamıyor. Loyelow’da nasıl gelişti proje?
DG: Benim için üretim süreci bir fikir ya da nesneden direkt ortaya çıkmıyor. Her şey iç içe gelişiyor. 5 Kişilik Bufet’i yaptığım zaman ne yaptığımı, nereye evirileceğini bilmiyordum. Sonra bir izlek oluşmaya başladı. Loyelow da onun devamı olarak çıktı. Dolayısıyla yedi senedir böyle bir şeyin, kendi kaynağını kendi içerisinden oluşturmuş bir şeyin içindeyim. Bu tamamlandıktan sonra ben de merak ediyorum nasıl olacak diye. Gerçi 5 Kişilik Bufet serüveni bu sergi ile tamamlanmıyor. Bir kişi daha var aklımda ama yıllar sürecek bir şey. Kavramlarla ilgileniyorum. Peki kaynak nedir dersen; hani medyada görürsün ya, içeriğini bilmediğin, okuduğun ve okuduğun şeyi anlamadığın… Ama bir his yakalarsın. O bir kaynak benim için. Etrafımdaki sözcük bulutu… Onun dışında da kavramlar benim için itici güç oluşturuyor. Mesela sergideki pilav… Alışkanlıklar… Yolda gördüğüm bir hortum da bir şeyleri çağırabiliyor.
SY: Loyelow karakterini nasıl oluşturdun? Tamamen hayal gücü mü gözlem de var mı?
DG: Beni kuşatan, toplumsal dinamikte ve çok merak ettiğim bir yerdi bu. Neresi? Hani otobüste geçerken, sokakta yürürken karşılaştığın oğlan çeteleri vardır ya araba yarıştırırlar. Tofaş marka arabaları modifiye ederler. Ben bu kitabı yazarken, “bu nasıl bir şey” diye anlamaya çalışırken birisiyle çalıştım: Murat Aluçlu. O da üniversiteden yeni mezun, 24 yaşında ve daha önceden tanımadığım biri. Her hafta buluştuk. O anlatıyor, ben ona gözlemlerimi aktarıyorum, o anlatıyor, ben hayal ediyorum… Gölge karakter gibi. Acayip bir paylaşım oldu.
Ku, Loyelow, The Pill'in izniyle
SY: Yazarlığın ve kavramsal, plastik üretiminden bahsedelim istiyorum. Senin için imgeler, kavramlar, onları nesnel karşılıkları bir bütün oluşturuyor.
DG: Yazarlık tarafımı da keşfettim aslında, öyle bir şey yoktu. 5 Kişilik Bufet’den beri öyle bir şey oluştu. Genelde üretim süreci paralel gidiyor. Biri önce biri sonra değil. İlk kitap 5 Kişilik Bufet daha şiirsel monologlardan oluşuyordu. Ama asla karakterleri tanıyamıyorduk. Derinine giremiyorduk. Hepsi mobilyaların içerisinde hapsolmuştu. B.İ.M.A.B.K.R.’de birbirinden kopamayan üç kişiyi betimledim. Baş harfleriyle andığımız, tam olarak bireysel dünyalarına giremediğimiz kişiler. Loyelow biraz daha düz yazı / anlatı şeklinde. Daha derinlere iniyoruz…
SY: Sergi ile birlikte aynı isimle bir de romanın yayınlanacak.
DG: Evet. Norgunk’tan çıkıyor. Ayrı bir mecra. İfade biçimlerini düşünürken medyaya bölmeyi seviyorum. Çünkü bir şeye baktığında ‘bir şey’, diğerleriyle bir araya geldiğinde başka ‘bir şey’, sonra bunun üzerine mesela film medyumu girdiğinde başka ‘bir şey’ oluyor. Yani her şey anlatımın parçaları. Anlatının tamamı kitapta da değil, sergide de. Ben yaratım durumuna biraz böyle yaklaşıyorum: yapıt fikrini hep koruyarak ama parçalara ayırarak. Her şeyin çok parçalı olduğu ve böyle parça parça bir yerlerden tutunabildiğimiz bir çağda yaşıyoruz. Yani tek mecrada bir şey anlatmak değil de farklı medyumlar içerisinde o medyumun elverdiği olanaklarla nereye kadar gidebileceğiyle ilgileniyorum.
Teodara, Loyelow, The Pill'in izniyle
Bu yazı Art Unlimited Kasım 2016 - 39. sayısında yayımlanmıştır.