İbrahim Karaoğlu küratörlüğündeki, 16 Aralık - 16 Ocak tarihli Ankara, CerModern’in çağdaş sanat projeleri için ayrılmış Hub Sanat Mekanı'nda Ten/Tin: Acının Halleri isimli sergi, zor bir şeyin peşinde. Serginin ana fikrini oluşturan yaşam ve ölüm, biri deneyim diğeri belirsizlik veya biri olumlu diğeri olumsuz şeylerden çok, ayrılabilirlik fikrinin öncesinde kavranmaya çalışılan asıl süreç olarak karşımıza çıkıyorlar.
İdil Mirata Tokdemir, Otopsi, 230x7x7cm, İşkembe, Demir tasmalar, 2015 Fotoğraf: Onur Sancu
“Ölümü herhangi bir eyleme benzer bir eyleme, yapılacak bir şeye dönüştürerek onu yüzeyselleştirir gibi görünen ama sanki ölümü bir tasarı biçimine indirmek, tasarıyı, kendisini aşan şeye yükseltmenin tek şansıymış gibi eylemi dönüştürüyormuş izlenimi de veren deney. Bir çılgınlık, ancak kendi koşulumuzdan dışlanmaksızın ondan dışlanamayız (kendisini öldüremeyen bir insanlık neredeyse dengesini yitirirdi, artık normal olamazdı.)”
Maurice Blanchot*
Sergi salonundayım. Tavana, duvarlara asılmış, yerlere, kaidelere konulmuş deriler, demirler, teller, saçlar, kesici aletler... Bir sürü fotoğraf. Rahatsız ediciliğinin yanında, künyede Fransız Öpücüğü yazıyor mesela. Bir parça, iyice gerilmiş kuzu derisinin daha da gerilmesini sağlayan ve yırtıp geçmek üzere olan kasap bıçağı. Bir yerlerde, belirsizliğin yaratabileceği o anksiyete düşüncesi. Fransız edebiyatının münzevi karakteri Maurice Blanchot’nun yukarıdaki satırları geldi aklıma sergi salonuna girdiğimde.
İbrahim Karaoğlu küratörlüğündeki, 16 Aralık - 16 Ocak tarihli Ankara, CerModern’deki Ten/Tin: Acının Halleri isimli sergi, zor bir şeyin peşinde. Sanatçı İdil Mirata Tokdemir ile sergide geçen “dişil ve eril” fikrini konuştuğumda, birlikte var olduklarını söyledi ve “yaşam ve ölüm gibi,” diye ekledi. Zaten katalogdaki yazısında da şöyle diyor: “Ruh ve beden, doğa ve insan, doğum ve ölüm, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık, dişi ve erkek ve buna benzer daha nice birlikte var olan ve bir bütünü oluşturan kavramların birini diğerinden ayırmaya çalışmak, diğerinin de dışlanması ve daha sonra düşselleştirilmesi anlamına gelecektir.” Dişil ve eril burada Tokdemir için tüm ayrı gibi görünen birliktelikleri kurmanın başlangıç noktası haline geliyorlar. Bu iç içelikler, tez ve antitez gibi kolay bir anlayıştan oldukça uzakta, sadece dilsel ayrımlarla birer artı ve eksi durumuna dönüşüyorlar. Bu durumda serginin ana fikrini oluşturan yaşam ve ölüm, Tokdemir’in de bahsettiği gibi, biri deneyim diğeri belirsizlik veya biri olumlu diğeri olumsuz şeylerden çok, ayrılabilirlik fikrinin öncesinde kavranmaya çalışılan asıl süreç olarak karşımıza çıkıyorlar.
İdil Mirata Tokdemir, Dişil ve Eril Unsurları Yeniden Birleştirme Çabası, 120x25x100cm, Ferfoje stand, Ahşap, Demir satır, Kuzu derisi, 2016 Fotoğraf: Onur Sancu
Sanatçının çabası -ki bu kelimeye geri döneceğiz- yaşama veya ölüme dair nasihatlar sunmak değil, zira öyle bir ima da karşımıza çıkmıyor. Acının Halleri daha çok çiğ görüntülere, nesnelerin kendi belirsiz gerçekliklerine dayanarak, yaşam ve ölüme dair imaları veya kalıntıları “birlikte” var etmeye çalışıyor. Bulduğu karşıtlıkları, karşıtlık formundan çıkararak veya bu yanlarını pek de umursamadan tek potada eritmeyi deniyor. Yani asıl hikaye olan ölüm ve yaşamın belirsizliğini kurma çabası görünür hale geliyor. Öyle bir minval ki, bir yandan fazlasıyla öznel sembollere dönüşürken diğer yandan da nesnelliği nesnede arar gibi görünerek, -bir serbest çağrışım önerisi olarak- Jannis Kounellis ve kusursuz travmasını akla getiriyor. Kounellis’in 1987’de From the Europe of the Old karma sergisinin katalog yazısında “Sıradan olanda kutsal olanın farkına vardım,” demesi gibi, Tokdemir için de yaşam ve ölüm uhrevi olandan, mitlerden, gerçekliğin o garip illüzyonundan ayrılamaz hale geliyor. Biçimleriyle değil orada bulunuş şekilleriyle alakalı olarak neredeyse ritüelistik denebilecek nesne denemeleri ve acı deneyleri, artık sanki bir imanın da imasını yapıyorlarmış gibi belirsizdirler. Fakat aynı zamanda “imanın iması” fikrinin ortaya çıkmasını sağlayacak kadar da belirli görünürler. Bu tavır, diğer her şeyle aralarına aşılması imkansız -ve aynı zamanda sadece doğru An’da olacakmış gibi görünerek- uzaklıklar yaratmaya çalışırlar.
İdil Mirata Tokdemir, Pusulasız, 80x45x55cm, İnşaat yıkıntıları, İşkembe, Ağaç gövdesi, 2016 Fotoğraf: Onur Sancu
Peki insan denen düşünceyi aşan bu şeyleri kurmak mümkün mü gerçekten? Sanırım Tokdemir’in başarısı diyebileceğim şey burada belirecek. Bu başarı, katı mantıksal ve simgesel zorunluluklara karşı çıkarak değil, zorunlulukların umursanmamasıyla beraber mümkünlük sorusunun önemini yitirmesiyle ortaya çıkıyor. Bu mümkünlük sorusu, önemini yitiriyor. Başta dediğim gibi, kelimeye geri dönüyorum: Çaba. Sergide bu kelimenin önemli bir yeri var zira aynı anda hem öznelliği hem de karşıda duran o ulaşılamazın bir nesne, bir fenomen karakterinde anlaşılmasından çok bir muamma olarak anlaşılması halini bir arada taşıyor sergi anında. Fenomene yaklaşmak ve muammaya yaklaşmak böylece farklı karakteristiklerini belli ediyorlar. Aslında ana düşünceye de böyle varabiliyorum. Acının Halleri, ölüme dair o belirsizliğin çözümsüzlüğüne saygısını sunuyor sunmasına ama bu, bilmecenin cevapsız kalacağı değil, cevabın çoktan bu olduğu anlamına geliyor. x
İdil Mirata Tokdemir, Fransız Öpücüğü II, 30x40cm'lik foto-blok baskılar, 2014 Fotoğraf: Onur Sancu
Sergi fotoğrafları:
*Yazınsal Uzam. YKY, 1993. Sayfa 98.