1957 doğumlu Prof. Ahmet Haluk Dursun, 30 seneden fazla öğretim üyeliği yapmasının yanı sıra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi A.Ş. Genel Müdür Danışmanlığı’ndan Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Yönetim Kurulu Üyeliği’ne; İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü vekilliğinden Ayasofya Müzesi Başkanlığı’na; Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’nden Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığı’na pek çok önemli görevi yıllar içinde üstlenirken, yazdığı dokuz kitap ve danışmanlığını ya da sunuculuğunu üstlendiği televizyon programlarıyla, bürokrat kimliği dışında ilgi duyduğu alanlarda yaptığı çalışmalara da yer vermiş, gençlere alan açmayı önemseyen ve değer veren, eğlenceli, duygusal, hayatını eğitime adamış bir insan. Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportajda devletin kültür politikalarını biraz daha yakından tanımaya ve anlamaya çalıştık
☕️ 14 dakikalık okuma
Haluk Dursun Topkapı Saray Müzesi bahçesinde, Mart 2019, Fotoğraf: Elif Kahveci
Yazın Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcılığı görevine geldiniz. Göreve geldiğinizden beri neler oldu ve geleceğe dair projeksiyonlarınız nelerdir?
Bu benim ilk gelişim olmadığı için bıraktıktan sonra geri gelişim diyebiliriz (gülüyor). Bakanlıktan müsteşar olarak kendi isteğimle emekli olmuştum ancak ardından televizyondan öğrenmek suretiyle bakan yardımcısı olarak göreve geri dönmüş oldum. Arada iki dönem başbakanlık bünyesinde danışmanlık görevleri üstlendim. Bakanlığı tanıdığım ve önceden bazı projeleri özel olarak takip ettiğim için, geldiğim an beraber çalıştığımız arkadaşlara “nerede kalmıştık?” diye sordum. Ben şehirlilik vasfımızı, şehirlerin medeniyet merkezi olduğunu yavaş yavaş unuttuğumuz düşüncesindeyim. Biz de bunun tekrar geri kazandırılması için şehirlilik özelliklerini anlatan Şehir ve İnsan projesini ortaya koyduk. Beş şehirli ve ana şehir olarak İstanbul’u seçtik. İstanbullu olmayı rol model olarak belirlediğimiz bir çalışma yaptık. Ben Anadolu başta olmak üzere her yere gidip bu şehirlileri anlattım, şehirlilik özelliklerinden bahsettim. Bu şehirlilerin arasında Osmanlı mimarisini dünyaya tanıtan, İstanbul’da birçok kültürel etkinliği ve sivil toplum örgütlerini kuran bir mimar var: Ekrem Hakkı Ayverdi. Bir hukuk profesörü olarak Ali Fuad Başgil var. Tıp profesörü Süheyl Ünver var ama kendisi aynı zamanda Topkapı Sarayı’nda nakışhaneyi açan ve geleneksel sanatları gençlere öğreten biri. Çok iz bırakmış bir sivil toplum lideri olan Fethi Gemuhluoğlu var. Son olarak Mahir İz var; o da Osmanlı’nın son döneminin önemli bir bilim ailesi mensubu Emirgan’da büyümüş bir edebiyat insanı.
Bu projeyi mı devam ettiriyorsunuz?
Yeni beşler üzerine bir kurgu yapıyoruz. Yine bir mimar var; Turgut Cansever. Daha çağdaş bir üretimi olan Cansever İstanbul’da ilk deprem tehlikesini gören mimar. İstanbul’daki birçok klasik mimarinin restorasyonunu yapmış ve mimari bir felsefesi var. Şehirlerin bir vasfı olan geleneksel müziğimizi bizi dünyaya tanıtan bir köprü niteliğinde. Bu alanda Osmanlı-Cumhuriyet arasında bir isim olan Münir Nurettin Selçuk’u seçtik. İlk defa Münir Nurettin okuyan gençler olacaklar. Selçuk’un bir şarkısında “bir meşaledir devredilir elden ele,” dediği gibi o meşalenin elden ele gitmekte olduğunu göstermiş olacağız. Yahya Kemal ve bir altında Timur Selçuk olacak. Son olarak da geçenlerde vefatının 20. yılını geride bıraktığımız Barış Manço var. Sinema alanında önemli bir düşünür olarak Metin Erksan üzerinden gidilecek. Kendisini Nurettin Topçu’yu maarif davamız diye çok önceden görmüş birisi olduğu için milli eğitimi tekrar gündeme koymak amacıyla seçtik. Hasan Ali Yücel’den bahsederek Köy Enstitüleri örneğini inceleyeceğiz. Geleneksel kültürü, İstanbul aile yaşantısını ve tarihi çok doğru bir şekilde sentezleyen Samiha Ayverdi olacak. Süheyl Ünver’in yanında yetişen son asistanı kim? Uğur Derman. Onun eşi, Çiçek Derman olacak. Bana göre yaşayan son İstanbul hanımefendilerindendir. Bu insanlara yetişemediniz ama bakın onların devamındakileri görüyorsunuz diyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ana görevi kültürel devamlılığımızı ve geleneksel, bize has olan kültürümüzü öncelikle doğru şekilde anlatmak, ve bu değerlerden güç alan yeniliklere ortam sağlamak diye düşünüyorum.
Sizin vaktiyle bizzat Boğaz turları yaptığınızı biliyoruz...
Evet ben 25 sene boğaz turu yaptım. İçinde tarih, mimari ve mutlaka canlı müzik vardı. Şiir, edebiyat, yeme içme kültürü, flora ve fauna dersleri de vardı. Orhan Veli’nin Rumeli’de şiirini Rumeli Hisarı’nın dibinde, Kanlıca’yı ise Kanlıca’da okumak vardı... Bütün boğazın her tarafında o müzik canlı icra edildi ve birçok sanatçı da buna destek verdi.
Anadolu’daki kültürel birliktelik ve kader birlikteliğini kuvvetlendirecek olan bir projeden bahsetmiştiniz, onu biraz anlatabilir misiniz?
Anadolu Tarih ve Kültür Birliği Platformunu kurduk. Ortak değer ve rol modeller üzerinden Anadolu’da liseli gençlerle baş başa programlar yapıyoruz. Bu liseli gençlerin bir kısmı İstanbul’un seçkin okullarından seçilen öğrenciler. Birinci buluşma Çanakkale’de yapıldı. Üç gün süren çalışma boyunca gençler sunumlar yapıyorlar. Tarih Kurulu Başkanı, ben, rektörler ve profesörler gençleri dinliyoruz. İkinci etapta biz gençlerin görüşleri üzerine değerlendirmeler yapıyoruz. Böylece iki grup tanışmış oluyor. Mesela bu hafta Mardin, Nusaybin ve Kızıltepe’deydik. Galatasaray Liseli çocuklar Nusaybinli çocuklarla Mardin’de bir araya gelmiş oldu ve birbirlerini tanıdılar, birbirlerinin dünyalarını görmüş oldular.
Müze projeleri nasıl devam ediyor?
Gaziantep Müzesi, Urfa Müzesi ve Antakya Müzesi hatta Kars Müzesi... Bu dört müze Anadolu’nun, bana göre yüz akı müzeleri oldu. Mardin Müzesi’ne gençleri götürdük, orada bir Mardin gecesi örneği yaşandı. Bu serinin bu seferki ayağını Samsun’da yapacağız. Bu sene 2019, 1919 Milli Mücadele ruhunun 100. yılı. Çanakkale, Mardin ve Samsun’da Atatürk üzerinden milli mücadele ruhunu nasıl yaşadığımızı konuşacağız. Oradan Amasya’ya ve Erzurum’a devam edeceğiz. Sonra Ahlat var, Anadolu’nun ilk Selçuklu merkezi, Çanakkale’de de Troya Müzesi var. Tarih, toplum, gençler ve Anadolu baş kavramlarımız. Bu arada öğretmenlere müzeleri ücretsiz yaptık, bana göre müzeler ile ilgili projeler açısından çok önemli. Bir yandan farklı konularda da projeler var. Sinemayla ilgili yeni bir atılım oldu. Kitaplarla ilgili vergilerin düşürülmesine yönelik yayıncıyı destekleyen bir çalışma da var…
Aynı zamanda yazar kimliğinizle de ön plana çıkıyorsunuz. Yeni kitap projeleriniz var mı?
Ben hep yıllarca İstanbul’u, İstanbul’da Yaşama Sanatı’nı yahut Türkiye dışındaki Osmanlı şehirlerini yazdım. Son yıllarda ise hayat ve kendimle ilgili konular üstüne yazdım ve sosyal medyada da yazmaya devam ediyorum. Şimdi en son Dicle’nin Kuzuları’nı yazıyorum. Bir gün Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde konuşma yapıyordum, bir kız söz istedi -zaten Diyarbakır’ın muhalif bir ruhu var, Dicle Üniversitesi’nin daha çok var- ve dedi ki: “Tuna’yla ilgili bir kitabınız var. Nil’le ilgili var. Gelip burada konuşuyorsunuz ama Dicle ile ilgili bir kitabınız bile yok.” Doğru söylüyor. Bu konuşmayı biz nerede yapıyoruz? Diyarbakır’da. Neresinde yapıyoruz? Dicle Üniversitesi’nde. Bu kampüsten hangi nehir geçiyor? Tam kampüsün ortasından Dicle geçiyor. Ben Dicle’ye nereden geldim? Cizre’den. Cizre’den geldim, ama haklısın, ben hayatımın bir kısmını Dicle’siz geçirmişim ve şimdi o Dicle’siz geçen günlerimin acısını çıkarmak için bundan sonra daha çok beraber olacağız ve Dicle’yi yazacağım dedim. Sonra onları gösterdim ve “siz Dicle’nin kuzularısınız” dedim. Dicle’nin kuzularını çakallara kaptırmayacağız. Geleneksel kültürde Dicle’nin ve Fırat’ın kıyısındaki bir koyunu kurt kaparsa çoban mesuldür diye bir laf vardır. Evet biz çobanız burada, dolayısıyla o çocukları koruyacağız ve güvenli bir geleceği sürdürülebilir kılmak için ortam sağlayacağız. Bana göre Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yapması gereken ana şey gençlerle baş başa kalmak, onları dinlemek ve kültürel alanlar açmak.
2019 Türkiye-Rusya Kültür Yılı olarak belirlendi. Bu bağlamda nasıl çalışmalar yapacaksınız?
Uluslararası Kültür Yılları önemlidir. Bu sene, 2019, Japonya ve Rusya yılları. Karşılıklı kültür yılı diyoruz; Rusya yılı kapsamında 8 Nisan’da Troya Operası Bolşoy Tiyatrosu’nda sahnelenecek ve iki devlet başkanı beraber izleyecekler. Japonya’da 19 Mart’ta Topkapı Sarayı ağırlıklı bir sergi yapıyoruz. Japonya tema olarak “lale” seçti çünkü çiçek kültürleri çok fazla. Rusya için ise ikisi de bestekar olan II. Mahmut ve III. Selim’in yapıtlarını tamburi ve neyzen arkadaşlarımız ile senfoni orkestrası birlikte çalacaklar. Ayrıca, biz Moskova Film Festivali’ne konuk olacağız, onlar da Antalya Film Festivali’ne konuk olacaklar. Ortak konserler verilecek. Dünya Miras listesindeki Türkiye sergisi var. Atölye çalışmaları, fotoğrafla ilgili etkinlikler var... Tataristan Devlet Dram Tiyatrosu, Nevruz, Konya’nın da katıldığı bazı bölgesel etkinlikler, Karadeniz’in kıyısındaki iki kültürü araştırmak üzere kıyı şehirleri projeleri var... Bu yıl UNESCO tarafından Dede Korkut yılı seçildi, dolayısıyla masallar var. Nazım Hikmet’i anma programı yapıyoruz. Türk mutfağı tanıtım günleri olacak. İlber Ortaylı’nın danışmanı olduğu bir sergi düşünülüyor St. Petersburg’da, dönemin büyükelçilerinin hediye alışverişi üzerine. Opera ve Bale, Caz Festivalleri var. Tarkan bile var. Japonlar ise daha farklı, onlar arkeoloji seminerleri Göbekli Tepe, Ilısu Barajı konularıyla ilgileniyorlar.
Bu gelişmelere bağlı olarak Turizm Meslek Liselerinin kalitesinin yükseltilmesi için de çalışıyoruz. Sayın Bakan o konuda çok tecrübeli, bu konuda Milli Eğitim ile beraber çalışıyoruz. Şimdi yabancı dil hazırlık sınıflarıyla seçmeli yabancı diller Rusça dahil olmak üzere pek çok yenilik eklendi. Turizm Meslek Liselerinin yeniden daha butik olarak belli noktalarda eğitim programlarının gözden geçirilmesi ve yeni eleman temini konuları var. Ana amaç turizm hizmet kalitesini yükseltmek çünkü karşılığında beklenti çok sayıda turist değil, yüksek kaliteli turist.
Başka hangi alanlarda çalışmalar yapıyorsunuz?
Londra ve Berlin’de farklı etkinlikler yapıyoruz. Avrupa şehirleri mevzu bahis olunca iki müze bir araya geliyoruz ve birbirimize soruyoruz neyin iyi olabileceğini. Yani müzeciler karar veriyor. Şu an Göbekli Tepe odağında Yenikapı İstanbul kazılarından ortaya çıkan arkeolojik bulgularla ilgili bir sergi projesi söz konusu. Böylece Doğu’ya daha Osmanlı daha Saray ağırlıklı bir şey sunarken Londra ve Berlin’e de daha Anadolu medeniyetleri arkeolojisi ağırlıklı bir seçki sunulmuş olacak. Şimdi Suriye’nin sıfır noktası Karkamış’ta kazılarımız var. Kazının yarısı Suriye’de yarısı Türkiye’de. Biz ısrarlı şekilde Türkiye’deki kazıyı devam ettiriyoruz. Savaşta bile... Bu UNESCO’nun çok ilgisini çekti ama biz yeterince duyuramadık. Çok mühim bir şey. Mümkün olduğu kadar kazıları gezmeye çalışıyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültür politikaları kapsamında çağdaş sanata ne kadar yer veriliyor?
Venedik Bienali için İKSV’ye destek veriyoruz. Bakanlık daha çok geleneksel sanatlar üzerine eğiliyor, özel ve tematik müzeler ise çağdaş sanata. Biz de mümkün olduğu kadar destek vermeye gayret ediyoruz ilgili kurumlara.
Bakanlık’ın içinde birimler var mı? Mesela çağdaş sanat birimi gibi?
Güzel sanatlar içinde var, uğraştığı ana sahalara göre değişen birimler var. Ama bizim koleksiyonlarımız içinde klasikler daha ağır basıyor.
Peki planlar var mı birimleri genişletmeye yönelik?
Önce para var mı diye soralım. (Gülüşmeler)
Bugün bütün dünya tarafından tanınmış, takdir görmüş çağdaş sanatçılarımız var: Sarkis, Nil Yalter, Gülsün Karamustafa, Halil Altındere... Böyle isimler dünya müzelerinde önemli sergiler açıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti bunlara sahip çıksa güzel olmaz mı?
Olması lazım, olması lazım ama işte orada özel müzeler bunun yükünü aldı diyelim. Özel müzeler daha atılımcı. Bakanlık depolarındaki eserleri ne kadar sergiliyor? O ayrı bir mesele.
Evet sabırsızlıkla bekliyoruz Resim Heykel Müzesi’ni...
Bekliyoruz tabi. Tarihler bazen öne alınabiliyor bazen de gecikebiliyor.
Şimdi AKM yeniden yapılınca oranın herhalde bir sanat galerisi olacak.
Olacak tabi. Hem AKM’de hem Ankara’da...
Millet bahçelerini sormak isterim. Biraz o projeden de biraz bahseder misiniz?
Millet bahçelerinin en eskilerinden bir tanesi Gülhane Parkı’dır. Çamlıca’daki park aynı şekilde. Park kelimesi batı kökenli bir kelime, Türkçeleştirirken bunu “millet bahçesi” yapmışlar. Ankara’da 1926’da ikinci meclis bahçesinin adı da millet bahçesidir. O kelimeyi tekrar hatırlatmış ve benim ısrarla üzerinde durduğum bize has olan bahçe ve peyzaj kültürünü hatırlamak var. Mesela, Seyran Bağları Geleneği. İçerisinde bugünkü anlamıyla piknik, su kenarında oturmak, su sesi dinlemek ve suyu seyretmek var. Kağıthane’de Sadabad dediğimiz dönemde çiçek, çayır, su hareketi var. Çağlayan semtinin adı oradan geliyor, Kağıthane’nin çağlayanı orası. Ben bu konuda meraklı olduğum için Topkapı Sarayı’nın içinde çiçek bahçeleri kurduk. Asıl adı Fener Bahçesi olan Fenerbahçe var. İlk defa Turing’de yöneticilik yaparken Fener Bahçesi’nde gül ve servi ağacı ağırlıklı bahçe yapmıştık. Fener Bahçesi aslında Jüstiyanus sarayıdır. Orayı, Çelik Gülersoy yaptı ama kuran Jüstiyanus, yani 600 yıl geriye gidiyor. Kanuni’nin diktiği serviler duruyor... Bunların hepsinden yola çıkarak millet bahçesini tematik olarak düzenledik. Ben bundan ilk Nabi Avcı’ya bahsettim, “Biz bunu Eskişehir’de yapalım,” dedi. Eskişehir stadyumu yıkılıyordu, hemen oraya bir millet bahçesi projesi hazırladım. Bizdeki bahçenin parktan farkı içinde meyve olması. Babil’den beri bu coğrafyada üzüm asması olur bahçede. Meyve ağaçları olur. Nabi Bey projeyi Cumhurbaşkanı’mıza anlatmış. O da çok ilgilenmiş ve hemen çalışıp yapmaya başlayın diye talimat vermiş. Burada Yeşilköy ve Bakırköy arasında Baruthane diye bir yer var, bana göre şu anda en doğru en güzel tasarlanmış olan millet bahçesi orası.
Haluk Dursun Topkapı Saray Müzesi bahçesinde, Mart 2019, Fotoğraf: Elif Kahveci
"Şimdi, Türkiye’de en temel sıkıntı kamplaşma ve ötekileştirme; bunların psikozundan kurtulamıyoruz. Bunu bir şekilde aşmamız lazım. Nasıl aşabilir, ne yapabiliriz? Bunları düşünmek önemli. Elimizdeki değerleri bilmek ve doğru anlamlandırmak şart."