Bu söyleşi dizisinde gösteri sanatları editörümüz Ayşe Draz ve yazarımız Mehmet Kerem Özel evimize gelen çoktandır görmediğimiz bir misafirle sohbet eder gibi, 23. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında şehrimize bir sahne yapıtıyla konuk olacak uluslararası yönetmen ve koreograflarla konuşarak, onları ve yapıtlarını yakından tanıyorlar... Dizinin üçüncü konuğu Viktor Ryzhakov
☕️ 8 dakikalık okuma
Viktor Ryzhakov
Moskova’nın en iddialı tiyatrolarından biri Theatre of Nations, Viktor Ryzhakov’un yönettiği İran Konferansı adlı yapıtıyla İstanbul’a konuk oluyor. Ivan Vyrypaev’in yazdığı İran Konferansı, "gerçek" oyuncuların bizleri herhangi bir şey hakkında nasıl ikna edebileceklerini, parlak ve çarpıcı monologlarla gözler önüne seriyor. Ryzhakov’un gerçek bir "konferans" olarak sahneye taşıdığı bu yapıtın merkezinde birbirimizi nasıl dinlediğimiz ve başkalarının bakış açılarını nasıl algıladığımız soruları yatıyor. Farklı mesleklerden gelen ve gelecek vaat eden toplum üyeleri, uzun süredir devam eden İran sorununu çözmek için bir araya gelerek ölüm cezaları, işkence, bireysel hak ve özgürlükler gibi günümüz dünyasının en önemli meselelerini tartışıyorlar. Biz de bu konferansa katılmayı heyecanla beklerken...
İran Konferansı, Viktor Ryzhakov, İKSV'nin izniyle
1. Sizce tiyatronun özü/ruhu nedir? Çağdaş tiyatroyu bugün nasıl tanımlarsınız?
Aslında bu soruya hazır bir cevabım yok, bu konuyu daha önce hiç düşünmedim. Ancak... Eğer bir insan bir ruha sahipse, o zaman İnsan ruhtur/özdür ve tiyatronun en önemli değeridir. Eğer tiyatroyu dünyanın bir modeli olarak kabul edersek, o zaman bu dünyadaki İnsan, Doğa ve Evren'den ona geçen coşkunlukla maneviyata ev sahipliği yapar. O halde insanın gayesi, bu özelliğini, onu diğer canlılardan ayrıcalıklı kılan yegane nitelik olarak korumaktır. Tiyatro – hatta giderek artan bir şekilde çağdaş tiyatro, bazen rahatsız edici olan biçimlerinin çeşitliliğine rağmen, kurtuluş bulabileceğimiz az sayıdaki yerlerden biri. Ruhu ve kalbi ısıtmak, insanın insani ve manevi değerlerini yeniden incelemek için.
2. Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Hayır, sanat dünyayı kurtaramaz veya değiştiremez. Fakat bir kişinin sanatı deneyimleyerek bir insan olarak kalma ve son derece önemli bir şeyi sürdürme şansı vardır! Sanat her zaman ne hissettiğimizle, içimizde derinlerde saklı olanlarla ilgilidir.
3. Dünyanın mevcut durumunu her anlamda göz önünde bulundurduğunuzda, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil sorun nedir?
Nasıl hayatta kalacağımız, nasıl sağ kurtulacağımız, çıldırmış vaziyetteki pragmatik maddi dünyaya, aynı zamanda bir insan olarak kalmaya devam ederken, nasıl dayanabileceğimiz. Ve bu söylediklerimde kesinlikle samimi ve ciddiyim! Bana öyle geliyor ki, hepsi farklı dönemlerde yaşarlarken Aiskhülos, Sofokles, Euripides, Shakespeare, Çehov, Vyrypaev ve bütün mühim meslektaşlarımın, tiyatronun ikonlarının; Konstantin Stanislavski , Jerzy Grotowski, Tadeusz Kantor, Peter Brook ve Bob Wilson’ın, hepsi ama hepsinin üzerinde düşündüğü, kafa patlattığı şey tam olarak da buydu: "Olmak ya da olmamak!!" Haklı değil miyim?
4. Bir yapıt üzerinde çalışırken, hangi kaynaklar size ilham veriyor? Rüyalarınız işlerinizde rol oynuyor mu?
Eğer bir hayalim olmasaydı, var olmazdım (gülüyor). Tanıdığım veya tanımadığım, sevdiğim veya sevmediğim, bana yakın veya uzak olan, hayatta veya ölmüş, mutlu veya mutsuz, yaşamlarını çok sıradan yaşayan veya kendi hayatlarını kurmak için çok çalışan, başka insanlardan ilham alırım ... insanlar ve hikayeleri, yaşamın içindeki etkileşimleri ...
5. Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmış olduğunuz bir yapıta adını vermeye ne zaman karar veriyorsunuz?
Bu, bir tiyatro eseri yaratırken aynı anda gerçekleşen sonsuz bir süreç ve her zaman bilinmeyen bir şeyi aramak. Provalar sadece yabancı, keşfedilmemiş fakat çok çekici olanı aramak için gerekli. Bilginin ötesinde duran bir şey bu. Başlığa karar vermek en öngörülemez biçimde ve açıklanamaz bir şekilde her zaman çalışmanın farklı dönemlerinde gerçekleşir. Başlığı ya şıp diye bilirsiniz ya da biri “dilinin ucunda” onu size getirir, ya da sadece son anda o size kendini verir. Şöyle bir deyiş var: “bir tekneye tekne dediğiniz için yüzer.” İşte biz bu yüzden büyü yapar, prova yapar ve araştırırız.
6. Bu gösterideki favori repliğiniz veya anınız hangisi ve neden?
Favorim olan bir an var! Bir gösterinin son repliğini veya son müzik akordunu duyduktan sonra, perdenin kapanmasından veya ışıkların kararmasından önceki birkaç saniyelik sessizlik anı. Tamamen sessizliğin çökmesi. Hatta alkıştan bile önce. Sahne ve oditoryum arasındaki sessizlik! Hepimizin - oyuncular, izleyiciler ve sahne arkasındakiler - adeta bir sır ile birbirine bağlanmışçasına bir bütün olduğu an. Bu oyundan, yani “İran Konferansı”ndan en favori repliğim şu: “Sokaktaki diğer kadınlar tarafından beğenilmek istiyorum.” Bunu oyundaki bilim adamı Daniel Christensen'ın rolünü oynayan ve seçkin bir aktör olan Igor Gordin söylüyor. Bu sözleri, sanki içimde bir yerde konuşuyormuş gibi hissettiğim bir anda söylüyor ve bu sözler, bir nedenden dolayı, içimi gıdıklıyor ve beni eğlendiriyor. Bu açıklanamaz bir duygu.
7. Rusya’da ilginç ve kışkırtıcı işler üreten birçok çağdaş oyun yazarı var mı?
Bence oyun yazarları çok özel insanlar. Bize benzemiyorlar, bizden tamamen farklılar. Oyun yazarları arasında bir çok önemli düşünce, olay ve konu içeren ilginç hikayeler yazan, harika ve yetenekli nice insan var. Çeşitli oyun metinlerini okumayı ve hiç durmadan okumayı seviyorum - hem kışkırtıcı hem de kışkırtıcı olmayan, hem kasvetli hem de komik metinleri; bazen okuduğum metinler canımı sıkıyor, bazen ise beni heyecandan donduruyor ve ...... okumaya devam ediyorum. Ve daima bu oyun yazarlarının çok yakın bir vadede ünleneceklerine inanıyorum.
8. Bir konferans formatını sahneye taşımanın ne gibi zorlukları vardı? Bununla nasıl başa çıktınız?
Biz sahneye herhangi bir format taşımadık! Gerçek bir konferans düzenlemeye karar verdik. Sonuçta konferanslar, konuşmacılar, karşılarında yer alanlar vb. ile oditoryumlarda düzenleniyorlar. Ve de konuşmacılar bir kürsüde durup sahneden konuşuyorlar. Bu nedenle ilk önce, ortak toplantılarımızda (bu prodüksiyonda toplamda 24 oyuncu yer alıyor) böyle bir konferans düzenledik. Ancak bu mini konferanslar çoğunlukla bireysel ve kişisel bir niteliğe sahiptiler. Yani, oyunculardan birini, sırası gelince, teke tek bir tartışmaya dahil ettim ve bizim için gerçekten endişe verici olan meseleler üzerine tartıştık. Aynı zamanda, münakaşa ve tartışmalarımızı, düşünce ve bilgi alışverişinde bulunduğumuz, belgeleri ve bulguları paylaştığımız sosyal iletişim ağlarında sürdürüyoruz. (Facebook'ta bir grup oluşturduk). Açılış gecesinden bir hafta önce kendimizi, müzakerede gönüllü ya da istemeyerek de olsa katılımcı olarak yer alan, gerçek bir izleyici kitlesi ile, gerçek bir toplantıya hazırlamaya başladık. Konferansı bu izleyici kitlesi için Theater of Nations’da düzenledik. Ve mesajımızı karşı tarafa iletmeyi başardık. Bir diyalog kuruldu ve bence bu yararlı oldu. Çoğu zaman izleyici kayıtsız kalmıyor (neredeyse hiç kimse oyundan dışarı çıkmıyor) ve çoğunlukla İran Konferansı'na katılmaktan mutluluk duyuyor.
9. Bu yapıtın başlığı İran’dan söz ediyor ancak bu iş “Doğu” ile mi ilgili? Batı’nın Doğu ile ilişkisi bu işte nasıl yorumlanıyor?
Bence bu ilişki, insan ilişkileri ile aynı şekilde yorumlanıyor. Birbirimizi duyma ve anlama çabalarımızla ilgili - zor, ama denemeye devam ediyoruz!
10. İnsanlara bu gösteriyi görmeden önce söylemek istediğiniz herhangi bir şey var mı? İstanbul izleyicisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Muhakkak konferansımıza katılmaya çalışın ve hayatınızda ne olursa olsun, mutlu olduğunuzdan emin olun. Elinizden gelenin en iyisini yapın!