top of page
Ali Akay

Yeni bir sanat merkezi konumuna doğru Paris: FIAC’ın öğrettikleri


16-20 Ekim 2019 tarihleri arasında düzenlenen FIAC (Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı) yılın sonbaharına yarı güneşli, yarı yağmurlu bir şekilde girdi. Sanatseverler, galericiler, koleksiyoncular, müzeler, bahçeler hep birlikte Paris’i bir hafta boyunca sanatla yaşattı. Ekonomistlere göre, 2019 yılı büyüme hızı yüzde üçü geçmeyecek bir şekilde gelişen bir dünyada, sanatın canlılığı sanat ve iş dünyasına yeni bir enerji katmakta...

☕️ 13 dakikalık okuma

Paris Grand Palais'de yer alan FIAC'tan gelen görünüm

Paris’te sanatın merkezi bir konum almaya başlaması, belki, Walter Benjamin’in sözüyle kültür ve sanatın Paris’i "19. yüzyıl başşehri" haline getirmiş olduğu gibi, 21.yüzyıl başında tekrar getirmekte midir? Londra ve New York galerilerinin Paris’te şube açmaya başlaması... En önemli hareketlerden biri, bu sene, 66 sanatçısıyla Londra, New York ve Hong Kong şubelerinden sonra David Zwirner’ın, efsanevi emekli galerici Yvon Lambert’in eski galerisinin yerine Paris’te -tam da Brexit sırasında- yeni bir galeri açması ve ilk sergisinin 1957 New Yorklu doğumlu sanatçı Raymond Pettibon'a ait olmasıydı. Amerikalı ve Asyalı koleksiyoncuların da bu şehre olan tutkusu, Paris'in sadece sanat değil, aynı zamanda şarap ve yemek kültürüyle de cazibe merkezi olmaya devam ettiğini göstermekte...

Raymond Pettibon

Galerilerin birbirleriyle rekabeti içinde, sanatın her şeyden daha üstün bir konuma sokulması, galericilerin sanatçı ve eserleri üzerine tavırlarının açıklanması bir mesleğin nasıl işlemesi gerektiği hususunda izleyicileri bilgilendirmekte. Bilhassa kendi ismiyle açtığı galerinin sahibi Kamel Mennour’un FIAC’ta kamuya açık alanda yaptığı konuşma çok öğreticiydi. Önce para kazanmak için litografi satarak işe sanat tüccarlığıyla başlayıp, Yvon Lambert’e olan hayranlığı sayesinde, hayatına iyi bir galerici olarak devam ettiğini açıkladığında, bir sanatçının etkisinin önemini reddetmediğini açığa çıkarmaktaydı: Daniel Buren.

Kamel Mennour, kendi galerisi olan Galerie Kamel Mennour'da, Gina Pane'nin işleriyle, 7.2.19 Fotoğraf: Joël Saget/AFP-AFP

Buren ile karşılaşmasını anlatan Mennour, her şeyi, yani bu mesleği sanatçılardan, çalışarak, öğrendiğini ifşa ettiğinde, bir galericinin sanatçıyı ve eserleri yükseltebileceği gibi aynı zamanda nasıl batırabileceğini anlatmaktaydı. "Bir galerici nedir? Nasıl davranmalıdır?" Etik bir açıklama olarak da alınabilecek sözler ve sorular belki de mesleğin doğru olarak nasıl işlemesi gerektiği üzerine ders vermekteydi... Sanatçıya olan güven ve sanatçının eserine olan saygı, aslında, bu işin ilk dersi gibi gözükmekte. Yani, “iyi sanatçıya olan güven” ilk merhalesi bu işin. Bir ekip gibi çalışacak olan bir galeri, sanatçılarla birleşme, aynı zamanda güven, saygı ve dostluk içinde geçen ilişkilerle örülmekte. Bu ağın içinde yer alıp, bulunan, aynı zamanda, koleksiyoncuların kendileri. Sanatçı merkezli olan bir sanat dünyasının kuruluşundan söz edilmekte. Arkasından küratörlerin, sanat yazarlığının ve sanat tarihçiliğinin görevleri gelmekte. Bu ilişkiler ağı olmaksızın sanat dünyasının çıkışı yanlış deparlara maruz kalabilmektedir. İyi sanatçıyı takip etmek, onun eserlerini anlamak, onunla sanat dünyasını paylaşacak zamanı paylaşmak, bir duyarlılık paylaşması olarak adlandırılmaktadır. Duyarlılığın paylaşımı demokratik ilişkilerin kurulmasına bağlıdır. Nasıl bir Meclis içindeki milletvekillerinin uyumuyla iyi bir Meclis, uyumsuzluğuyla de kötü bir Meclisin oluşursa; bu kötü Meclis yanlış kararlarına bağlanarak işlemekteyse, sanat dünyasında da aktörlerin davranışları birbirleriyle kurdukları sempati ilişkileriyle örülmektedir. Bugün sanat dünyasının merkezinin Paris’e yerleşmeye başlamasının verdiği güven ortamında pekişen ilişkiler ağıdır. Ağların kuvveti de buradan gelmektedir. 19. yüzyılın sonunda sosyolog Gabriel Tarde “beyinler-arası ilişkilerin” kuvvetinden söz etmekteydi. Bugün artık Paris sanat ortamında söz konusu bu ağların örülmeye başladığını görmekteyiz.

"Duyarlılığın paylaşımı demokratik ilişkilerin kurulmasına bağlıdır. Nasıl bir Meclis içindeki milletvekillerinin uyumuyla iyi bir Meclis, uyumsuzluğuyla de kötü bir Meclisin oluşursa; bu kötü Meclis yanlış kararlarına bağlanarak işlemekteyse, sanat dünyasında da aktörlerin davranışları birbirleriyle kurdukları sempati ilişkileriyle örülmektedir."

Ayrıca kamusal yardımlar da bu gelişmenin ve kuvvetlenmenin etkenleri arasında: Paris’in banliyösü Romainville’de yerleşmeye başlayan Komununma adlı galeri kompleksiyle birlikte Bölgesel Sanat Fonlarının ve sanatçı rezidanslarının yan yana gelmesi sanatın ağlarla işleyen birlikteliğini göstermekte. Paris’in önemli galerilerinden biri olan Air de Paris’nin üç katlı yeni yere yerleşmesi bir açılmanın da paradoksal verisini ortaya koymakta. Guy de Cointet, Philippe Parreno, Brice Delsperger, Bruno Serralongue gibi sanatçılarla çalışan galericiler Florence ve Edouard bize, burada yeni Paris açılımının örneğini sunmaktalar. Diğer galeriler ise: Imane Farès, Galerie Sator, Jocelyn Wolff, In Situ-Fabienne Leclerc, IMINCO Vakfı ve Paris Bölgesi FRAC kamusal ve özel galerileri birbirlerine eklemlemektedir. Bu, aynı zamanda, sanatın kuvvetinin peşinden giden iyi koleksiyoncuların da şehrin merkezinden çevresine doğru hareketini de göstermekte. Ekolojik bir sanat alanında kamusal araçlar ve yürüme veya bisiklet ile deplasman her şeyden önce sanat ortamının biçim değiştirmeye doğru gittiğini de bize göstermekte. Her yer ekoloji odaklı!

Centre Georges Pompidou, Paris

FIAC ile müzelerin partileri de sanatın bir parçası durumunda: Centre Georges Pompidou müdürü Bernard Blistène’in katkılarıyla müzenin ana sergisi 5. kattaki Bacon: Books and Painting sergisinin girişinde ve 4. katta Çağdaş Sanatlar Müzesi'ndeki eserlerin olduğu yerde düzenlenen performanslar neredeyse Paris’in 1920’lerdeki “Çılgın Yıllarına” gönderme yapmakta! Kuir performanslarda onlarca transseksüel ve travesti, tekno müzik eşliğinde, yarı çıplak ve ikili cinsiyetlerini ortaya koyan bir şekilde performanslar yapmaktaydılar. Alt katta yeni açılan Bruno Serralongue’un Calais. Témoigner de la "Jungle" (Jungle’a Şahitlik) adlı sergisi Fransa’dan İngiltere’ye geçmeye çalışıp da geçemeyen mültecilerin Jungle adı verilen yerde yerleşen çadırlarının, 2016 yılının Ekim ayında, devlet güçleri tarafından boşaltılmasına kadar giden bir süre içinde, sanatçının yapmış olduğu araştırma fotoğrafları 2006’dan 2018’e kadar süren bir dönemi kapsamakta. 12 yıllık bir süreç, kamusal müzenin alt katında yer alan fotoğraf sergisi salonunda gösterilmekte ve bu anlamda da devletin mültecilere karşı şiddeti sorgulanmakta ve hatta eleştirilmektedir. Centre Georges Pompidou, FIAC için düzenlediği performanslar gecesinde ve bundan iki gün evvel açılan Bruno Serralongue sergisiyle dışlanmışlar üzerine odaklanmakta. Transseksüeller ve mülteciler müzenin paha biçilmez eserleriyle uyum içinde birleşmekte.

Fondation Cartier, Nous les Arbres (Biz Ağaçlar) sergi görüntüsü

Fondation Cartier’de ise ekoloji üzerine bir sergiyle konuşmalar izleyiciyi hem bilgilendirmekte hem de bir anlamda bilinçlendirmektedir. Nous les Arbres (Biz Ağaçlar) adlı sergi, yapraklar ve ağaçlar üzerinden okunmakta. Nefes alma imkanlarını sağlayan bu bitkiler de insan ve hayvan dünyasının içinde dışlanarak unutulmuşlar arasında sayılmakta. Mülteciler, transseksüeller, yabancılar ve de ağaçlar ve de bitkiler, insan ve hayvan merkezli bir dünyanın unutulmuşları olarak sergide yer almakta. FIAC sırasında bu sergide, Fondation Cartier'nin küratörü ve Serpentine Galleries'in danışmanı Hans Ulrich Obrist’in L'Entretien Infini (Sonsuzcasına Söyleşi) -muhtemelen Blanchot’nun kitabından esinlenerek- adını verdiği maraton konuşmalarını ağırlamaktaydı. Bilhassa Fransız filozof Emanuele Coccia ile yapılan konuşma, bu serginin danışmanının yaprak ve ağaçlar üzerine olan felsefi çalışmalarına ışık tutmaktaydı. Daha sonra efsanevi sanatçılardan biri olan Tony Oursler’in Fondation Cartier’nin ön ve arka bahçesinde bulunan ağaçlara projekte ettiği video yerleştirmesi atmosferi değiştirmekteydi. H.U.O ile yaptığı konuşmada da sanatçının entelektüel kuvveti bir kez daha izleyicileri büyüledi.

"Fuarda bu sene "aşk" kavramı öne çıkarılmıştı: Her türlü cinselliğe açık bir aşk kavramı dostluğa ve barışa gönderme yapmaktaydı."

FIAC bu sene her yerde olduğu gibi sosyal ve ekolojik sorunlarla ilgilenmekte. Fuarın başında bulunan eski galerici Jennifer Flay “biraz daha yumuşaklık” aramakta olduğunu söyleyerek, sanatçıların git gide ekoloji ve küresel ısınmayla meşgul olduklarının altını çizdi. Grand Palais’de gerçekleştirilen konferansların etkisi bu yöndeydi. Fuarda bu sene "aşk" kavramı öne çıkarılmıştı: Her türlü cinselliğe açık bir aşk kavramı dostluğa ve barışa gönderme yapmaktaydı. Yerleşik fikirlere karşı çıkan bir sanatsal davranış ve duruş fuarın tavrını da göstermekteydi. Ve aslında, sanat camiasının, toplumsal alanda yerleşmeye başlayan muhafazakâr bakışla var olan çelişkisi ortaya çıkmaktaydı. Toplumsal alan ne kadar “yabancı düşmanı, mülteciye karşı, anti-Müslüman” bir tavır göstermekteyse, sanatçılar da bir o kadar eko-insani olan bu konuların önemini ortaya koymaktaydılar. Toplumsal barışı, insanlar ve insan olmayanlar arasında kurmanın önemine dikkat çekmekteydiler. Düşüncenin ve siyasetin gerilemesine karşın sanatsal bir karşı çıkış dönemine girmekte olduğumuz belliydi ve belki de Deleuze’ün 1970 ve 1980’lerde başlayan etkisi sürmekteydi; siyaseti bir kenara bırakarak, kaçış çizgileri ve yaratı üzerine kurulu bir direnmenin, bugün sadece sanatsal değil ama siyasal olanı da belirlemekte olduğunu bize hatırlatmaktadır.

Lois Weinberger'in Tuileries bahçesinde sergilenen yerleştirmesi Garden, 2018

Tuileries’de FIAC sırasında ve daimi olarak da, bahçe heykelleri yıllardan beri konulmaktadır. Bu sefer, bilhassa Avusturyalı sanatçı Lois Weinberger doğaya yerleştirdiği bir bahçe inşasıyla “doğayı doğaya geri vermiş” oldu. Veya bir Afrikalı sanatçı, Nijeryalı Emeka Ogboh kazdığı oyukla Grand Palais’nin şantiye haline gelişine gönderme yapmaktaydı. Sylvie Fleury bir yandan Tuileries bahçesinde mantarlar yerleştirirken, diğer yandan da YES TO ALL (HER ŞEYE EVET) adlı neon çalışmasını (Galerie Thaddaeus Ropac) Petit Palais’nin yüzeyine yerleştirmişti. Yine aynı mekanın içinde, dışarıdan görülecek bir şekilde General Idea adlı sanatçı grubunun son kalan üyesi AA Bronson’un AIDS için yaptığı iki tablo izlenmekteydi. Bu fuarda, sosyal ve ekolojik sorunlarına cinsellik ve sağlık sorunlarının da eklenmekte olduğunun altı bir kez daha çizilmekteydi.

Yayoi Kusama'nın heykeli fırtınalı havadan dolayı kaldırılana kadar FIAC 2019 kapsamında Place Vendôme'da gösterildi

Bu son yılların en moda sanatsal hareketi olan performanslar bir biri ardına izleyicilerin dikkatlerini üzerlerine çekmesini bildi. Belki de konuşmalar ve performansların canlılığı, kamusal alanı kapsayarak izleyicilerin canlı bir şekilde yapılan hareketleri ve konuşmaları izlemeleri, sanki onları olmakta olan tarihin içine sokmaktaydı. Bunun tersine ise, Tuileries bahçesindeki havuzlardan birisine Amerikan Pop dünyasının bilinen ismi Alex Katz’ın Üç Güzeller diye bakılabilecek, resmedilen üç mayolu kadının oyunsu yerleştirmesi canlı olan bir anı, resimsel temsili bir hale sokmaktaydı. 90 yaşındaki Japon sanatçı Yayoi Kusama’nın Vendôme Meydanı’na yerleştirdiği Life of the Pumpkin Recites-All About the Biggest Love for the People (Her halk için Kucak Dolusu Sevgi) (2019) adlı eseri, Paris’te rüzgarın fırtınaya dönmesi neticesinde uçmaması için bu meydandan kaldırıldı.

FIAC’ta dikkat çeken galerilere gelirsek, PERROTIN’de Laurent Grasso’nun ışıklı maskesi, Metro Picture Galeri’de Camille Hanrot’nun Good Enough adlı bronzdan yapılma 2019 yılına ait yeni eseri; yine aynı galeride Cindy Sherman’ın 1976’dan kalma Murder Mystery adlı fotoğraf kolajı, Paula Cooper Galeri’de Sam Durant’ın The Future is Female adlı vinilden yapılma elektrikli işaret yazısı ilk dikkat çeken eserler arasında, bana göre. Bunların yanında kavramsal sanatın önemli teorisyenlerinden biri olan sanatçı Victor Burgin’in Sınıf Bilinci üzerine düşünmek değerlidir adlı eseri Thomas Zander Galeri’de sergilenmekte. Galeri Buccholz’da Wolfgang Tillmans’ın Ligher XII adlı 2013 yılına ait eseri renk ve kavramsal çalışma arasındaki uyumu göstermekte. Yine aynı sanatçının aynı galerideki fotoğraf çalışmasında görünen rap'çi gençler dışlanma ve ait olma arasındaki diyalektik ilişkiye değmekte. Türkiye ile ilgili olarak da Nathalie Obadia’da Sarkis, Edouard Montassut Galeri’de Özgür Kar ve Duo sergilerde de Green Art Galeri’de Hera Büyüktaşçıyan’ın eserleri yer almaktaydı.

Sarkis, 2019.06. Kintsugi N°8 Vitrayı, 2019, Fıstık yeşili aynalı kast cam ve 24 karat altın kaplama metal, 42.5 × 56 cm

Eserleri teker teker saymak çok uzun ve aynı zamanda sıkıcı ve sonuçta bıktırıcı olacağından burada kesiyorum. Eklemek istediğim ve önemli bulduğum Galerie Nathalie Obadia'da yer alan Sarkis’in sergisi: Sarkis’in Hareketli Vitrayları. Sarkis’in vitray tekniğiyle fotoğraflardan (dünyanın çeşitli yerlerinden çekilmiş: Hindistan, Türkiye, Hollanda, Japonya, Fransa, Almanya) gerçekleştirilmiş 60 kadar eseri bir duvarda yerleşmişken tam karşısında yer alan altına boyanmış kilise bankı ve arkasında Sarkis’in parmaklarının dokunduğu rengarenk eseri birlikte bir mabet veya kutsal bir mekan havasını taşımakta. Şamanist bir dokunma ile karşısında yer alan “savaş ganimetleri” yerleştirmesi kutsalın nasıl barışan bir ortamdan geçtiğini hepimize hatırlatıyor.

FIAC, 2018, Grand Palais Paris

Son olarak; Paris’in geçen yıl “bir şenlik olduğunu” yazmış olduğum gibi, bu sene de FIAC ve Paris şehri; restoranları, şarap listeleri, yemekleri ve sanat ortamıyla (müzeler, galeriler, sanat merkezleri, bahçeler gibi) ve de bilhassa çok enerjik ve kaliteli şekilde geçen sanat konuşmalarıyla çok canlı ve entelektüel ağırlıklı geçtiğini söylemek yerinde olacaktır.

bottom of page