16. İstanbul Bienali’nin paralel etkinliklerinden biri olarak Martch Art Project’te yarın sona erecek olan Sadık Arı’nın Dalga Boyunca adlı ikinci kişisel sergisini değerlendirdik
Aynalar serisi, No: 1, 2019 Kağıt üzerinde mürekkep, 29,5x41 cm
0. Sadık Arı'nın sergisinin ismi Dalga Boyunca.
Bu başlık eserleri hangi açılardan kapsıyor? Önce iki sözcüğün sentez olmaksızın birbirine nasıl dolaştığına bakalım.
Dalga birbirinden farklı mânâlara sahip bir kelime.
İlk olarak deniz gibi geniş su yüzeylerinde genellikle rüzgarın etkisiyle oluşan hareketler anlamına geliyor. İkinci mânâsı ise bir yüzey üzerindeki kıvrıma gönderme yapıyor. Sergiyle bağlantılı olarak üçüncü anlama geldiğimizde “titreşimin bir ortam içinde yayılma hareketi” diyebileceğimiz fizik hadisesine göndermeyle karşılaşıyoruz. Bu mananın eserlerle doğrudan bağlantı kurduğunu söyleyebiliriz.
“Boyunca” zamana işaret etme özelliği taşıyor. “Süresince” anlamında da görebileceğimiz bu sözcük dalga kelimesine dolanıyor.
Yani sergi mekânındaki eserler dalgalanmaları ifade ederken bu fiili durumun yayılımı zamanla beraber beliriyor. Biraz daha açmak gerekirse; Sadık Arı'nın üzerinde durduğu meseleler tüm karmaşıklığıyla karşımızda. Farklı estetik formlarla inşa etmeye çalıştığı hikâyeler yalnızca sanatçının kendi hayatından izler taşımıyor. Eserlerin kurgusunda beliren politika, olgularla iç içe geçiyor. Sergi mekânının “U” şeklini alması ve çalışmaların adlarındaki göndermelerle birlikte işlenen döngü dalga olarak görebileceğimiz etkiler yumağıyla ilintili. İşte bu yüzden sergi kendi zamanını yaratıyor. Eserlerin varış yerleri mekân içinde bir yolculuğa çıkartma potansiyeli taşıyor. Ölçülebilir, düz çizgi bağlamında kodladığımız zaman bu sergide kırılıyor ve eserlerin dizilimi ile beraber keşfe çıkarmak için kapıları aralıyor.
Demek ki; serginin adı olan Dalga Boyunca çalışmaları temsil eden klasik bir anlatım örgüsüyle yoğrulmuyor. Her çalışma başka varyasyonları taşıyor.
Lakin eserlerde kaybolmanın cesaretini yüklenmek gerekiyor. Hız kesmeden Sadık Arı'nın hikayelerine bakmayı deneyelim.
1. Otto Dix ile yaşamının sonlarına doğru bir röportaj yapılır. Sanatçı yıkıma dair şunları söyler: “Fark etmiyorsunuz, genç bir adam olarak hiç fark etmiyorsunuz ki, bu içinize nüfuz ediyor. Yıllar boyunca, en azından on yıl kadar yıkılmış evlerin arasında, ancak sığınabildiğim geçitlerde sürünmek zorunda kaldığım rüyalar gördüm. Sürekli moloz ve yıkıntı rüyası gördüm.”Savaşın ressamı olarak anılan Otto Dix'in söylemlerine özellikle dikkat çekmek gerekiyor. Çatışmayı, sömürüyü, baskı mekanizmalarını pek çok eserde dile getiren sanatçının ifadelerinde Sadık Arı'nın Aynalar serisine dair de izler bulabiliriz. Bununla birlikte cümle arasında karşımıza çıkan “fark etmiyorsunuz, bu içinize nüfuz ediyor” sitemi de önemli. Nitekim çoğu zaman geçip gidebiliyoruz. İncelikli ve uzunca bakmaktan kaçarak savruluyoruz. Duyarlılık sahamız daralıyor. Oysa bir şeye dikkatle bakabilmek çok kıymetli. Dünya bugün göremeyenlerin elinde. Yeryüzünün bir cehenneme dönüşme ihtimali yok mu?
Otto Dix'in sitemine karşılık Sadık Arı'nın Aynalar dizisine bakmamız şart.
Öncelikle bu seri sergi mekânında bizleri karşılaşıyor. Bir lanetlenme dalgasıyla ilişki kuruyoruz. Sanatçı diziyi yaratırken Berlin'e yaptığı seyahat esnasında gördüğü nadire kabinelerinden etkileniyor. Wunderkammer olarak da adlandırılan envai çeşit nesnelerin bulunduğu bu mekânlar Sadık Arı'nın zihninde farklı biçimlere dönüşüyor.
Fakat nadire kabinelerinin hangi konseptlerde doğduna biraz bakalım. Ortaçağ'ın sonlarına doğru Kıta Avrupası ülkelerindeki prensler ve aristokratlar nadire kabinelerinde tabloları, heykelleri, çeşitli hayvan derilerini bir araya getirir. Ahenkli karmaşasıyla her nesne diğerleriyle yan yana gelerek anlam kazanır. Tüm mekânda duran parçalar mikro-kozmos oluşturur. Balina dişleri, yılan derileri, kaplumbağa kabukları, ahtapot kemikleriyle birlikte değişik tabloların yayıldığı saha aynı zamanda sömürgeciliğin izlerini taşır. Sömürülen coğrafyalardan getirilen kimi nesneler nadire kabinelerine konur.
Sadık Arı böyle bir sistemi başka biçimlerde kurgulayarak Aynalar serisinde iktidar dinamiklerini çiziyor. Wunderkammer'de işleyen bağlantı kurma mantığını ters çevirerek tahakküm mekanizmalarının ilişkisel formlarını işliyor. Bu girişim Aynalar dizisinde bir görsel olguya dönüşüyor. Çünkü her çizimin üzerinde beliren figürler, semboller, nesneler arasında bağlantıların ortaya çıktığını görüyoruz. Eserler baskı biçimlerinin köklerine gözünü dikerken temsili konumlarda durmuyor. Çizimler dişli veya istilacı, zorlayıcı bir makine içinde yaşıyor olmamızın belirtilerine dair şeyler söylediği için görsel olgular haline geliyor.
Öte yandan Otto Dix'in nüfuz etme olarak gördüğü mesele Sadık Arı'nın serisinde hiyerarşik, dalga biçiminde yayılan ağlarla su yüzüne çıkıyor. Hiçbirimiz iktidar mekanizmalarından azade ya da temiz konumlarda değiliz. Bedenlerimize nüfuz eden iktidar parçacıklarını reddedemeyiz. Zaten bu ağda kırılmalar yaratmak ve aşmak için mücadele vermiyor muyuz?
Yalnız serinin bir çizimi hasta paravanının üzerinde dalgalanıyor. İster istemez onun varlığı meselelerin akıbeti konusunda merak konusu olabiliyor. Hasta paravanı Aynalar serisiyle nasıl bir irtibat kuruyor? Her daim antibakteriyel malzemeden üretildiği iddia edilen parçanın iktidar dinamikleriyle bir ilişkisi var mı?
Aynalar serisi, No: 2, 2019 Kağıt üzerinde mürekkep, 29,5x41 cm
2. Dalga Boyunca sergisindeki Aynalar dizisinin bir bölümünde yer alan hasta paravanından bahsetmiştik. Göze çarpan parçanın arkasında başka eserin yer aldığını görüyoruz. Bronz heykelle paravan irtibatını fark etmemiz uzun zaman almıyor. Lakin depodan alınmış ve eskimiş nesnenin Cherish the Day eseriyle ne gibi bir teması olabilir?
Birinci fragmanın sonunda iktidar dinamikleriyle kurulan bağlantıya dair de sorulan sualler hâlâ yanıtlanmadı.
Paravan sergide tıpkı diğer eserler gibi ara form olma özelliği taşıyor. Cherish the Day heykeline Aynalar dizisinde yer alan nesneye (paravana) dokunarak geçebiliyoruz. Çizimlerde işaret edilen iktidar bağlantılarıyla değerlendirebileceğimiz geçişle beraber heykelin saf şekilde durmadığını söyleyebiliriz.
Paravanın arkasındaki form 16. yüzyılda yaşamış bir besteciye gönderme yapıyor. Carlo Gesualdo adında bu sanatçı eserlerinin yanında işlediği cinayetle de bilinen biri. Egemen diyebileceğimiz yani elinde iktidarı bulunduran sanatçı dönemin Venosa prensidir. Karısını başkasıyla gördükten sonra onu öldürür. (Eşinin beraberlik yaşadığı adamı da öldürür.) İşte bu öldürme gücü Gesualdo'nun tahakkümü elinde bulundurmasından kaynaklanır. Sanatçı o dönemin yönetici sınıfından olmasaydı idamla yargılanabilirdi. Ama Dalga Boyunca sergisinde yer alan bu heykelin tam olarak Gesualdo'yu işaret ettiğini söyleyemeyiz. Erken Barok döneminin din dışı vokal müziği olan madrigaller besteleyen bu sanatçının iktidarına gönderme yapan form desek daha yerinde olur. Zira Cherish the Day özgül bir görünüme gönderme yapıyor. Heykel edilgenleşerek Gesualdo'yu ikonlaştırma derdinde değil. Erimiş figür olarak görünümü otoriteyi vurguluyor. Hınç, eziyet etme arzusu gibi duygularla biçimlenen iktidar hırsı heykelin mayası konumuna geliyor.
Aynalar dizisinde makro yapılandırmalara atıfta bulunan çizimler Cherish the Day heykelinde Gesualdo'nun otoritesini işleyerek mikro iktidarların dolaşımına vurgu yapıyor.
Aynalar serisi, No: 3, 2019 Kağıt üzerinde mürekkep, 29,5x41 cm
3. Hazır duygu biçimlerine değinmişken; ufak bir sırrın da altını çizmekte fayda var. Bu yazının gizli öznesi sergiyle paralel olarak bağlantı kelimesi.
İlişkiler kuruyoruz. Hayatta yalnız olmadığımız için aile, dost, sevgili ve hatta hayvanlarla kurduğumuz bağların kendimizi oluşturmada bir öneminin olduğu aşikar. Çevremizle oluşturduğumuz temasların yolunun hiyerarşiden geçme riski fazla olabilir. Buna rağmen zincirleri kırmanın, sınırları aşındırmanın ihtimallerini göz ardı etmemek gerekiyor. Nerede, kiminle, ne için bağlantılar kurduğumuz ve oluşan irtibat ağlarıyla nasıl davranışlar geliştirdiğimiz hayatı sürdürme kudretimizle ilişkili.
Yazıya yayılan ve anahtar özelliği taşıyan bağlantı kelimesi bu yüzden önemli.
Sözcük sergideki İlk Adım eserinde daha girift kıvama ulaşıyor. Caravaggio'nun Madonna Palafregnier eserine bir miktar gönderme yapan formda yılan görüyoruz. Tabloda kötülük sembolü bağlamında kodlanan bu canlı, Sadık Arı'nın eserinde neye işaret ettiği konusunda açık kapı bırakıyor.
Böylelikle İlk Adım eseri aslında serginin son çalışması olsa da seyircide soru işaretleri bırakma potansiyeli taşıyor. Tıpkı Cherish the Day heykelindeki gibi İlk Adım özgür görünüm özelliği taşıdığı için görüntü ile gerçeklik, anlama ile duyarlılık arasındaki alışıldık bağlantıları askıya alıyor. Caravaggio'nun eserinde görülen yılanın mistik görüntüsü İlk Adım çalışmasında izleyiciyi de içine dahil edip demokratik bir dalgayı yaratıyor.
4. Geride bıraktığımız üç fragman serginin tümüyle analizini içeriyor. Tam da bu uçurumun ağzında Dalga Boyunca sergisindeki gizem kavramından söz edebiliriz. Bir zamanlar sembolizmin merkezi nosyonu olan bu mefhum hala güncelliğini koruyor. Nitekim eserler kışkırtıcı uzlaşmazlığa gönderme yapmıyor. Hınç, zorbalık gibi kökleşmiş ve tüm insanlığın taşıdığı kötücül duyguların ortaklığıyla karşı karşıyayız. Yılan görünümünün katil müzisyenin erimiş figürüyle kurduğu köprü birbirinden çok uzak değil.
O halde Dalga Boyunca bizleri bir yabancı veya misafir olarak ağırlamıyor. Eserlere tanıklık ederek ortak dünyanın sınırlarından başka bir yerde değiliz.
Sergiyi kaplayan gizem mantığı heterojen unsurların akrabalığını vurgulayarak müşterek yaşamlarımıza sesleniyor. Sadık Arı'nın zihin coğrafyası dalga boyunca nerelere gidecek merak konusu.