top of page
İlker Cihan Biner

Kürklü Venüs: Sınır aşımları ve cinselliğin belirsiz sahası


Kürklü Venüs sergisinin gerçekleşeceğini ilk duyduğumda "Orada neler olacak?" diye meraklandığımı hatırlıyorum. Can Akgümüş'ün sergiye dair performatif kavramını kullanmasıyla beraber iç görülerimde yanılmadığımı fark ettim. Zira etkinlikte cinsellik politikasının en uç noktalara vardığını ve abject nesnelerin de süreçlere dahil olduğunu görüyoruz. Böylelikle yan yana gelen eserler alanı bambaşka bir havaya büründürüyor. Martch Art Project'in bünyesinde Bebek’te bir evde yalnızca bir hafta süren etkinliğe dair serginin küratörü Can Akgümüş'le konuştum.

Bahar Kızgut, Can Akgümüş, Ezgi Yıldız

Bu sergiyi yapma fikri nasıl oluştu?

Yaklaşık 8 ay öncesinde, daha önce beraber Kesik ve Çukur isimli sergiyi gerçekleştirdiğimiz sevgili Ezgi Yıldız ile sansür meselesi üzerine sohbetlerimiz ve düşüncelerimiz oldukça yoğunlaşmıştı. Benim sanat anlayışım ve bildiğim, gördüğüm diğer sanatçıların nezdinde hep üzülerek fark ettiğim bir konudur bu, sansür ve daha da üzücüsü "otosansür". Benim fikrimce üretimin dönemi, sınırı, konusu olmaz. Sanatçı üretir, başkaları üzerine sürekli konuşur ve üretimi kategorize eder... Sanatçıların her döneminde erotizm ve provokasyon var olabilir, yalnızca su yüzüne kolay kolay çıkmaz. Bugün bile, bir çoğumuz ürettiği, heyecan duyduğu bir çok yapıtı tekrar tekrar süzgeçten geçirmek durumunda hissediyor. Tam da bu meseleyi düşünürken hepimizin özgürce var olabileceği bir sergi hayal ettik. Kürklü Venüs adını, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun sınırlarında bulunan Lemberg'de 1836'da doğan Mazohizmin isim babası ve yazar Leopold Ritter von Sacher-Masoch'un aynı isimli romanından ödünç alan bir sergi. Acı-haz ilkelerinin sınırlarını araştıran, aslında sanatçıların da kendi sınırlarını yeniden keşfetmelerine olanak sağlayabilmeyi hedefleyen, üretimlerini oldukları gibi sergileyebilecekleri bir mesele üzerinde şekillendi. Bu meseleyle yakından ilgilenen sanatçılar kadar daha önce bu ritmi bize hissettirmemiş ancak meseleye daha farklı bir açılardan yaklaşabilen sanatçıların da dahil olduğu bir süreç gerçekleştirdik. Genç ve cesur bir galeri olan Martch Art Project serginin tüm yükünü kaldırmayı ve sergiyi hayata geçirmeyi gönülden kabul etti. Bu anlamda iş birlikçi hassasiyeti ve yoldaşlığı için galerinin kurucusu Bahar Kızgut'a da teşekkür etmek isterim. Hayatta olan sanatçılarla kaleme aldığım sergi metnini aylar önce paylaştım, böylece sergide yeni bir söz söyleyebilmek için gerekli zamana sahip oldular. Tüm süreç boyunca üretilen yapıtların büyük bir kısmının sanatçıların otoportrelerinden yola çıkıyor olması beni derinden etkiledi. Anladığım o ki, meseleye çok içeriden, kendilerini dahil ederek yaklaştılar.

Kürklü Venüs yalnızca bir hafta sergilenecek. Üstelik açılış tarihi 21 aralık. O gün biliyoruz ki; mevsimsel olarak en uzun gece. Zaman olarak böyle bir tarih seçmenizin bir özelliği var mı?

Sergi daveti sevgili Cüneyt Çakırlar'ın kaleme aldığı fantastik bir mektup üzerine gerçekleşiyor. Bebek'te bir eve davet ediliyoruz, daveti kaleme alan kişinin cinsiyetinden de haberdar değiliz, tam olarak kim olduğundan da... Mektupta özetle karakterin artık bu evde yaşamadığını, bu evde yaşadığı zamanlarda dinmek bilmeyen arayışının evi terk ettikten sonra buradan çok uzak coğrafyalarda bile devam ettiğini, ancak nihayetinde aslında bu evden hiç ayrılamamış hissettiğini ve bize de bir geceliğine bu mahreme şahitlik edebilmemiz adına evinin anahtarını emanet ettiğini okuyoruz. Serginin tüm hikâyesi bir kurmaca, ancak 21 Aralık'ta gerçekleşiyor olması bir tesadüf değil. Böyle bir sergi elbette yılın en uzun gecesinde gerçekleşmeliydi!

Sergide ele alınan sansür ve otosansür meselesine gelirsek; ölü bedenlerle ilişkili sansürlenmiş/yasaklanmış yapıtlar ve bu konuda daha önce de sorun yaşamış sanatçıların varlığını görüyoruz. Bunun üzerine söylemek istediğin şeyler var mı?

Sergide yer alan tüm sanatçılara ürettikleri yapıtları "gerçekleştirmiş" olduklarından dolayı özel bir teşekkürü borç biliyorum. Mesela sevgili Murat Morova'nın 1999 yılında Apartman Projects'in ilk sergisi için ürettiği ve serginin açılışının hemen ardından saldırılara maruz kaldığı için sergiden geri çekmek zorunda kaldığı City isimli yapıtı, Kürklü Venüs ile beraber 20 yıl sonra tekrar sergileniyor. Bunun yanında Erinç Seymen'in Kürklü Venüs için ürettiği heykeli, Can İncekara, Yunus Emre Erdoğan, Tayfun Gülnar, Metehan Törer, Lütfullah Genç, Anıl Saldıran ve Sadık Arı'nın yine sergiye özel olarak ürettikleri resim ve desenleri, Tony Ventura'nın koleksiyonundan seçkiye katılan Cindy Sherman, Joel Peter Witkin ve Robert Mapplethorpe'un yapıtları ile yan yana Erol Akyavaş ve Zeynep Kayan, Sarp Evliyagil koleksiyonundan Roland Topor, Öner Kocabeyoğlu'nun koleksiyonundan Yüksel Arslan, Kerimcan Güleryüz'ün değerli katkılarıyla seçkide yer alan Halil'in nefis fotoğrafları ve Merve Tuna'nın da aralarında bulunduğu toplamda 24 sanatçıdan 35 yapıt bir arada, karanlık bir sohbet halinde. Joel Peter Witkin ve Robert Mapplethorpe'un Amerika'da halen birçok eyalette sergilenmesinin yasak olması, Yüksel Arslan ve Roland Topor'un kendi vatanlarında yıllarca acımasızca eleştirilip sansürlenişi ve tüm bu sanatçıların, bu risk almayı seven sergideki birliktelikleri elbette bir tesadüf değil. Sergide daha önce de 2010 yılında Londra'da yüksek lisans bitirme projesi olarak İngiltere'de tamamen yasal yollarla taksidermiden bağışlanan ölü hayvanlarla ürettiği ve ilk defa Victoria and Albert Museum'da sergilenen Captain's isimli kürk ceketi ile üretimi 36 saat sürmüş el yapımı lateks pardesüden oluşan bir yerleştirme ile Merve Tuna da yer alıyor. Bu yerleştirme baskın ve itaatkar rolleri temsilen, ziyaretçilerin önceden hazırlanmış kontratları imzalayarak deneyebildikleri bir performansa dönüşüyor. Öte yandan Witkin'in seçkideki eserinde de bir kadavrayı izliyoruz. Bilakis Witkin, sanat kariyeri boyunca kadavranın kendisini önemli bir özneye dönüştürerek sürekli karşımıza çıkarmıştır. Tıpkı şamanik ritüellerde akıtılan hayvan kanıyla boyadığı tuvalleriyle akla gelen Hermann Nitsch gibi veya süper mazohist olarak anılan ve kendine kesici, delici, kanatıcı bir çok işkencenin yapılışına izin verdiği performanslarıyla bildiğimiz Bob Flanagan gibi sanatçılar ve üretimleri her dönem gürültü içinde tartışılmıştır. Bizler de benzer bir gürültünün içinde derdimizi anlatmaya çabalıyoruz, maalesef bu yeni bir vaka değil. O yüzden kalabalık gürültüyle söylemi birbirinden ayırt etmek zor olmamalı diye düşünüyorum.

Kürklü Venüs, sergi görüntüsü, Martch Art Project'in izniyle

Öte yandan konsept olarak sergiyi oturttuğunuz kavramsal altyapıyı bize açıklar mısınız?

Az önce de bahsettiğim gibi sergi genel anlamda mazohizm üzerine bir söylem gerçekleştirmeyi hedefliyor. Sergi metninde de bahsi geçtiği gibi “Gücün tadına bakmak, onu ele geçirmeden önce ona maruz kalmakla mümkündür.” söylemi çok kilit bir cümle. Ödülün yoğunluğu karşılığında ne kadarından vazgeçtiğiniz ve ne denli cüretkar bağışladığınızla ilintili. Vazgeçmek, aşağılanmak, güzel olandan, ezbere estetikten, hoş olandan cayıp acıyı tercih etmek birçoklarının gündelik takvimine oldukça aykırı seçimler.

Ancak sanat bu mevzuları olduğu gibi kucaklıyor, hele sanatçının cesurca yürüdüğü yoldan bahsetmek gerekirse bu söylemden çok uzak cümleler kuramayız gibi geliyor bana. Deleuze’ün de Kürklü Venüs incelemesinde söylediği gibi, tüm badireler atlatıldığında haz karanlık bir ödül gibi geliyor. Tüm bu düşünceler bu serginin kavramsal altyapısını oluşturuyor.

Mazohiste göre ölümün kendisi bile; tükenmişlik, sonuna kadar tükettiğimiz sabrımız, çoğunlukla vazgeçtiğimiz gururumuz ve onurumuz, çekilen acı ve işkencenin boyutu ne denli yoğunsa sonucunda ulaştığımız haz o kadar özel ve tarifsiz kalıyor. Karşılığını alacağımız şey için önden peşin ödeme yapmamız gerekiyor. Bu yol acı dolu; dikenli ve uzun.

Geleceğe yönelik Kürklü Venüs ile paralel formlarda başka sergiler de görecek miyiz?

Kürklü Venüs sergisinin kendisi risk alan, performatif bir yapıya sahipti. Açılış kapalı bir davet olarak gerçekleşti. Serginin apartman dairesinde bir evde gerçekleşiyor olması, ağırlayabileceğimiz insan sınırı ve elbette güvenlik endişesi böyle olmasını gerektirdi. Sergi bir hafta boyunca -yine mekânın sınırlarını gözettiğimiz için- randevu ile ziyarete açık kaldı. Böylece yola ilk çıktığımız mevzulara, sansür ve otosansür meselelerine karşı durarak yürekten, sahici, bazı kesimlerin rahatını kaçırsa da dürüst konuştuk. Sonucu geriye dönüp baktığımda gerçekleşecek bir sonraki sergi için motive edici olarak algılıyorum, beraber yol aldığımız sanatçılarda ve bizi izleyen insanlarda da bu arzuyu sezebiliyorum. Sorununuz cevabı evet, Kürklü Venüs sergisine paralel formada başka sergiler de ilerleyen zamanda göreceğiz.


bottom of page