top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

2024 yılında YEL, TOZ, PORTRELER

 Necmi Sönmez’in kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçirerek hazırladığı YEL, TOZ, PORTRELER serisinin 2024 yılı boyunca odağına aldığı isimleri bir araya getirdik


 

 

Halim Kulaksız 


...Teknik becerisini, buluşlarını devreye sokarak o zamana dek hiç kimsesinin başaramadığı kadar etkileyici sonuçlar alan Kulaksız, 1971’de Görüntüler ismini verdiği ilk kişisel sergisini renkli fotoğraf baskılarıyla Ankara Zafer Çarşısı’nda açar. Bu onun bir fotoğrafçı olduğu kadar renkli fotoğraf baskı tekniklerindeki araştırmacı kimliğinin de altını çizer. Zaten aynı yıl CIBA Photo Chemie AG’nin davetlisi olarak İsviçre’nin Fribourg kentinde Ferrania slayt tekniğinin yerini alacak olan Cibachrome tekniğinin eğitimini alır. Refo Color fotoğraf profesyonelleri için Cibachrome tekniğini de bünyesine katınca Halim Bey için de yeni bir dönemin kapıları aralanmış olur...


 

Yüksel Pazarkaya


...Çağdaş şiirin faklı estetik açılardan sorgulanarak yorumlandığı konkrete poesie / somut şiir alanında etkinlik gösteren ilk şairimiz Pazarkaya’dır. Şiirin görsel bir açılımla ele alındığı bu önemli akımın içinde kendi izleğini oluşturan genç şairin Max Bense’nin öğrencisi olması önemli bir olgudur...


 

İlhan Mimaroğlu


...İlhan Kemalettin Mimaroğlu’nu birçok ansiklopedi, “çağdaş besteci, elektronik müzik yayıncısı, editör" olarak bir madde haline getirmiş olsa da, şeytana pabucunu ters giydirebilecek “soyutlama gücüne" sahip olan bu yaratıcı insanı sınıflandırmamak gerekir. Çünkü ilk gençliğinden itibaren müzik, resim, yazın, felsefe, eleştiri daha sonraları görsel sanatlar alanında birbirinin sürekliliğinde gelişen işler gerçekleştirmiş olan İlhan’ın çalışmaları, neresinden tutulursa tutulsun biraz "gariptirler". Onları bırakın sevmeyi, anlayabilmek için bile belli bir zaman gerekir. Avant-garde sözcüğünün hakkını veren birisi olarak onu, öncesi ve sonrası olmayan kişilik olarak tanımlamak gerekir...


 

Murat Sinkil


...Murat Sinkil’in resimlerinin Çağdaş Türk Sanatı’nın 1980’lerdeki panoramasında durduğu nokta elbette sanat tarihçileri tarafından detaylı olarak incelenecektir. Burada belirtilmesi gereken, Murat’ın, atölye hocası ve arkadaş olarak etrafındaki gençlere, arayış içinde olanlara vermiş olduğu önkoşulsuz destektir. Mehmet Güleryüz’ün Bilsak’taki atölyesinde tanıdığım Murat’la 1985-1989 arasında ayrıcalıklı bir yakınlaşmam olmuştu. Onun benim gibi yolunu arayanlara verdiği destek sadece resim atölyesindeki hocalıkla sınırlı kalmıyordu. Hayat karşısında neyin eğri neyin doğru olduğunu adeta ders vermeden etrafındakilere duyumsatan Murat, bizim için sanatçının nasıl olduğu ya da olması gerektiği konusunda bir rol modeliydi...


 

Mübin Orhon


...Onun tablolarıyla baş başa kaldığım anlarda, resimlerinin arkasındaki seslere kulak verdiğimde adeta bir senfonik bir şiir duymaya başlarım. Renklerin, müziğin kapıları aralanınca, dünya arkamda kalır. Mübin’in kompozisyonlarının önünde ve arkasında daha önce duymadığım bir serenat çalmaya başlar. Ayaklarımın yerden kesildiğini hissederek, bu serenada eşlik eder, Mübin’in fırçasından çıkan dünyanın etrafında dönmeye başlarım. Bu anlarda tablolarındaki formlar, renkler canlanmaya, hareketlenmeye başlar. Onun hüzünlü siyahlarının, melankolik grilerinin ve endişe dolu kırmızılarının peşine düştüğümde kendimi bilmediğim bir denizde yüzer gibi duyumsarım. Kulaç atarken, aşağılara bakmamaya çalışırım...


 

Nejad Melih Devrim


...Onu kuşağının diğer üyelerinden (Avni Arbaş’tan Leyla Gamsız’a, Nedim Günsür’den Tiraje Dikmen’e) ayırıp tekil bir konuma getiren Nejad’ın kesin kez tanımlanması mümkün olmayan heyecanıyla daima yaşadığı zamanın ötesine, ileriye işaret eden imgeleri ortaya çıkaran olağanüstü yeteneğidir. Kolay değil bu yeteneği kavrayabilmek. Çünkü Nejad’ın dünyanın dört bir yanına dağılmış olan resimlerini bir araya getiren kapsamlı bir yayın bugüne kadar hazırlanamadığı gibi, çalışmalarının akibeti, nerede oldukları bilinmiyor. Retrospektif sergisi hazırlanmadığı gibi, ne biyografisindeki önemli detayları, ne de onun elinde fırsatları birleştirmesine rağmen neden bir “dünya sanatçısı” ol(a)madığınının nedenlerini de bilemiyoruz...


 

Zorba


...İlhan ve Füsun Onur’un kedileri olan Zorba’yı Kuzguncuk’taki aile ocağına adım attığından beri tanıyordum. Vefat ettiğini öğrendiğimde üzüldüm. Onun Füsun’un sanatında derinlere inen bir imge yumağı, varlığıyla Füsun ile İlhan’ın hayatına anlam veren bir can olduğunu düşünüyor, onun hakkında yazmak istiyordum. Ama nereden, nasıl başlayacaktım?..


 

Georg Baselitz


...22 Haziran 2002 tarihinde şatonun iç avlusuna girdiğimizde faşist karakterli bina bize tüm azametiyle saygılı olmayı telkin ediyordu. Basamakları çıkarken kemençe sesi kulağıma geldi. Garipsedim, kemençe sesinin ne işi vardı burada? İlerleyince büyük bir salonda Georg Baselitz’in dizine dayadığı kemençeden Hasret isimli Karadeniz şarkısını bizim için çaldığını gördüm. Şaşkınlığım bir yana, zarif kemençeden çıkan melankolik notalar söylemek istediklerimi bana unutturdu. Sessizce dinledikten sonra Baselitz’in birçok resmine modellik eden eşi Elke elindeki çay tepsisiyle salona girdi. Bu karşılama beklentilerimin üstünde olduğu gibi şaşkına çevirmişti beni. Ne diyebilirdim ki?..


 

Athena Daponte


...Athena son derece mütevazi bir kişiydi. Bana söylemediği halde, arşivinden çıkan belgelerden onun 1978’den 1981’e kadar Cumhuriyet gazetesi için çalıştığını, haber yazdığını ama kendi imzasını kullanmadığını öğrendim. Zülfü Livaneli’den Cevat Çapan’a, Yaşar Kemal’den Nedim Gürsel’e dek birçok yazardan gelen mektup ve kartlar, onun yazılarının takip edildiğinin belirtisiydi. Bunları sorduğumda, biraz da utanarak ayrı bir torbayı öneme koydu. Bunlar o dönemde çıkan kitaplar, açılan sergiler ve diğer etkinlikler üzerine son derece disiplinli olarak kaleme alınmış yazılar, konuşmalar ve değerlendirmelerdi. Bunları yayınlamayı önerdiğimde, önce Kosta’nınkilerini yayınla da görelim diyerek kendisini geriye çekmesi son derece etkileyiciydi...


 

Tezer Özlü


...Bazı yazarlar vardır, ilk okuduğunuz andan itibaren peşinizi bırakmaz, mutsuzluk, yere çakılma, dünyanın anlamsızlığı karşısında sığınacak bir alan olarak belleğinizde kalırlar. Tezer Özlü’de benim için bu yazarlardan birisidir. 1984’te tesadüf eseri elime geçen Çocukluğun Soğuk Geceleri’nden beri okuduğum kitapları, çevirileri, hakkında yazılanlarla onun çekim alanından ayrılmadım, ayrılamadım. Satırlarının birçoğunu ezberlesem de, 1984-94, 1994-2004, 2004-14, 2014-24, demek ki kırk yıldan beri onu okuyorum. Dönerek okuyorum...


 

Hans Peter Marti


...Bu yazıyı biraz da Hans Peter Marti’nin çalışmalarını anlatmak, onu sevgili yazarımın çizgilerinin dışında nasıl duyarlı bir yaratıcı olduğunu betimlemek için ele alıyorum. Çünkü edebi kahramanların gerçek hayata çık(a)mayan farklı bir varoluşları vardır. Kurgu ile gerçek arasındaki yakınlaşmalar ve farklılıklar, değişik bakış açılarını tetikler. Ben de bu tür bir yeni yorum için Hans Peter’i tanımayı hedeflemiştim...


Comments


bottom of page