top of page
Joana Lazarova

Afrika'dan selam


"Balıkçı limanları, gayrı resmi konutlar, tahta barakalar, pazar stantları ve kolonyal mimari, mevcut sosyo-ekonomik kentsel dokunun fıtratında var. ‘Hayatın’ ele geçirdiği ve kendi kendine yeten bir topluluk meydana getirdiği yerlerden biri burası..." Belçikalı fotoğrafçı Julien Lanoo, geçtiğimiz iki sene boyunca yanar döner dinamikleri ve renkleriyle Gana'nın başkenti Akra'nın en büyük varoş mahallesi Jamestown'u belgeledi. Joana Lazarova ise, Lanoo'nun fotoğraflarından hareketle Akra ve Jamestown üzerine yazdı

Fotoğraf: Julien Lanoo

“Akwaaba*, evimize hoşgeldiniz,” dedi Jamestown plajına doğru inen merdivenlerde oturan yerlilerden biri. “Ev” Jamestown hakkında yapıldığını duyduğum en iyi tanım olabilir. Bir çoklarının fakir ve pis diye tanımladığı bölge Akra’nın en büyük varoş mahallesi. Her megapol gibi Gana’nın başkenti de son yıllarda hızla değişip gelişiyor. World Population Review verilerine göre, 2012 yılında şehirde 2,27 milyon insan yaşıyordu ve bu sayı her yıl %3.1 oranında artıyor. Bu hızlı gelişme geniş ve karmaşık bir kentsel doku örmüş bulunuyor. Tarihsel olarak bakıldığında, Jamestown şehrin 17. yüzyılda bir yerleşke olarak ortaya çıkmış en eski mahallelerinden. Geçmişi, 1673 yılında İngilizler tarafından inşa edilen ve zaman içinde sahil şeridindeki insan yapımı ilk liman haline gelen James Kalesi’ne dayanıyor. Gine Körfezi’nde bulunan bölge kolonyal geçmişinin ve yoğun ticari ve konut kullanımının izlerini taşıyor. 20. yüzyılın başında meydana gelen sosyal farklılaşma bu sahil şeridini dönüştürmüş ve bugün Jamestown’u şehrin en fakir ve en yoğun bölgelerinden biri haline getirmiş. Burada bir nevi geçicilik hissi hakim oysa değişim yalnızca bölge sakinleri için görünür durumda. İş ve sosyal alanlar arasında hiçbir ayrışım yok. Balıkçı limanları, gayri resmi konutlar, tahta barakalar, pazar stantları ve kolonyal mimari mevcut sosyo-ekonomik kentsel dokunun fıtratında var. ‘Hayatın’ ele geçirdiği ve kendi kendine yeten bir topluluk meydana getirdiği yerlerden biri burası. Mimari konsept diye bir şeyden bahsetmek neredeyse imkansız çünkü bölge kelimenin tam anlamıyla ‘vahşi’ doğadan dönüşmüş, konut bi- rimleri ve yapılar insanların ihtiyaçlarından doğmuş. İnşa için gerekli mevcut malzemeler az sayıda ve basit nitelikte ancak barınmak ve ‘kentsel’ bir doku yaratmak için yeterli.

Fotoğraf: Julien Lanoo

Fotoğrafçı Julien Lanoo geçtiğimiz iki sene boyunca yanar döner dinamikleri ve renkleriyle bölgeyi belgelemiş. Yeni mekanlarla karşı karşıya kaldığımızda, bir yerde ya da yok-yerde köklenmiş dokuların arayışı için duyularımızı ve bilgimizi kullanma eğilimi gösteririz; ancak tarih ve yanlış politik hesaplar bazen eşitsizlikler ve bağımlılıklar yaratabilir, bu sebeple soru aslında bir mekanı ve sosyal yapılarını daha iyi anlamak için duyularımızı nasıl filtrelemeliyizdir. Bu türden, mimarın varlığı ya da yokluğunda farklı çevreler için senaryolar yaratan mimari belirmeler, ayak izi ve mekanın potansiyelinin kullanımıyla evrim geçirir. Bu bizi insan topluluklarının nasıl oluştuğuyla ilgili en temel soruya geri götürür, insanın hayatı ritüeller etrafında düzenlenmiştir ve bunlar daha sonra insanın sürekli yaratı ve yeniden yaratı sürecinde daimi hayatta kalma arzusuyla meydana gelen topluluklar içerisinde yer almıştır. Bir ailenin ya da bir kentsel yerleşkenin tekilliği de söz konusu olsa, her ölçekte yazılmamış kurallar ve erdemler yaratılmıştır. Duyularımızı ve geçmiş bilgilerimizi filtrelemeyi başarırsak, geriye basit bir denklem kalır -yaşam biçimi, çevresini dönüştürmenin ve hayatta kalmanın yollarını arayan insanın ritüelleri etrafında düzenlenmiştir- belki tam anlamıyla bir ritüel değildir söz konusu olan daha ziyade aklın tezahürü olan bir metafordur. Bir yandan her yerin ekonomisi, politik durumu, tarihi arka planı ve önceden var olan unsurları insanları bağımlı yapan ve böylece orayı yerleşim alanı haline getiren semptomlardır.

Fotoğraf: Julien Lanoo

Diğer yandan, dünyanın her bir yanında kültürlerimizi neyin doku ve sistem bakımından zengin hale getirdiğini unutmamalıyız: Bizi fiziksel sınırlar ve barınaklar yaratmaya zorlayan güneş, toprak ve bütün doğal güçler. Bir çok mimari ofis bölgenin yeniden geliştirilmesi için planlar üretti, ancak hiçbiri bu karmaşık yapının dinamiklerini hakkıyla ele alamadı. Bir çoğu ekolojik, politik ve evrensel çözümler önerdi ancak yalnızca vakanın kendisi bu çözümleri sürdürülebilir hale getirmedi. Şehir tüketilen bir ürün olsaydı bu çözümler doğru olurlardı. İnşa edilen insani çevre öncelikle o insanların ‘evidir’, ve gecekondu mahalleleri bir döngü işlevi gören kompleks bağımsız sistemlerdir, ve kentsel dokuyla eş sürelilerdir. Dünya üzerinde farklı şekillerde neredeyse her büyük şehre özgü haldedirler ve geçmiş ve şimdiki zamanların yaralarına işaret ederler.

Fotoğraf: Julien Lanoo

Gelecek her zaman geçmişin rasyonel bir uzantısı değildir; tarihten öğrenerek ve bugüne bakarak, şehirlerimizi yalnızca belli gerçekliklerin tekrar anlamlandırmalara direndiği durumlarda değil, daha ziyade özünde daha evrensel bir bilinç konseptine doğru, sağlıklı bir kentsel gelişim biçiminin toplumsal kurallarını yıkmak için potansiyel yaklaşımlar bulmak amacıyla nasıl şekillendireceğimiz konusunda kritik sorular sorabiliyor olmamız lazım. Yakın bir zamanda Julien Lanoo tarafından çekilen ve üretilen bir kısa videoda, Ganalı şair Ybor Kojo Ybor Akra’yı ‘zamansız’ ve ‘zamanlı’ bir yer olarak tanımlıyor. Şairin kendi sözleriyle: “Burası her şeyin hiçbir şey ve hiçbir şeyin her şey olduğu yer, sanki bu yer sihri baltalıyor, her şey herkes için ne kadar sihirli, özellikle de yerliler için.”

*Twi dilinde “merhaba” anlamına geliyor.

Fotoğraf: Julien Lanoo

Yorumlar


bottom of page