Çinli aktivist ve sanatçı Ai Weiwei’nin 20 Ağustos’tan bu yana İnternet üzerinden izlenip satın alınabilen yeni filmi CoroNation, Çin’in Wuhan kentinde başlayan salgının ilk dört ayını, görülmemiş bir bakış açısıyla dünyaya ihbar ediyor. Belgeselin tamamı, Wuhan’da yaşayan Çinliler tarafından çekilirken, yapım hükümet karşıtı duruşu ve mesajlarıyla da ibret verici
Röportaj: Evrim Altuğ
Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu
Ai Weiwei, CoroNation filminden bir kare, Wuhan’daki bir hastanede yoğun bakım servisinde çalışan hemşireler
Son beş yıldır Almanya’nın başkenti Berlin’de ikamet eden ve üreten sanatçı, aktivist Ai Weiwei, 17 yıldan beri, belgesel filmler de yapıyor. 2017-2018 sanat sezonunda, Türkiye’deki ilk sergilerini İstanbul ve Mardin’de, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi imzası eşliğinde (1) açan, ve yine daha önce de bu vesileyle, müze müdürü Dr. Nazan Ölçer’in ev sahipliğiyle bir araya gelebilme (2) imkânı bulduğum sanatçı, filmlerinin çoğunu Çin’deki toplumsal ve politik durumlara tepki olarak üretiyor.
Filmlerini çeken, yapımını üstlenen ve tamamladığı filmlerini çevrimiçi olarak paylaşan Ai, Human Flow (2017), The Rest (2018) ve Vivos (2019) filmleri ile de biliniyor.
CoroNation (2020) (3), Ai’nin yapımı ve yönetmenliğini üstlenirken, Çin halkıyla omuz omuza ürettiği, son filmi. 115 dakikalık çalışmasında Weiwei, 2020 baharında ortaya çıkan Covid-19 salgını esnasında Çin’in Wuhan kentinde gerçekleşen sokağa çıkma yasağı üzerine belgesel bir film ortaya koyuyor. Hatırlanacağı gibi, 31 Aralık 2019’da Wuhan’da Yeni Koronavirüs salgınının ilk vakası doğrulanmıştı. Çinli yetkililer, virüsün insandan insana bulaşma riskinin olduğunu defalarca inkâr etti, teşhis konulan hasta sayısını gizledi ve sağlık personelini salgın hakkında bilgi verdiği için cezalandırdı. 23 Ocak 2019’da ise, Wuhan şehir olarak tecrit altına alındı.
Covid-19, Ağustos 2020 sonu itibariyle ABD Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yaptığı “canlı takip” doğrultusunda (4), dile kolay 24 milyondan fazla insanın enfekte olduğu, 820 bine aşkın ise can kaybının yaşandığı bir küresel salgına (pandemi) dönüşü.
CoroNation, dünya prömiyerini 20 Ağustos 2020 tarihinde yaptı ve dijital platformlar üzerinden 6 Amerikan Doları karşılığında kiralanıyor. Film, 18 dolarlık bedelle sürekli olarak da edinilebiliyor. (5)
Weiwei’nin tabiri ile, CoroNation, sokağa çıkma yasağının ilk gününden son gününe kadar, Çin devlet denetiminin Wuhan’ın üzerinde gezinen "siyasi hayaleti"nı inceliyor. Film, Ai Weiwei’nin yayınladığı resmî basın bildirisinin diliyle konuşursak “...devletin, virüsü kontrol altına almak için acımasızca etkili, askerileştirilmiş tepkisini kaydediyor.”
Nitekim çok kısa bir zaman dilimi içinde devasa acil durum hastanelerinin nasıl inşa edildiği, Çin’in dört bir yanından 40 bin sağlık çalışanının otobüslerle, ağır bir yurtseverlik propagandası eşliğinde nasıl getirildiği ve şehrin sakinlerinin evlerine nasıl kapatıldıkları, bu belgeseldeki "inanılmaz" gerçeklikte ve aynı anda da gerçeküstü sahnelerde, ibret niyetine kayıt altına alınarak, dünyaya yayılıyor.
İnternet üzerindeki Vimeo ve Alamo on Demand dijital medya platformlarından kiralanabilen veya satın alınabilen film, izleyicileri Wuhan’da inşa edilen geçici hastaneler ve yoğun bakım servislerinin kalbine götürüyor. Hastalığın tüm tanı ve tedavi süreciyle ürpertici biçimde yüzleştiriyor. Hastalar ve aileleri, belgeselde salgın hakkındaki düşüncelerini ve devletin özgürlükleri acımasızca kısıtlamasına ilişkin öfke ve kafa karışıklığını, yapımda art arda ifade ediyor. Belgesel aynı zamanda, seyirciyi tecrit altında yaşayan bireylerin özel hayatlarına da tanık ediyor.
Ai Weiwei, CoroNation filminden bir kare, Wuhan yolunda bir kontrol noktasında belgeleri inceleyen bir güvenlik görevlisi
Yapım, genç bir çiftin gece yarısında, kış koşulları ve karantina atmosferinde Wuhan’daki evlerine dönmeye çalışmalarıyla açılıyor. Çiftin dönüş yolunda maruz kaldığı devriye kontrolleri, benzin sıkıntısı, evlerinde yaşadıkları ölümcül dezenfeksiyon atmosferi, filmin bu ilk bölümünün hatırda kalan sahnelerinden.
Ardından devasa büyüklükteki kentte, alt-orta sınıfa ev sahipliği yapan toplu konutlar arasında bir kurye, bulundukları yeri terk etmeleri engellenen mahallelilere, koskoca bir boşluk içinde, gerçek dışı bir metanet ile kilolarca kargo ve yiyecek içecek kolisi taşıyor.
İnsanın ölçek duygusunu alt üst eden ebatlarda, adeta İstanbul’u da çağrıştıran panoraması ile, Wuhan’da olup biteni yansıtan film ayrıca, belirsizlik içinde sıkışmış, zorla çalıştırılan, arabasında, otoparkta yaşamak zorunda kalan, - ancak bugün ne yazık ki yaşamayan - bir acil durum inşaat işçisi olan Meng Liang’ın Henan’daki sevdiklerine özlem ve ekmeğini de, izleyiciyle bölüşüyor.
Yapımda, ülkesine bağlı bir Komünist partili kadın ve ona muhalif sanatçı oğlu Li Wen ise, medyanın işlevi ve partinin salgına tepkisini, karantina sessizliğindeki Hubei’nin güneşte açan çiçekleri ve art arda gelen mobil veya TV kaynaklı Wuhan "son dakika" gelişmelerinin baş döndüren hakikat ışığında tartışıyor.
Drone görüntüleri, özgün müzikleriyle ibretlik filmin en zor sahnelerinden biri ise, yas tutan bir oğulun, babasının küllerini geri almak için bürokratik işlemlerle boğuştuğu dakikalarda sarf ettiği tümcelerle vicdan ve sabrınızı sınıyor. Bu yurttaş, kameraya ağıt ve öfke dolu gözlerle, şu soruyu bırakıyor: “Devlet, kendi sürekliliğini devam ettirebilmek ve beni kontrol edebilmek adına yığınla insan gücü ve parayı kullanıyor. Madem böylesine güçlü, o halde niye sorunları çözebilmemiz adına bizim yanımızda olmuyor?”
Ai Weiwei, çekimleri Wuhan’da yaşayan sıradan vatandaşlar tarafından yapılan ve post--prodüksiyonunu Avrupa’da, uzaktan yönettiği bu film için yazılan kısa tanıtımda, şu hususların altını çiziyor:
Çin küresel sahnede süper güç statüsünü üstlenmiş olsa da diğer ulusların bu ülkeyi tam olarak anladığı söylenemez. Salgının merceğinden bakan CoroNation gözetlemecilik, ideolojik beyin yıkama ve toplumu her veçhesiyle denetlemeye duyulan vahşi azim üzerinden Çin’in kriz yönetimini ve toplumsal denetim mekanizmasını açıkça tasvir ediyor.
Film virüsün etkisi altına giren bir şehirde ve bireysel alanda meydana gelen değişiklikleri gösteriyor; küreselleşme bağlamında bireyler ve ülkeler olarak karşılaştığımız zorluklara kafa yorarak siyasi ortamda bireysel yaşamın değerine işaret ediyor.
Son tahlilde elimizde olan, güvenden, şeffaflıktan ve insanlığa saygıdan yoksun bir toplumdur. Wuhan’da sokağa çıkma yasağının etkileyici ölçeğine ve hızına karşın, daha ziyade varoluşsal bir soruyla karşı karşıyayız. Medeniyet insanlık olmadan hayatta kalabilir mi? Milletler şeffaflık veya güven olmadan birbirlerine güvenebilirler mi?
Uluslararası Af Örgütü tarafından 2015 Vicdan Büyükelçisi Ödülü ve İnsan Hakları Vakfı tarafından 2012 Václav Havel Yaratıcı Muhalefet Ödülü’ne lâyık görülen Ai Weiwei, hatırlanacağı gibi 2017’de de Hrant Dink Vakfı’nca verilen Uluslararası Hrant Dink Ödülü’ne değer bulunmuştu. Son filmi Vivos’un galasını 2020 Sundance Film Festivali’nde yapan sanatçı, CoroNation vesilesiyle röportaj isteğimizi geri çevirmeyerek bir kere daha bizimle görüşmeyi kabul etti.
Ai Weiwei, CoroNation filminden bir kare, Solda: Wuhan’daki sokağa çıkma yasağı nedeniyle memleketine dönmesi engellenen, acil durum inşaat işçisi olan Meng Liang
Sağda: Wuhan’daki sokağa çıkma yasağı döneminde Hubei şehrinde bulunan sanatçı Li Wen ve annesi
Belgeseliniz, bağımsız gazeteciliğe de önemli bir örnek teşkil ediyor. Bir sanatçı ve aktivist olarak halkla iş birliği içinde olan, koalisyon kuran bir gazetecinin sorumluluğunu hissediyor musunuz? Mültecilerle yaptığınız bir önceki işinizdeki gibi meselâ…
Gazeteciliğin ilk ödevi hakikati olduğu gibi kaydetmek, günümüz dünyasında hakikaten ne olup bittiğini belgelemek ve bunu halka hakkıyla sunmaktır. Ne var ki bunları başarmak kimi zaman müthiş zor olabiliyor, Çin örneğinde olduğu gibi. Hükümetin uyguladığı ilk taktiklerden biri bilgiyi denetlemektir. Bu nedenle hakikat üzerine kafa yormak ve güçsüz halk adına sesini çıkarmak, bağımsız gazetecilikle iştigal edenlerin ödevi haline geldi.
İşlerinizi deneyimlerken, görüyoruz ki ekran genişliği, görüntü kalitesi, izlediğimiz aracın ne olduğu (tablet, telefon, televizyon, projektör, vs.) halen, hatta belki eskisinden de fazla önem taşıyor. Geleceğin medyası ve sineması bağlamında, özellikle de Covid-19’dan sonraki dönem için, bireyin “kolektif sanat deneyimi” üzerine görüşleriniz nelerdir?
Sinema deneyiminin, sosyal medya yüzünden tamamıyla sona ermese bile ciddi ölçüde azalacağını düşünüyorum. Her saniye, her yerde, bilgisayarlarda ve telefonlarda görüntüler, imgeler görünüp, kayboluyor. Haliyle bir hikâyeyi takip etmek için gereken dikkat süresi kısaldı, sabır kalmadı. Genel izleyicinin dikkatini, çok daha az anlam içeren imgeler ezici biçimde ele geçirmiş durumda. Bu bakımdan, güçlü bir görsellik yaratmak her zaman arzu edilen sonuca götürecek denemez.
Film ekibinizi nasıl buldunuz? Çünkü yine müthiş bir görsellik söz konusu. 1984, THX 1138, 2001: Bir Uzay Destanı, Children of Men ve Blade Runner gibi distopik üretimleri, hatta 1990’ların Baraka belgeselini hatırlattı. Bu çok disiplinli üretimi gerçekleştirirken, aklınızda sinema tarihinden birtakım referanslar da var mıydı?
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, hakikatin kendisi bugüne kadar yapılmış herhangi bir filmden daha güçlü. 2001: Bir Uzay Destanı ve Blade Runner önemli birer sinema deneyimiydi ama, hakikatin imgelerinin daha sarsıcı olduğu gerçeğine riayet etmek durumundayız.
Basın açıklamanızda “Salgın merceğinden baktığımızda 'Koronalaşma', Çin’deki kriz yönetimini ve toplumsal denetim mekaniğini, gözetlemeciliğin boyutunu, beyinlerin ideolojiyle nasıl yıkandığını ve toplumun her veçhesini denetlemeye duyulan vahşi azmi tüm çıplaklığıyla betimliyor.” diyorsunuz. Söz ettiğiniz siyasal yöntem dünyanın geri kalanında da bir “salgın” halini almış durumda mı sizce? G7 ülkeleri ve Türkiye’yi de göz önünde bulundurarak, bu paradigmaya direnen veya dahil olan, iyi ve kötü örnekler verebilir misiniz?
Toplumu denetleme modelleri söz konusuyla Çin’le kıyaslanabilecek hiçbir model yok. Çin’de İnternet yüksek derecede denetim altında, bilgi denetim altında, yüz tanıma sistemi devrede ve büyük veri (big data) işleniyor. Bu modelin başka konumlarda da peyderpey pratiğe döküldüğünü görüyoruz.
İçinden geçtiğimiz salgının kökenine dair birçok spekülasyon mevcut. Sizin bir kıyamet senaryonuz var mı? Virüsün doğanın eline düşerek kontrolden çıkmış biyolojik bir silah olabileceğini düşünüyor musunuz?
Çin devleti elindeki bilgiyi paylaşmak istemediği müddetçe kimse hakikaten ne olduğunu bilemez. Çin bunu yapmayacak gibi görünüyor; bilakis, bilgileri saklama ve hastalığa dair ilk örnekleri ortadan kaldırma peşindeler. Dolayısıyla sorunuzun cevabı sonsuza dek sır olarak kalabilir.
Ai Weiwei, CoroNation filminden bir kare, Bir doktorun koruyucu ekipmanını çıkarırken CCTV kameralarına yansıyan görüntüsü
Duygusal yapılanmanın en tepesinde duran bestecilerin, müzisyenlerin şahane yaratımları olabiliyor. Müzik, filmdeki çeşitli duygu durumlarının adeta ruhani kokusunu yayıyor. Ling Ling ve Punk God’ın tema müziği hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Punk God eski arkadaşım olur. Bestelediği konuyu derinlemesine anlayan biri. Çin hükümetinin denetimciliğine dair net bir görüşü var. Harika bir punk müzisyenidir.
Bu projeyi çevrimiçi bir sayfada ücreti mukabilinde paylaştınız. Küresel kültür ve sanat endüstrisinin yerel konumlanmaları ve uluslararası ilişkiler temelinde tahmininiz nasıl? Bu salgın sizce rekabetçi sanat piyasasındaki eski ve bencil alışkanlıkları yeniden formatlamak için iyi bir şans olabilir mi?
Salgının, eski yapı içindeki insan iletişimini son derece kısıtladığını, uç koşullar yarattığını düşünüyorum. Öte yandan filmlerin çevrimiçi izlenmesi için yeni bir olanak da doğurdu. Sinema kültürünün salonlarda fiziksel olarak deneyimlenmesi adına sonun başlangıcına geldik bana kalırsa. İnsanlar filmleri çevrimiçi izleme alışkanlığı geliştirecek. Ben de bunun bir parçası olmaktan mutluluk duyuyorum.
Belgesel basına güven meselesini ve devlet eliyle üretilen enformasyonu da konu ediniyor. Devlet tekelindeki basın kadar sosyal medya konusunda da şüpheci misiniz? Covid-19 döneminde insan “sahte haberler bulaşından” kendini nasıl korur?
Sosyal medya platformları bit pazarı gibi. Eskisi var, yenisi var, gerçeği var, sahtesi var. Bit pazarında her şey bulunur. İnsanın zekâsını ve becerilerini keskinleştirmenin en demokratik yolu bir yandan, fakat aynı zamanda kafa karışıklığına da neden olabiliyor.
コメント