top of page
Ceylan Önalp

Algılar dünyasında kendi gerçeğinin peşinde


Mustafa Hulusi'nin Pi Artworks Londra'da gerçekleşen Cyprus Realism adlı sergisi sanatçının etik ve estetik kavramları etrafında dolaşan üretiminin parçalarını bir araya getirdi. 11 Mayıs'ta sona eren sergi, bilinen ve aşinalık duyulan nesnelerin alışılmamış yanlarını kitsch bir tavırla gösteriyordu

954 kelime

Mustafa Hulusi, Cyprus Realism (Oleander 1) M, 2019, Tuval üzerine yağlıboya, 408 x 306 cm, İki parça, Her biri 204 x 152 cm,

Sanatçının ve Pi Artworks'un izniyle, Fotoğraf: Francis Ware

Mustafa Hulusi’nin Pi Artworks Londra’da açılan ilk sergisi Cyprus Realism bütününde bölünmeye ve birleşmeye dair farklı kavramların fiziksel ve soyut hallerini sorgulayan bir sergi. Sergi bilinen ve aşinalık duyulan nesnelerin alışılmamış yanlarını ziyadesiyle kitsch bir tavırla gösterirken, hayatın akışında algılanan imgelerin insanı dünyanın dışına çıkaracak araçlar olma potansiyelini ve bu duygunun bizde yarattığı büyülenme olgusunu inceliyor.

Bir başka deyişle, Hulusi’nin bu sergisi algılar dünyasının kendi gerçeğinin peşinde koşan bir tavra sahip. Sanatçının, İstanbul’da daha önce 2010’da Galerist ve 2017 yılında Dirimart’ta sergilediği işlerin tamamını bu sergideki seçki dahilinde görmek mümkün.

Serginin merkezinde, Hulusi’nin alışılan zakkum motifi ve onu tamamlayan renk kesitleri var. Kesitler, foto-gerçekliğin varsayılan gerçek algımıza etkisini fütursuzca ortaya çıkartırken, beynimizin renk ve motif algılama konusundaki seçiciliğine de göndermelerine temsili bir duruş halinde. Sergiyi gezerken, renk ve motiflerin arasındaki inanılmaz yolculuk bana sinestezi kavramını düşündürttü. Kelime anlamı “birleşik duyu” olarak bilinen sinestezi, geçen yüzyıldan bu yana nörolojik bir anomali olarak algılansa da son dönemde bir anomalinden ziyade toplumun belli bir kısmında -özellikle sanatçılarda- var olduğu keşfedilen, renkler, şekiller ve sesler aracılığıyla sosyolojik olarak tabulaştırılan algıdan daha değişik şeyleri algılamak olarak tanılandırılıyor. Daha basit bir tanımla, sinestezi renkleri duyup, şekilleri tadıp, sesleri koklamak olarak anlatılabilir.

Mustafa Hulusi, Cyprus Realism (Verigo Grape 4) SM, 2019, Tuval üzerine yağlıboya, 51 x 76 cm,

Sanatçının ve Pi Artworks'un izniyle, Fotoğraf: Francis Ware

Buradan yola çıkarak, Hulusi’nin zehirli ama bir o kadar mucizevi zakkum çiçeğinin eşlediği renk kesitleri, ya da önceki sergilerinden aşina olduğumuz çiçek açan badem ağacının siyah ve beyaz hipnotik kesitlerle eşleşmesi, sanatçının kendi tabiriyle nesneleri gerçeğe dair var olan en açık haliyle tasvir ederken, bir diğer yandan da izleyiciyi kaçınılmaz olarak kodlanmış parametrelerle yüzleştirmeyi hedefliyor. Zira, foto-gerçeklik sayesinde imgeler üç boyutlu gerçeklikten çıkıp daha ileri bir noktaya doğru ilerliyor. İzleyici de bu vesileyle, dolaylı biçimde dahi olsa eserle kendi arasında empati kurabiliyor. Aynı Georges Bataille’nin savunduğu etki yaratan sanat kavramı gibi; hayat ile ölümün sınırı, kutsal olanla olmayanın karışımı arasında bir kopuş, diğer bir deyişle sınırlı ölçüde kendi olabilme yetisi ile sınırsız boşluk arasında bir ortaklık içerir. Burada bir parantez açıp, Bataille’den bir başka ünlü isim olan Brian Eno’ya geçiş yapmak istiyorum. Asıl mesleği mimarlık olan Eno’yu dünya çapında meşhur eden şey müzikti. Daha spesifik konuşmak gerekirse, 70li yıllardan günümüze uzanan art-rock kavramsalcılığı ile elektro-punk’ın kesiştiği noktada yaşayan, aslında bir müzisyenden daha çok düşünce insanı olan Eno’nun varlığını Hulusi’nin renk kesitlerinde duymak ve görmek mümkün... Çünkü Eno müzik dünyasında “havaalanı müziği” olarak da bilinen ambient/chillout akımının öncüsü sayılır. Ambient tarzı aslında dinlenilmek için değil, belli bir ortamın arka planına karışması ve o anın anlamının tamamlanması için üretilen bir türdür. Tıpkı Hulusi’nin eserlerindeki alışılan ve kodlanan algıların tinsel olanın ötesine taşınıp, kalıplarımızı şekillendiren ve toplumlar olarak bizi tanımlayan coğrafi sınırların dayanılması güç gerçeklerini, insan yapımı bu kimlik taşıyıcılarını yansıtması gibi biraz arafta kalma hissiyle bizlere göstermesi gibi. Seçtiği bitkilerin mitolojik tarihleri incelendiğinde akıllara Aldous Huxley’nin Cennet ve Cehennem kitabındaki deneyi gelebilir. Yazar, bu kitabında algının normal varsayılan seviyeden alınarak farklı bir seviyeye çekildiğinde, bu süre içinde tüm renkler, alınan kokular, insanlar, iç ve dış dünya, görülen ve duyulanlara verilen tepkiler algı seviyeleri sanki birer basamakmış ve her birine basarak bir yolculuk yapılıyormuş gibi aktarmasından oluşuyor. Hulusi’nin tablolarında yansıttığı gerçeklik, Huxley’e oranla daha sabit bir varlık felsefesi içerse de bedensel ve ruhsal algıların birbirinden çok farklı ama bir o kadar da benzer perspektiflerden tekrar tekrar sorgulandığı bir ortam söz konusu.

Mustafa Hulusi, Cyprus Realism sergi görüntüsü, Sanatçının ve Pi Artworks'un izniyle, Fotoğraf: Francis Ware

Değinmek istediğim bir başka detay ise, Hulusi’nin sergide yer verdiği geniş ölçekteki seramik duvar enstalasyonu. Bu enstalasyon, izleyicide adeta bir duvar sanatı (mural/wall-art) hissi yaratırken aynı zamanda seramik karoların hem Kıbrıs hem de Türkiye tarihindeki yerini irdeliyor. Sergide yer alan iki farklı geniş ölçekli seramik duvar panosu mevcut; ilkinin yapım sürecinde bir bilgisayar programı yardımıyla belli bir desen sistemi oluşturulmuş ve bu şekilde kalıplaştırılan askeri ve defans yöntemlerine de bir gönderme hedeflenmiş. Ortaya çıkan sistematik desenlerin, kalıplar dahilinde oluşan ve mükemmel olduğu var sayılan algıları da temsil ettiği söylenebilir. Öte yandan, Hulusi ikinci duvar seramik yerleşkesini yaparken, İslam sanatında büyük yer taşıyan kutsal geometrideki fraktal şekillerden yola çıkarak her hangi bir bilgisayar veya makinanın sistemik yardımı olmadan elle ürettiği karoları sergiliyor. Bu fraktal şekillerin kutsal geometride de bahsedilen, gözle görülebilen ve görülemeyen detayları mevcuttur; fraktal içinde kar tanesi ve benzeri figürler gözle seçilebilirken, fraktalin esas geometrisini gözle göremeyiz, oluşan şekli görürüz. Çünkü fraktal, çoğunlukla kendine benzeme özelliği gösteren karmaşık geometrik şekillerinin ortak adıdır. Sonsuza dek iç içe geçmiş, birbirini tekrarlayan şekillerdir. Bu tanıma göre fraktal ana şekle benzer, gitgide küçülen, alanı sonsuz olan bir şekildir. Ve bu minvalde kutsal olarak tanımlanan bütün nesneler, özlerinde temsil ettikleri anlamlar kadar ve onlara biçilen anlamlar sayesinde kutsaldır.

Bütün bunların ışığında, algı dünyamız da bizim ona yüklediğimiz değer ve anlam kadar kutsallaşabilir. Aynı dini, politik, sosyal ve diğer bilimum kişisel fikirlerimiz gibi. Yazıyı kapatırken Kanadalı düşünür Marshall McLuhan’ın meşhur “araç mesajdır” kuramına değinmek istiyorum. McLuhan’a göre aracın gerçeği kendisidir. Yani, iletişim kurarken içerik yerine biçime eğilinmesi gerekir. Zira, “iletişimin şekli belli iletiler için tercihe sahiptir. İçerik daima belli bir şekilde vardır ve bu biçimin dinamiği tarafından bir dereceye kadar yöneltilir. Eğer araç bilinmezse mesaj da bilinmez. Bu anlamda araç ortak iletidir. Araç kullanan kişilerin algısal alışkanlıklarını değiştirir. Araç yansız değildir. Kişilere olduğu kadar topluma da mesaj verir.”

Mustafa Hulusi, Cyprus Realism sergi görüntüsü, Sanatçının ve Pi Artworks'un izniyle, Fotoğraf: Francis Ware

Tam da bu noktada Mustafa Hulusi’nin son sergisi hem sanatçının kariyerinde olgunluk dönemine denk gelişiyle hem de hayatın akışında süre gelen algı kapılarını aralamasıyla düşündüren, gülümseten ve bilinen gerçekliğin aslında o kadar da gerçek olmadığını içerikten ziyade biçimle gösteren bir sergi. İşlerin yeni olmayışının bir önemi yok, sadece bütünde ve tekilde farklı ifadeleri yansıtmaları önemli olan.

Algınızın kapılarını sakince aralayın, yeni dünyanıza hoş geldiniz. Artık kendinizi ve yaşam alanınızı sorgulayabilirsiniz.

Kommentare


bottom of page