top of page
Refik Akyüz

Andreas Gursky fotoğraflarında değişim ve tutarlılık


2007’de İstanbul Modern’de görme şansını bulduğumuz Andreas Gursky’nin Ocak ayının sonunda Londra, Hayward Gallery’de açılan ilk büyük İngiltere retrospektif sergisi, sanatçının ikonik fotoğraflarını ve son on yıl içinde ürettiği çalışmalarını bir araya getiriyordu. Gursky’nin son zamanda cep telefonuyla çektiği fotoğrafları da içeren ve 22 Nisan 2018’de sona eren sergiyi Refik Akyüz değerlendirdi

Andreas Gursky, Pyongyang VII, 2007/2017, C-Print, Diasec, 307x223x6.2 cm, ©Andreas Gursky/DACS, 2017, Sprüth Magers izniyle

Doğu Almanya doğumlu olan Gursky’nin hayatı, ailesinin o henüz bebekken Batı Almanya’ya göçmesi ve nihai olarak Düsseldorf’a yerleşmesiyle şekillenmiş. Fotoğrafçı olan babasının stüdyo olarak da kullandığı evlerinden aşina olduğu fotoğrafı daha sonraları sanat akademisinde okurken kendini ifade etmenin bir aracı olarak kullanmaya başlayan Gursky, önce Essen’deki Folkwangschule’de fotojurnalist olma hayaliyle fotoğraf okuduysa da, bu alanda iş bulamaması ve üniversiteden sonra çıktığı ABD gezisinde Thomas Struth ile tanışması sonucunda Bernd Becher’in hocalık yaptığı Düsseldorf Sanat Akademisi’ne kayıt olmuş. Düsseldorf Sanat Akademisi mezunlarının özellikle doksanların başından beri güncel fotoğrafta önemli yeri olan deadpan tarzıyla da özdeşleşmiş oldukları bir eğitim kurumu. Düsseldorf Okulu’na dahil isimler arasında Gursky ile beraber Thomas Ruff, Thomas Struth, Candida Höfer, Axel Hütte gibi günümüz fotoğrafının önemli isimlerini de anabiliriz. Şu anda da mezun olduğu Düsseldorf Sanat Akademisi’nde ders vermeye devam eden Gursky’nin adı, fotoğrafa çok aşina olmayanlar tarafından bile, son yıllarda iki fotoğrafının -farklı zamanlarda- müzayedelerde satılan en pahalı fotoğraf ünvanını almasıyla da hatırlanacaktır.

Andreas Gursky, Hayward Gallery, Yerleştirme görüntüsü, 2018, Fotoğraf: Ralph Goertz

Hayward Gallery’nin iki yıllık bir yenilenme sürecinin ardından tekrar açılmasına denk gelen retrospektif, Gursky’nin erken dönem çalışmalarından en son işlerine uzanan bir seçkiye sahip. Sergide kronolojik sayılabilecek bir izlek yeğlenmiş olsa da kimi fotoğraflar kendi zaman çizelgelerinin az da olsa dışına yerleştirilmiş ve böylece izleyicinin fotoğraflar arasında farklı ilişkiler kurması teşvik edilmiş. Bu yapı, bir yandan Gursky’nin işlerinde zaman içinde meydana gelen değişimi kronolojik olarak görmeyi sağlarken diğer yandan da kariyerinin başından beri sıklıkla ele aldığı konuların fotoğraflarında bir ana tema olarak nasıl var olmaya devam ettiğini anlamayı da kolaylaştırıyor. İlk döneminde ürettiği manzara fotoğraflarından dijital teknolojiyi yoğun olarak kullanarak adeta fotoğrafları yoktan var eden işlerine ve son dönemde cep telefonuyla ürettiği işlere kadar geniş bir yelpazeyi bir arada görmek, Gursky’nin işlerindeki değişimin ve tutarlılığın farkına varmak için iyi bir fırsat.

Günümüz toplumunu yansıtan fotoğraflar

Gursky’nin başından beri istikrarlı bir şekilde işlediği “günümüz insanının hikâyesi,” özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren teknolojinin, küreselleşmenin ve giderek artan tüketim halinin günümüz yaşam tarzını şekillendirmesini göstermesi açısından kayda değer. Tabii Gursky’nin fotoğraflarında bu durumun bir eleştirisini yapmıyor olsa da bir saptamasını yaptığını, günümüz insanının yaşamına dair fotoğraflarının aslında perde arkasında yaşananları pek yansıtmadığını, politik açıdan fazla bir şey söylemediğini, fazlasıyla gelişmiş ülkelerin yaşamına ve Formula 1 gibi belli bir gelir seviyesinin üstündekilerin zevklerine hitap eden olguları konu edindiğini ama yine de ait olduğu geniş coğrafyadaki düzene dair bir saptama yaptığını, dünyanın bugünkü halini anlama çabası içinde olduğunu ve bugüne dair gelecekte de okunacak notlar bıraktığını söylemek mümkün.

Andreas Gursky, Lehmbruck 1

Gursky söz konusu olduğunda, fotoğraflarını belirleyici kılan özelliklerden birinin de başından beri büyük ölçekli baskıları tercih ediyor oluşu olduğunu atlamamak gerek. Bu sergi dolayısıyla Financial Times’a verdiği bir söyleşide belirttiği gibi, zamanında hocası Bernd Becher’in fotoğraflarını yeteri kadar keskin bulmamasını bir eksikliği olarak görüp bunun üzerine giden Gursky, yaklaştığınızda görüntünün neredeyse içine girebildiğiniz büyüklükte, keskin, detaylı ve uzun uzun izlenmeyi hak eden fotoğraflar üretme yolunu seçmiş. Elbette son 25-30 yıldaki dijital baskı tekniklerinin Gursky’nin işini kolaylaştırdığı da bir gerçek. Bu keskinlik aslında fotoğrafın genelini uzaktan seyretmenizi ve aynı zamanda yaklaşıp içindeki ayrıntıların farkına varmanızı ve tek bir görüntüde olabildiğince fazla katman yaratmayı sağlayan önemli bir araç.

Farklı dönemlerden birbirleriyle konuşabilen fotoğraflar

Sergiye dönersek... Hayward Gallery’nin iki yıllık bir yenilenme sonrası açılış sergisi olarak böyle bir sergiye yer vermesi anlaşılır bir şey. Elli yıllık geçmişi olan bu merkez, betonun katı formunu bir estetik olarak kullanan, geniş kullanım alanlarının kotlarla birbirinden ayrıldığı, brüt betondan merdivenlerden ikinci kata çıkıldığında gün ışığının içeri dolmasına izin veren bir tavana sahip, Brütalist mimarinin kayda geçmiş örneklerinden. Diğer yandan hem Gursky alanının en önemli isimlerinden biri, hem bu sergi İngiltere’deki bu ölçekteki ilk retrospektifi, hem de dahası Gursky’nin fotoğraflarıyla ulaştığı nokta Hayward Gallery’nin yapıldığı zamandaki iddiasıyla da paralel bir ilericilikte.

Andreas Gursky, Review

Sergi dolayısıyla çıkan eleştirilerde Gursky’nin fotoğrafı yeniden tanımladığına yönelik bazı yorumlar da var. Sanırım fotoğrafı yeniden tanımlamak büyük bir iddia ama Gursky’nin sürekli gelişen teknolojinin fotoğraftaki yansımalarını cesurca kullanarak -bir bakıma- fotoğrafın sınırlarını genişlettiği ve fotoğrafla resim yapıyor gibi bir tavra sahip olduğu söylenebilir. Aslında Gursky çok uzun zamandır, anlattığını daha da kuvvetlendirmek için fotoğraflarına dijital müdahalelerde bulunuyordu. Örneğin May Day V’de (2006) binanın içinde farklı zamanlarda bulunan insanları bir araya getirerek daha büyük bir kalabalık yaratması, Bahrain I’de (2005) olduğu gibi Formula 1 pistini göründüğünden de görkemli bir hale getirmesi veya Pyongyang VII’deki (2007/2017) gibi Kuzey Kore’nin önceki diktatörü Kim Il-Sung onuruna yapılan gösterilerdeki insanları çoğaltarak insanları ayırt edilemez hale getiren lekelere dönüştürmesi gibi dijital müdahaleler, var olan durumları Gursky’nin kendi anlatış biçimine uyarlaması olarak nitelendirilebilir.

Andreas Gursky, May Day V

Gursky, daha yakın zamandaki işlerindeyse artık varolan bir fotoğrafı değiştirmenin ötesinde tamamen yapay sahneler oluşturuyor veya eklediği unsurlarla anlamı değiştiriyor. Örneğin, sergide yer alan yakın tarihli işlerinden Review’de (2015) farklı dönemlerden Alman Şansölyelerini yan yana oturtup önlerindeki Barnett Newman resmine bakar şekilde gösteriyor; yüzlerini görmediğimiz bu kişilerin Gerhard Schröder, Helmut Schmidt, Helmut Kohl ve elbette Angela Merkel olduğunu anlıyoruz. Lehmbruck I (2013) isimli fotoğraftaysa Almanya’nın Duisburg kentindeki Lehmbruck Müzesi’nde tam olarak öyle olmayacağını düşündürten bir yerleştirme ve etrafındaki hayali bir performansı betimleyen sahneyi gösteriyor. Yeni dönemdeki başka fotoğraflarda da bunlara benzer dijital müdahalelerle yeniden oluşturulmuş veya düzenlenmiş sahnelerin mevcut olduğu fotoğraflar var, ki bunlar Gursky’nin fotoğrafta yaşanan değişimi kullanarak ürettiği işler olarak nitelendirilebilir. Bunun en farklı örneklerinden birinin 2013 tarihli SH I olduğunu söyleyebiliriz. “SH” Super Hero’nun (Süper Kahraman) kısaltılmış halini simgeliyor ve fotoğrafta gördüğümüz tropik bir ada olduğunu düşündüğümüz bir yerde alacakaranlıkta bir insanla romantik bir an yaşayan Iron Man, ki bu serinin diğer fotoğraflarında Superman, Batman ve Spiderman gibi başka süper kahramanların var olduğu sahnelerin kurgulandığını da belirtmiş olayım.

Dijital teknolojideki gelişmelerden yararlanan Gursky’nin son şahikasıysa cep telefonuyla çektiği ve mecrası dışında çok da müdahale içermeyen fotoğrafları. Bu fotoğraflar arasında Gursky’nin ABD’de, bulunduğu arabanın içinden çektiği, yol kenarındaki prefabrike binaları ve karavanları gösteren fotoğrafı Utah (2017) özellikle dikkat çekici. Teknik olarak ürettiği diğer fotoğrafların kalitesinin gerisinde kalsa da yine insanın doğada kapladığı yeri vurguladığı için önceki işleriyle tutarlı ve günümüzün görsel fenomeni haline gelen cep telefonuyla çekilmiş fotoğraflardan biri olduğu için de olabildiğince güncel.

Sonuç olarak Andreas Gursky’nin işlerini tam manasıyla anlamak ve keyfine varmak için gerçekten karşılarında uzunca vakit geçirmek gerekiyor. Fotoğraflarını internette veya basılı bir mecrada görmenin karşısına geçip baktığınızda yarattığı algıyı vermesi çok zor. Sanırım sırf bu nedenle de olsa gerek, kendi internet sitesinde, fotoğraflardaki detayların farkına varabilmeniz için birkaç kademeli bir zumlama olanağı sağlanmış. Andreas Gursky bundan on yıl kadar önce yayınlanmış BBC belgeseli Genius of Photography’de, teknolojinin sağladığı olanaklarla fotoğraflara kolayca müdahale edilebildiğini söylerken bunun resimde olduğu gibi ideal kompozisyonu sağlamak için bir araç olduğunu belirtiyordu. Fotoğraf ortaya çıktığında resmin öleceğinin söylendiğini hatırlarsak, bugün geldiğimiz noktada fotoğrafın geleceğinin ne olacağını da zaman gösterecek. Gursky dijital müdahalelerle fotoğrafın -neredeyse- sıfırdan yaratılmasının yolunu açan en bilindik fotoğrafçılardan biri, bundan sonraki adımlarını da dikkatle takip etmek gerek.

Comments


bottom of page