Sanatçı Jennifer İpekel’in “kolektif bir isyan” olarak, duyusal ve arkeolojik referanslar üzerinden kurguladığı Anne, İsyan! başlıklı sergisi 18 Temmuz 2021 tarihine dek Dirimart’taydı
Röportaj: Selin Çiftci
Jennifer İpekel, Fotoğraf: Berk Kır
Son serginizin itkisi nasıl gelişti; sergide yer alan çalışmalarınızdan bahseder misiniz; sergi nasıl bir çekirdek etrafında şekilleniyor?
Küresel ısınma ve diğer çevre sorunlarından önce kendi korkularımızla ve umutsuzluğumuzla başa çıkmamız önemli. Hayatın dönüşümünü hissetmek için önce kendimizi yeryüzünün yerine koymamız gerekiyor. Anne, İsyan! animizmden güç alarak yeryüzünün bizleri nasıl düşleyebileceği sorusunu sorar.
Bizler doğar, yürür, uçar ve göçeriz. Bunun sonucunda tekrar toprağa karışır ve filizleniriz. Doğanın ağzından isyan, bir başkaldırı ve ayaklanmadır. Yaşarken kendi başımızı kesebilmek, başsız olabilmek de ancak isyankâr ruhların ve bitkilerin dünyasına aittir. Bu sonsuz döngü içinde dolaşan sergide, varlıklar da birbirlerine mutlak bir dönüşüm içerisindeler.
Yuvarlak hayat çarkını anımsatan bir yol üzerinde yürüyen ayak formundaki seramikler birçok kültürün izini taşır. Orta Asya’da ayak bileklerine halkalar takıp, toplum düzenine karşı gelen dervişlere, kalenderiye ait ayak Na-Na İsyan, Afrika’da Kongo kültürüne ait içinde ruh barındığına inanılan ve korunma ile ilişkilendirilen çivilenmiş Yüklü Ayak, dönüşüm yaşayan bir tırtılın evi olan insan terliği/ayakkabı şekline giren ot Vahşi Dagga’ya, tanrılaşmış bitki formundaki heykeller Cennetin Sütü, Umay ve Koza eşlik eder. Bitkilerin gizli dili ise, doğa ile insan arasındaki ilişkinin köklü tarihinde gizlidir. Kağıt üzerine linol baskı ve mürekkep ile çalıştığım işlerin döngüsü bir tohumun doğumuyla başlar. Bitkiyle damgalanan ruh, hayat içerisinde ölüp yeniden dirilebilir. Vücut artık tanrısallaşmıştır. Nefesimize islenen bitkilerle nefes alırız. Sergide yer alan tüm bitkileri içinde barındıran Okyanus adlı resimdeyse tüm varlıklar birdir. Amerikalı natüralist Thoreau’nun Vahşilik mantrasından yola çıkarak özgürlük ve vahşilik kavramları bir düşünce şekli olarak benimsenir. Toprak altında belleğimizden silinmeye yüz tutmuş köklerimizi canlandırma çabasında bulunan kurgu, Çatalhöyük’teki ilk ev olan açık mezar yerleştirmesiyle son bulur. Tavandan inmiş bir portal, hayali perdenin ardında kendimizi toprak altında buluruz. Ağaç İçin Maske adlı yerleştirme bir ağacın imagosu, ölü maskesi etrafında şekillenir. Evin farklı katmanlarında, ağacın hafıza merkezi ve toprak üzerine yerleştirilmiş çukur tabaklarda ise yaşayanların belleğine ait izler vardır.
Jennifer İpekel, Soma Cennetin Sütü, Kil üzerine sırlar, 41 x 22 x 19 cm, 2021, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
Kariyerinizde hangi noktayı tarif ediyor bu sergi; nasıl konumlandırırsınız; önceki çalışmalarınızla nasıl bir ilişki kuruyor?
Anne, İsyan! hayat ve üretim bağlamında bir uyanış ve yeni bir ışığa yönelme ihtiyacının sonuçlarını tarif ediyor. Geçmişteki çalışmalarım ile animizm bağlamında köprü kuruyor. Konuşan ağacın mitolojik tarihini araştırdığım, insan ve doğa arasındaki müzikal konuşmayı arayan bir deney olan Yaqui ve Surem, interaktif teatral bir grup. Bitkilerin yapraklarına ve köklerine takıldığında bitkilerin dürtü ve etkileşimini kaydeden elektronik bir cihazla bitkilerin çevrelerini ve öğrenme kapasitelerini deneyimlediğimiz bir deneydi. Kariyer kapsamında nereye yerleşeceğini ise zaman gösterir.
"İnsanlar jeolojik bir güç haline geldiklerinin farkına varmalı. Bu durumda sanat dünyasının sadece tüketim odaklı olmadığını hatırlamak önemli. [...] Kolektif üretim, toprak ve doğayla iç içe çalışmayı destekleyen projelerin bizlere şifa vereceğini düşünüyorum."
Üretim sürecinize geldiğimizde nasıl bir mekanizma karşılıyor bizi, oradaki dinamiği bize tarif eder misiniz? Nelerden ilham alıp, neleri dert ediniyorsunuz; uyguladığınız ritüelleriniz var mı?
Üretim sürecim son yıllarda birçok değişime uğradı. Dağınık ve çocuk ruhlu bir insan olarak kendi düzenimi, dengemi bulmaya başladığımı hissediyorum. Pandemi dolayısı ile yer değiştirmek durumunda kaldım. Bodrum’da Dağbelen bölgesinde bir seramik atölyesinde çalışma fırsatı buldum. Tüm işler açık havada ateşe verildi. Raku, saggar, endüksiyon gibi yeni tekniklerle tanıştım. Dünya müziğinden ve doğadan ilham alıyorum. Kapitalist düzen içerisinde insanların kendilerini bilmeyişi, üstün görüp hayat veren doğaya, kadınlara ve hayvanlara davranış biçimini özellikle Türkiye’de daha çok sorgulamak zorunda kalıyorum. Bu yüzden köklerimizi hatırlamamız gerektiğini ve sürekli dengede olma çabası göstermemiz gerektiğini düşünüyorum.
İş yapmaya başladığınızdan itibaren sanat dünyasında işler nasıl değişti; gözlemleriniz neler?
Sanat dünyası her zaman değişim içerisinde olmalı. İlerisi için atacağım adım sanatın yerel bilgelik kültürü ve ekolojiyle ilgilenen tarafını incelemek ve bu konuyla ilgilenen insanlarla kolektif anlamda projeler üretmek olacaktır.
Jennifer İpekel, Anne, İsyan! sergi görüntüsü, 2021, Dirimart, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
Kariyerinizde kırılma noktası yaratan ya da sizin için çok önemli olduğunu düşündüğünüz, ayrı bir yere koyduğunuz bir eser ya da seriniz var mı?
Willam Blake’in Nebuchadnezzar adlı eserini gördüğümde çok etkilenmiştim. Babil Kralı Nebuchadnezzar kibir yüzünden aklını kaybeder ve hayvani deliliğe düşürülüp öküz gibi otlanan bir hükümdara dönüşür. Günümüzde de benzer kehanetlerin hak edenlerin başına gelebileceğini düşünüyorum. Bunun dışında kardeşimin seneler önce hediye ettiği Vakıf Mustafazade’nin Sevil Sevil adlı albümünün yeri benim için ayrıdır.
Niçin sanat yapıyorsunuz ve devam etmeye neden değerdi?
Yaratarak, kişi, yabancı olanda kendi imgesini çözümler ve özümser, bu nedenle insan yaratmalı. Yüksek oluşunu bir diğerine geçirmelidir. İyi sanatın gizli bir propaganda olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar açıklamaya ve anlamaya çalışsak da bazı işlerin ucu açık oluşu ve ileride anlam değiştirebilecek olması, nereye gideceğini tam bilemememiz büyük bir bütünün parçası olduğumuzu hatırlatıyor.
Türkiye’de sanat deyince aklınıza gelen/karşılaştığınız/var olduğunu düşündüğünüz çıkmazlar nelerdir ve bu konularda geliştirdiğiniz fikirleriniz ya da önerileriniz var mıdır?
Doğal kaynakların giderek azaldığı, çevre sorunları ile baş başa olduğumuz bir çağda yaşıyoruz. İnsanlar jeolojik bir güç haline geldiklerinin farkına varmalı. Bu durumda sanat dünyasının sadece tüketim odaklı olmadığını hatırlamak önemli. Kendi deneyimlerimden yola çıkarak yetişkin ve çocuklara yeni alışkanlıklar kazandırabilmeyi hedefleyen kolektif üretim, toprak ve doğayla iç içe çalışmayı destekleyen projelerin bizlere şifa vereceğini düşünüyorum. Yaklaşık bir senedir Ege’de yaşıyorum. İleriki zamanlarda bu konuları destekleyen çalışmalar yapmayı planlıyorum.
Comments