Cemre Yeşil’in kişisel arşivinden anne-çocuk ilişkisi odağında kurguladığı Double Portrait başlıklı fotoğraf sergisi 29 Mayıs tarihine kadar Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde devam ediyor. Sergiyi “annelik, beden, bağlanma ve kopuş” bağlamlarında değerlendirdik
Yazı: Canan Bolel
Cemre Yeşil, Double Portrait, 2021
Cemre Yeşil’in Millî Reasürans Sanat Galerisi için hazırladığı sergisi Double Portrait, ziyaretçisini sanatçının anneannesinin son saatlerini anlattığı bir metinle karşılıyor. Ölüm, gerçekliğimize yakınsayan bir şekilde, yerinden oynatılamaz ağırlığıyla bu serginin en ortasında duruyor. Etrafında ise Yeşil’in kişisel arşivinden sızan annelikler, bağlanışlar, kopuşlar, büyüyen ve yaşlanan bedenler var.
Dokuz yıllık bir araştırma, hazırlanma ve tanıklığın sonucu olan serginin çıkış noktasının izi, sanatçının üniversite yıllarına, bir Orhan Cem Çetin dersine dek sürülebilir. Her şeyi başlatan, Yeşil’in on dokuzuncu yüzyıl pratiği olan hidden mother (saklı anne) geleneğinin ürünü siyah beyaz fotoğraflarla karşılaşması olmuş. Hafızanın uçuculuğunun farkında olan ve bebeğini bebekliğiyle saklayabilmek için fotoğrafını çektirmek isteyen annelerin önündeki engel uzun pozlama süresiymiş. Fotoğrafları çekilene kadar bebekler ne sabit ne de sakin durabilirlermiş. Bebeklerini sabitlemek ve sakinleştirmek için anneler ya siyah bir örtü altına gizlenip bebeklerini tutmuşlar ya da şekilsiz bir koltuğa dönüşüp bebeklerini arkadan kucaklayıp fotoğrafı mümkün kılmışlar. Cemre Yeşil bu anne-bebek kucaklaşmasının zorunluluğunu ve bedenselliğini önce doktora tez konusuna, sonra da bir sergiye dönüştürmüş. Yeşil, sergisinde bu fotoğraf geleneğini anne-çocuk temasının neye tekabül ettiğini, zaman içinde bu temasın neye evrildiğini anlamak için bedensel temaslar üzerinden okuduğunu söylüyor. Örneğin, Victoria Devri fotoğraflarının saklı anneleri, saklı olmaktan uzaklar. Fotoğraflar, fotoğraftan silinmeye çalışılmış bedenlerin hakimiyetinde. Örtünün altında, gizlemeye çalıştıkları bedenleriyle bebeklerini kucaklayabilmişler. Görünmeyen bu kucaklayış anne ve bebeğin hayatları boyunca kaç kez tekrarlanmış acaba?
Cemre Yeşil, Double Portrait, 2021
Yeşil sergisinde, dokuz yıl içerisinde değişen bedeninin onu sarmalayan bedenlerle ilişkisini, kuşaklararası, kişisel hikâyesi üzerinden anlatıyor: Anneanne, anne, Yeşil ve oğlu. Tanıklıklarından doğan sergi, ötekilere, yani Yeşil’in kişisel hikâyesine dahil olmayan bize, bir davet. Bu cömert teklifi kabul edenler sanatçının oğlunun büyüyüşünü ve bebeği sarmalayan bedenlerin değişimini izliyor. Bu bedenlerden biri sanatçının kendini ve oğlunu mümkün kılan annesine ait. Yeşil, annesinin kucağındayken, annesi Yeşil’in kucağındayken, anneannenin yokluğu… Yeşil’in annesinin denizin ortasında, deniz tarafından sarmalanmış fotoğrafı, akla anne kaybından sonra mahrum kalınan kucağı ve kucaklayışı getiriyor. Böyle bir kayıptan sonra artık tam anlamıyla kucaklanmak mümkün olabilir mi?
Serginin kalbinde Yeşil’in anneannesinin koltuk takımı duruyor. Zaman içinde aşınan, döşemesi yıllar içinde birkaç kez değişen koltuklardan bedenlerin bıraktığı izler hiç silinmemiş. Koltuklar sergiyi ziyaret eden yabancı bedenleri, kendi kovuklarına kabul ediyor. Koltukların tam karşısında ana salon duvarlarına yerleştirilmiş yetişkin anne-çocuk portreleri var. Birbirlerine sarılmış bu çiftler sanki koltuklarda oturanları ortalarına alıyorlar. Bir nevî kolektif kucaklaşma…
“Çifte portreler” (Double Portrait), yaşlanmış anne bedenine sokulan yetişkin bedenlerle, yıllar geçse de anne kucağının formunun sabit kaldığı hissini veriyor. Fosil gibi... Sürekli tekrarlanmış, kanıksanmış bir kucaklaşmanın ardında bıraktığı benzersiz kalıntı. Tıpkı sanatçının oğlunun kumda, aynada ve doğumuyla annesinin bedeninde bıraktığı izler gibi, biricik. Kucakta bırakılan bu iz anne hayatta oldukça geri dönülebilecek bir mekân. Çocuk büyüdükçe anne kucağı uğraklığını yitirse de annenin varlığı geri dönüş ihtimalini canlı tutuyor. Bağ kopmuyor. İşte bu noktada annenin ölümü, bebeğin hayatta bıraktığı ilk izlerden birinin de kaybına tekabül ediyor.
Geçmişte kalmış bir fotoğraf geleneğini bedensel temas üzerinden okurken Yeşil, anne-çocuk arasındaki bağ kadar kopuşlara da değiniyor; ancak “ölüm”ü bu kopuşlardan ayrı tutuyor. Yeşil için ölüm, bu kavramı oğluna açıklarken de, annesinin olası ölüm ihtimalini düşünürken de dayanılmaz ve zor. Serginin Yeşil için iyileştirici bir yanı olduğu aşikâr -ki bunu kendi de doğruluyor. Sergisinin rollerinden birinin de “geçmişe dönük anneyi, ileriye dönük kendini iyileştirmek,” olduğunu söylüyor. “Anneyi iyileştirmek”ten kasıt, çocuğun bilinçli ve bilinçsiz anneyi “tamir etme” güdüsü. Annesinin gelecekteki ölümünün inkâr edilemez gerçekliği ve acısı Yeşil’in kendini iyileştirme gereksinimini ortaya çıkarmış. Oluşturduğu görsel arşiv, gerçekleşeceğinden şüphe duymadığı bir ölüme karşı kendini savunmasında yardımcı olurken, bir anne olarak bir gün gerçekleşecek olan kendi ölümü de tüm bu sarmala dahil. Yeşil ölüm ve yas konusunda Jacques Derrida’nın yazılarından beslendiğini söylüyor. “Hâlâ hayatta olan birinin yasını tutabilir miyiz?” Yeşil bu sorunun cevabını ararken kaydettiği anlarda sakladığı bedenler onun kurtarıcısı oluyor.
Cemre Yeşil, Double Portrait, 2021
Double Portrait esasında Yeşil’in beşinci senesinde sonlandırmaya karar verdiği doktora eğitiminin tez konusu. Yeşil’in akademi sonrası dilindeki değişimi, kurucusu olduğu FiLBooks’tan sergiye paralel çıkan fotoğraf ve metin kitabında takip etmek son derece ilginç. Tez danışmanının You are writing like an artist, not like a researcher (Bir sanatçı gibi yazıyorsun, araştırmacı gibi değil) yorumu Yeşil’i sanatçı ve/veya akademisyen olmak, bu kimliklerin ayrıksılığı hakkında düşünmeye itmiş. Sonunda kendini daha iyi ifade ettiği alanı seçip akademik dilin katılığından uzaklaşmış. Mevcut dilindeki esneklik ve erişilebilirlik, kişisel hikâyesinin paylaşımını mümkün kılıyor.
Yeşil’in bir fotoğrafında ufak bir elin avucunda sıkıca kavranmış, bir süre önce karaya vurduğu belli bir denizanası var. Denizanasının yaşamla ölüm arasında oluşu teması mümkün kılmış; ancak zehirleyiciliği meçhul, garip jölemsi dokusu ise davetkâr. Denizanasının diğer adı “medüz”. Athena’nın gazabına uğrayan Medusa’nın yılana dönüşmüş saçlarını çağrıştıran saçakları ona bu ismi vermiş. Medusa, Eski Yunancada koruyan, göz kulak olan, hükmeden anlamlarına gelen fiilden türetilmiş. Denizanasının anneliği buradan mı geliyor?
Sergide bizi karşılayan anneannenin son saatleri, bir bebeğin büyüme hızı ve tüm bu anlara sığdırılan kucaklaşmalar, kendi kucaklaşmalarımızı, dönebildiğimiz ve dönemediğimiz kucakları düşündürüyor. Kucağın yokluğu ve yokluk ihtimali sergi boyunca peşinizi bırakmıyor.
Kucaklaşmanın katmanlı anlamını açma denemesi olan Double Portrait 29 Mayıs’a kadar Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde ziyaret edilebilir.
Comments