top of page
Yazarın fotoğrafıBuğra Poyraz

Aslolan sevmektir

Türkiye operasına hayat vermiş sanatçılara ve etkinliklere değindiğimiz serimizde bu hafta Burcu Sayın ile Cengiz Sayın’ı sizlerle buluşturuyoruz. Başta İzmir sahneleri olmak üzere tüm Türkiye’de ve yurt dışında üstlendikleri başroller ve performanslarla opera severlerin yakından tanıdığı çiftle opera aşkı, disiplin ve sanatçı bir aile olmak üzerine konuştuk


Röportaj: Buğra Poyraz


Cengiz Sayın & Burcu Sayın


İzmir Devlet Opera ve Balesi gibi köklü bir operanın bünyesinde uzun yıllardan beri başrolleri başarıyla üstlenmek, hem de aile olmak neler hissettiriyor, bunları sizden işitmek isteriz.


Burcu Sayın: Ben bu yıl İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde 24. yılımı tamamladım. Cengiz de 28. yılını tamamladı. Kurumumuzda harika işler yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Başrolde olmak ayrı bir sorumluluk ve stres getiriyor beraberinde. Bence aynı evde iki sanatçı olmanın çok büyük avantajları var, elbette dezavantajları da var. Örneğin, heyecanımız ikiye katlanıyor… Ama yaptığımız işin ağırlığını ve stresini bilmek birbirimizi desteklemek anlamında çok güzel. Birlikte çalışmanın, müzik hakkında, eser hakkında yorum ve fikir alışverişi yapmanın çok geliştirici ve olumlu yönde katkısı oluyor.


Cengiz Sayın: İzmir Devlet Opera ve Balesi ailesi ile 1995 yılında, ben daha İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı son sınıf öğrencisiyken tanıştım. O gün oluşan şartlar, beni çok kısa diyebileceğimiz bir zamanda Figaro'nun Düğünü gibi çok zor bir operanın başrolü için hazırlanmaya itti ve böylece ilk profesyonel deneyimimi İzmir Opera ve Balesi ile 1995 yılının Nisan ayında yaşamış oldum. On gün gibi kısa bir sürede operayı ezberleyip, sahne çalışmalarıyla bütünleştirip, eserin prömiyerini ve galasını yapıp tekrar İstanbul'a döndüm. İzmir operası ile tanışmam böyle olmuştur. Aile dediniz ya, İzmir'e geldiğimde tam da böyle bir amatör ruhun bu kurumdaki herkesi kapsadığını gördüm. İzmir operasında herkes eserin başarıyla ortaya çıkması için elini taşın altına koyar, kendi eseri olmasa bile arkadaşına yardım eder. Birbirine sımsıkı sarılmış bir kurumdur İzmir operası. O yıllarda buradaki aile ortamı her eserin başarıyla çıkmasını sağlıyordu. Öyle imkânsızlıklar vardı ki, böyle bir ortamda böyle başarılı işlere imza atmak ancak yukarıda söylediğim fedakârlıklarla mümkün olabilirdi. Bu aile ortamını çok genç yaşta yaşamış biri olarak, bugün de aynı ortamı oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum. Örnek olması gereken yıllardı o yıllar!...



Opera sanatının gerektirdiği ağır çalışma, provalar ve aynı anda aile hayatında günlük ritimleriniz neler? Zorluklar neler?


Burcu Sayın: Açıkçası bir eserin çıkma aşaması gerçekten zor ve uzun bir süreç. Elbette eserin yoğunluğuna ve zorluğuna göre değişiyor bu zaman, ama en az iki-üç ayınız bir eseri çıkarmak, harmanlamak ve mükemmel hale getirmekle geçiyor. Eğer Cengiz ile yoğun dönemlerimiz denk gelmezse birbirimize destek olmaya ve hayatı birbirimiz için kolaylaştırmaya gayret ediyoruz. Ama aynı eserde isek biraz daha stresli oluyoruz ve organize olmak biraz daha dikkat istiyor. Çünkü biz provalardan dönünce gerçekten hem bedenen hem ruhen çok yorgun oluyoruz... Bambaşka bir karaktere hayat ve ses vermek inanın hiç kolay değil... Tabii temsil sonundaki alkışlar her zorluğu ve yorgunluğu unutturuyor.


Cengiz Sayın: Bir opera solisti iseniz ve hayatınız başrollerle geçiyorsa, bu hayata uygun yaşamalısınız. Yeterli uykuya, dikkatli beslenmeye, düzenli bir ev hayatına ihtiyaç duyarsınız. Bu ağır çalışma koşullarına, provalara ve özel hayatınıza özenle ve disiplinle yaklaşmalısınız. Konsantre olabilmek çok ama çok önemlidir. Hepimizin bildiği gibi hayat size neler getirir, neler götürür kimse bilemez. Hayatta yaşanabilecek her durum karşısında sizi ayakta tutan severek, aşkla, tutkuyla bağlı olduğunuz sanatınız (bu arada operayı bir “meslek” olarak görmediğimi belirtmek isterim) sizi hayata bağlar. Sanatınıza olan aşkınız zorluklarla başa çıkmanızı sağlar.


Opera solistlerinin bir haftası nasıl geçer?


Burcu Sayın: Biz her daim sağlıklı olmakla yükümlüyüz. Bu kolay değil. O nedenle kendimize çok iyi bakmamız gerekiyor. Beslenmeden uykuya her detay önemli bizim için. Açıkçası ben yürüyüş yaparım. Şimdi buna reformer pilatesi de ekledim. Haftanın üç.-dört günü fiziksel aktivite, var ise provaya gitmek, bireysel çalışmalar yapmak, müzikal çalışma, ezber, eserin konusunun detaylarını veya analizini yapmak, öğrencilerimizle ders yaparken yine çalışmak yine çalışmak...


Cengiz Sayın: Bir hafta ya da 30 yıl fark etmez. Aynı disiplin, aynı özveri, aynı konsantrasyon, her zaman daha iyisini yapabilme arzusu ve çalışmaları ve heyecan!... ☺



Sizi tanıyabilir miyiz? Mesleki özgeçmişiniz, eğitiminiz, üstlendiğiniz başlıca roller?


Burcu Sayın: Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunuyum. 14 yaşında girdim konservatuvara. 3 yıllık obua eğitiminden sonra Opera - Şan bölümüne girdim. Şan bölümünde Rahmetli Prof. Ali Müfit Bayraşa ile başladım şarkı söylemeye. Yüksek lisansımı Türkiye'nin en kıymetli şan pedagoglarından Sabahat Tekebaş ile yaptım. Onu da saygı ve rahmetle anıyorum. Sahne derslerimizi İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin kurucusu Necdet Aydın'la yaptık. Bütün kaybettiğimiz hocalarımızın mekânı cennet olsun. Yaşayanlara sağlık diliyorum. Armoni, solfej, müzik tarihi ve sanat tarihi… Her dersimizin içeriği dolu doluydu.

24 yılda 24 eserde rol aldım. Bunun dışında farklı opera evlerinde, farklı prodüksiyonlarda da çalıştım.


Cengiz Sayın: Burada üzerimde emeği geçen hocalarımı anmak isterim. Opera sanatına gözlerimi Attila Manizade (bas) ile açtım. Bugünkü opera sanatına bakışımın temellerini ona borçluyum. Allah rahmet eylesin, kendisini minnetle anıyorum. Müveddet Günbay beni üniversitede yetiştirdi, büyüttü diyebilirim. Kendisi şefkat dolu, iyi bir opera pedagogu idi. Ayrıca gerçek bir opera yıldızıdır. Ayrıca, hayatımı konservatuardan sonra tamamen değiştirecek olan Licinio Montefusco ile tanıştıran kişidir. Ve Licinio Montefusco!... Opera karakterimin oluşmasını sağlayan, bana opera öğretirken aynı zamanda hayat koçluğu da yapan, Cengiz Sayın gibi şarkı söylememin büyüsünü bana yaşatan bir dünya starı… Böyle bakıldığında, evet, şanslı bir insan olduğum doğrudur. Bütün emeği geçen hocalarıma teşekkürlerimi sunarım.



Unutamadığınız opera anıları var mı? Eş olmanızdan ötürü başınıza gelen enteresan ya da komik olaylar oldu mu?


Burcu Sayın: Elbette, unutamadığımız çok anımız var. Çok güldüğümüz, çok stres olduğumuz, ancak bu işin cilveleri... Her seferinde yeni bir şey yaşıyorsunuz, güzelliği burada. Opera canlı, anlık ve izleyiciye her temsil aynı görünse de bizim için hep yenidir...

Benim bir oyunda partnerim çok geç kaldı sahneye, benim oyalanmam gerekiyordu. Sahne arkası ekip koşuşturup duruyordu... Görüyordum, duyuyordum telaşı... Ömrümden on yıl gitti sanırım... Neyse ki kimse anlamadı... Ben de acısını çıkardım sonra; tabii komik anlamda...


Cengiz Sayın: Hayatım unutamadığım anılarla dolu. Canım hocam Attila Manizade ile Beşiktaş’a geçerken “sana bir kitap getirdim” deyip kocaman kalınlıkta, üzerinde Figaro'nun Düğünü yazan kitabı verdi. Dedi ki: “İzmir'den sana teklif var. Seni istiyorlar.” Ben de ona “Hocam daha öğrenciyken İzmir’den beni kim tanır ki? Şaka yapıyorsunuz” dedim. Bana “Çok ciddiyim, al bu kitabı, git eve, çalış, hepsini ezberle” dedi. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı ve zaten sonra da öyle kaldı. ☺ “Temsil ne zaman olacakmış?” dedim. “On gün sonra” cevabını alınca, önce bunun imkânsız olacağını düşündüm, ama o bana “Sakın ümitsizliğe kapılma. Başta hiçbir şey hatırlamayacaksın ama sonra hepsi bir bir dökülecek ağzından, inan bana. Git şimdi, çalış” dedi. Ve on gün sonunda İzmir’de Figaro’yu, daha sonra aynı kurumda çalışmaktan zevk alacağım, hepsi çok değerli sanatçı arkadaşlarım olan oyuncularla çok başarılı bir şekilde sahneledim. Bundan sonra hayatım hem yurt içinde hem yurt dışında eserleri hep kısa zamanda çıkarıp oynamakla geçti. Tabii bu daha yıpratıcı ve daha bağımlısı olduğum adrenalin duygusunu çoğalarak hayatıma sokmuştur.


Hazırlanmakta olduğunuz ya da sahnelemekte olduğunuz bir eseri çalışırken bu eve yansıyor mu?


Burcu Sayın: Elbette. Hem eserin teknik yönlerini hem müzikalitesini hem de doğru tonlamasını birlikte çalışıyoruz. Her eser, her dönem farklı bir teknik ve müzikalite gerektirir. Nefes tekniği çok önemlidir. Nefes hayattır ve bu işin en temeli doğru nefesle şarkı söylemektir. Ben Cengiz’e çok danışırım. Onun bilgisine ve tecrübesine inanılmaz saygım var. Birlikte çalışmak çok heyecan verici ve geliştirici... Bence evde doğru duyan bir kulağın olması büyük şans. ☺


Cengiz Sayın: Eğer Burcu ile aynı eserde oynuyorsak evde sadece teknik ve espressivo konuşuruz. Bunun dışında mümkünse konuşmamayı tercih ederiz. Konsantre olabilmenin en büyük sırlarından biri de beynini rahat bırakabilmendir. Bu yüzden evdeyken kendimizi başka şeylerle çok meşgul etmeyiz. Ama tabii ki prova aşamalarında öyle anlar yaşanıyor ki çok komik, çok acıklı ya da korkunç olabiliyor. Yukarıda asılı olan koskoca bir kütlenin aşağıya düşmesi, sahne çalışmalarının espressif yani yoğun duygu alışverişlerinin olduğu noktalarda çok komik olayların yaşanması vb. olaylar aslında bir eserin çıkma aşamalarının en sağlıklı anlarını oluşturur. Böylelikle bir aile ortamı, eserlere hazırlanırken tüm sıcaklığı ile kendini hissettirir. Aslolan sevmektir. Her şeyi sevmek! Gönülden bir frekans oluşturmak. Bu herkese bulaşır. Evet, bulaşıcı bir duygudur sevmek. Açamayacağı kapı yoktur.




Türkiye operalarında yıllar içinde olumlu ya da olumsuz nasıl gelişmeler gördünüz? Geleceğe yönelik öngörü ve temennileriniz nelerdir?


Burcu Sayın: Olumlu olarak söyleyebileceğim şu: Bazı şehirlere sahne yapıldı ve kadro anlamında istihdam sağlandı, gençlere yol açıldı. Olumsuz olarak söyleyebileceğim çok şey var maalesef... Sanatsal anlamda kalite biraz düştü... Yapılan sahneler kullanım açısından çok da opera sanatçıları düşünülerek yapılmadı maalesef. Hala çok eksikleri var... Eskiden daha kısıtlı imkânlarla daha çok temsil, konser vs. yapılıyorken şimdi sayı ve nitelik çok azaldı. Bizler belli bir yaşa kadar söyleyebiliyoruz ya da dans edebiliyoruz... Gönül ister ki repertuarımızda daha çok eser ve temsil sayısı ekleyelim. Hatta eserleri birkaç değişik prodüksiyonla taçlandıralım… Ben umudumu kaybetmiyorum. Güzel ellerde güzellikler yaratılmaya devam edilecek, yeter ki bizden sonra gelenlere çalışmanın, disiplinin önemini aktarabilelim.


Cengiz Sayın: Türkiye Opera ve Bale Kurumları, Cumhuriyetimizin yüz akı kurumlardır. Olmalıdır. Bunun olması için çalışılmalıdır. Türkiye’nin reklam yüzüdür bu kurumlar. Bu yüzden burada çalışan tüm arkadaşlarım bu farkındalıkla çalışmalarını sürdürmeli, yönetimler kapılarını yeni sanatçılara açık tutmalı, işin ehli, tecrübeli sanatçılarla beraber bu yolda yürünmelidir. Opera ve bale sanatı, sanat dalları arasında birinci sırada kabul edilir. Bu yüzden, bu kurumlar yaptıkları prodüksiyonlarda bu önemi ve kaliteyi kılavuz edinmelidirler. Bu kurumlar, sadece maaş amacıyla gelen memurların yeri asla olmamalıdır. Bir sanatçının memur kalıpları içerisinde değerlendirilmesi sanatçılığını ruhuna aykırıdır. Bununla başa çıkabilmenin yolu, başlı başına kendinle yarışmaktır, kendi değerlerini başkasınınkilerin önünde görmeden kaliteyi ön planda tutmaktır. Bu yüzden, gerçekten bu işe gönül verenler ile yola devam edilmelidir. Konuşacak çok şey olsa da bunu konusu sadece opera ve bale kurumları olan bir söyleşide değerlendirebiliriz.


Günümüzde özel eğitim kurumlarının da artmasıyla opera-şan bölümlerinde çok öğrenci eğitim alıyor. Bu öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?


Burcu Sayın: Az önce söylediğim gibi bu işin temeli nefestir. Doğru nefes almak, farkında olmak ve doğru kullanmak. Doğru tekniğin anahtarı budur. Bu işi sevsinler ve unutmasınlar ki dünyada en şanslı insanlardanız, çünkü istediğimiz ve sevdiğimiz bir işi yapıyoruz. Yarışları hep kendileriyle olsun. Gözlem yapsınlar. Bu, oynadıkları karakterler için temel oluşturur. En nihayetinde seyirci sahnede rol yapan birini değil, gerçek bir karakter görmek ve yaşamak istiyor. Onları ve kendimizi başka bir boyuta taşıyabiliyorsak ve gecenin sonunda başarmanın verdiği huzurla uyuyorsak, işte, dünyanın en güzel hissini yakalamışlar demektir. Daha ne istenir bu hayattan?


Cengiz Sayın: Onlara hayatın çok çabuk geçtiğini söyleyebilirim. Türkiye operalarının en geniş repertuvarına sahip sanatçılarından biri olarak (44 opera) şunları söyleyebilirim: Öğretmenlerine güvensinler, çok müzik dinlesinler, özellikle orkestra müzikler (opera hariç), majör - minör ton ayrımlarını müzik dinlerken hissetmeleri, kendi yapacakları müzikte oluşturacakları renkler ile çok farklı bir yorumun kapılarını açacaktır. Taklit etmesinler!!! Kendi sesleri ile doğal şarkı söylesinler. Unutulmasın, kendin gibi şarkı söylersen kendi imzanı da atmış olursun aslında.

Comments


bottom of page