top of page
Can Akgümüş

Atalet zamanı bükünce: Heplik ve hiçlik üzerine düşünceler

Burcu Yağcıoğlu’nun kişisel sergisi Küçük Kara Işık, 15 Kasım - 21 Aralık 2024 tarihleri arasında Galerist’te gerçekleşti. Sanatçı, kolaj, desen, porselen ve mekâna özgü yerleştirme gibi çeşitli teknikleri ve malzemeleri bir araya getirdiği çok katmanlı eserlerinde ataletin kökenlerine odaklanıyor


Yazı: Can Akgümüş


Burcu Yağcıoğlu, Atalet 1, 2024, Kağıt üzerine karakalem, akrilik ve aquarelle, kolaj, 54.5x68 cm (çerçevesiz), 67x80.5 cm (çerçeveli), Sanatçı ve Galerist’in izniyle


Küçük Kara Işık hem bir araştırma hem de hesaplaşma sergisi. Burcu Yağcıoğlu evrenin kanunlarını hayatımızın her gün dönüşmeye başlayan yaşam formüllerinin karşısına koyarak bir hesap yapmamızı ister gibi. Serginin çıkış noktası o kadar döngüsel bir yapıda ki sondan da başlasak doğru bir akışla tamamlanıyor. Kanunların acımasızlığına karşı kırılgan ve yumuşak fikirler mekânı dev bir kuytuya dönüştürerek izleyiciyi her yanından sarıyor. “Termodinamiğin birinci yasası enerjinin yok edilemeyeceğini, sadece dönüştürülebileceğini belirtirken; ikinci yasa, yani atalet yasası, enerjinin geri döndürülemez biçimde kaybedileceğini söyler. Bu yasaya göre, tüm sistemler er ya da geç durma noktasına gelir: Enerji kaybolur, organizmalar yaşlanır, yıldızlar ölür, makineler eskir ve tüm hareketler nihayetinde sona erer.” diyor Yağcıoğlu, sergi metninin en yüksek oktavına vardığında. Atalet, sanatçının üretimine yansıdığı zaman evreni anlama yolu olarak durmayı seçmek çok güçlü bir metafora dönüşüyor bu noktada. Sanatçı gördüğünü (deneyimi) anlatabilmek adına fonksiyonel yöntemler olarak benimsenen zamanı dondurma, muhafaza etme, zamandan bir kesit çıkarma gibi girişimler derin anlamlar kazanıyor.. 


Zamana müdahale etme fikri birkaç farklı fantasma yaratır. Bu işe kalkışan kişi bir sanatçı ise malzemeler eğilir, bükülür; küçülür, daralır, sonra genleşir, çöker, terler, akar ve gider. Peşi sıra yavaşlayan zaman durma noktasına doğru ilerledikçe imgeler genleşir, kat be kat büyür ve aurasını hızlı ve güçlü bir şekilde yayarak etrafına bulaştırır. Yağcıoğlu bakışımıza yönelttiği bu karanlıkta yanan ışıkla bizi meseleye her yönden yaklaşarak bu deneyimi yaşamaya davet ediyor. Sergi boyunca karşılaştığımız her bir yapıt, bir öncekinde zihnimizde uyanan soruyu aydınlatırken gelecek olan sorunun da cevabına dönüşüyor. Yağcıoğlu, termodinamiğin temel yasalarını önce çepeçevre kuşatarak onları cesurca sorguluyor, ardından ayraç gibi bazı sayfaların arasına ilişiyor. 


Entropi yasası, kapalı bir sistemde enerjinin sonunda kullanılamaz hâle gelerek ölüm ve durgunluğa ulaşacağını öngörür (ısıl ölüm kavramı). Varoluş felsefesi ise insanın ölüm bilinciyle yüzleşerek bu kaçınılmaz sonun yaşamın anlamını nasıl şekillendirdiğini sorgular. Entropinin evrensel olarak artışı, insanın anlam arayışının evrenin kayıtsızlığıyla karşılaşmasını fiziksel bir metafor olarak destekler. Serginin içine doğru ilerledikçe, bu metaforu düşünerek – ve varoluşumuzun kayıtsız kalamadığımız anlamlılık ilkesine de boyun eğerek –  nihilist bir yaklaşıma sığınıyorum. Devir daim mümkün değilse, daimliği devretmeden, anla sınırlandırabilir miyiz?


Burcu Yağcıoğlu, Atalet 2, 2024, Kağıt üzerine karakalem, akrilik ve aquarelle, kolaj, 54.5x68 cm (çerçevesiz), 67x80.5 cm (çerçeveli), Sanatçı ve Galerist’in izniyle


Nietzsche’nin Amor fati anlayışı, bireyin yaşamındaki tüm deneyimleri – iyi ya da kötü – tam bir kabul ve sevgiyle karşılaması gerektiğini savunur. Bu düşünce, Ebedi Dönüş (Ewige Wiederkunft) öğretisiyle de bağlantılıdır ve onun varoluş felsefesinin temel taşlarından birini oluşturur. Latince "kaderi sevme" anlamına gelen bu kavram, sadece kabullenmeyi değil, yazgıya coşkuyla bağlanmayı öğütler. İnsan, hayatındaki olayların kaçınılmaz olduğunu kavradığında, bunları bir yük olarak görmek yerine, yaşamına biçim veren anlam kaynakları olarak değerlendirmelidir. Ebedi Dönüş ise yaşamı daha derin bir sorgulama sürecine davet eder. Bu öğretide, her olayın sonsuz bir döngü içinde tekrar tekrar yaşanacağını düşünmek esastır. Kaderi sevmek zamanı döngüsel olarak düşünmekle mümkün olabilir. Bu, geçmişi ve geleceği anlamlı kılar. Öte yandan zamanı doğrusal olarak ele alan entropik süreçler ise geriye döndürülemez; sistemler sürekli olarak düzensizliğe yönelirken zaman geri çevrilemez ve mutlak yolla ilerler. Entropi zamanın kaçınılmaz doğasını soğuk bir gerçeklikle gösterir.


Eğer varoluşumuz aynı biçimde sonsuza dek yinelenecekse, bu durumu bir esaret mi yoksa bir özgürlük kaynağı mı olarak görürdük? Amor fati, bu bağlamda, bireye en zorlu anları bile kucaklayarak onları anlamlı kılmayı ve yaşamın her yönünü coşkuyla benimsemeyi önerir.

Entropinin kaçınılmaz düzensizlik ve çözülme süreçleri, varoluş felsefesi bağlamında bir çöküş değil, yeni imgelerin ve anlamların üretimi için bir zemin olarak görülebilir. Nietzsche’nin Amor fati ilkesi, bu süreçteki kaosu benimseyerek, insanı varoluşsal bir yaratım alanına davet ederken kaçınılmazlığı estetik ve anlamlı bir duruşla kucaklar. İnsan, evrenin fiziksel yasalarına tabi olsa da, bu yasaların sunduğu belirsizlik içinde kendi varlığını estetik bir anlamla şekillendirebilir. Entropinin mekanik gerçekliği, imgelerin sürekli dönüşümüne olanak tanırken, Amor fati bu dönüşümü kabullenip sevmeyi, yaratıcı bir güçle yeniden düzenlemeyi önerir. İmge üretimi böylece kaos ile uyumdan doğar; düzensizlik, varoluşun özüne dair derin bir estetik alan açar.


Yağcıoğlu, sergiyle ilgili bir söyleşisinde “Durmanın, ataletin soy kütüğüne bakmaya çalıştım.” diyor. Camus’nün Sisifos’unun kayayı zirveye taşıma çabasında olduğu gibi, insanlık da anlam arayışında sürekli olarak parçalanma ve karmaşa ile yüzleşir. Kaçınılmaz bir sona doğru ilerleyen bu düzende, bireyin kendi özünü bulma gayreti derin bir varoluşsal değer taşır. Bu çabanın temelinde ise ancak hareketsizlik içindeki potansiyeli, yani ataleti keşfetmek yatar.


İmge üretimi yapan sanatçı, entropinin düzensizlik yasasıyla karşı karşıya kaldığında, bu gerçeklik içinde varoluşun anlamsızlığıyla flört eden bir nihilizmle – sergide bana eşlik eden fikirlerden biri – yakınlık kurar. Ancak sanatçı için bu nihilizm bir çıkmaz değil, yaratımın başlangıç noktası olmalıdır; ataletin hareketsizlik içinde potansiyel barındıran doğası, bu süreçte sanatçının temel itici gücü hâline gelir. Atalet, entropiye bir öneri olarak, hareketin yokluğunda bile dönüşüm ve yaratım imkânı sunar. Sanatçı, imgelerin çözülüşüyle onları yeniden birleştirir; kaosu, varlığın yeni biçimlerine evrilen bir estetik oyun alanı olarak kullanır. Bu şekilde, nihilizmin anlam boşluğu, ataletin içindeki üretken sessizlikle aşılır ve imgeler entropik sürecin karşısında direnen bir yaratıcı dinamizme dönüşür.


Sanatçının üretim pratiği, kaos ve entropiye karşı bir direnç ya da uyum arayışı değil, bu güçlerle dinamik bir diyalektiğe giren yaratıcı bir süreçtir. Kaos, sanatçının formdan kaçan imgeleri yeniden anlamlandırdığı bir kaynak, entropi ise bu süreçte hem bir tehdit hem de bir fırsattır. Atalet, bu diyalektiğin merkezinde yer alır; yüzeyde hareketsiz gibi görünen bu durum, sanatçının içsel yaratım enerjisini biriktirip dönüştürmesine olanak tanır. Sanatçı, imgelerin dağılma eğilimini kucaklar ve bu çözülmeyi yeniden inşa etme fırsatı olarak görür. Bu yaklaşım, düzen ve düzensizlik arasındaki gerilimi yaratıcı bir oyun alanına çevirir, entropik yasaları sanatsal özgürlükle karşılar ve her çözülüşten yeni bir estetik gerçeklik yaratır.


“Zamanın yavaşlaması, ve durma noktasına gelmesi. En soğuk noktada her şeyin katılaşması, hareketin donması. Camların genleşmesi, çökmesi ve terlemesi. Tembel tanrıçanın (Aergia) ormanın gölgesinde ağaç gövdelerine hareketsiz uzanışı, boylu boyunca.


Çerçevelenmiş zaman bölünmüş ve zamanın kesiti alınmış. Sanatçı tarafından izole edilerek hapsedilen an, çerçevesinin içinde bozuluyor ve dışarı taşıyor. Isınan küçülüyor, küçülen katılaşıyor. Katılaşan fosilleşiyor. Yavaşın da yavaşında varlığını taşımaya devam ediyor. Çember dönüyor, öyle hızlı dönüyor ki sanki duruyor. Havada asılı kalan iki nokta arasında – heplik ya da hiçlik – bir çizgi şimdi sonsuza akar gibi akıyor. Karanlık ışık tam orada beliriyor.

Durmayı o kadar yavaşlatmalı ki, zaman o kadar genişlesin. Durma hızı azalsın, çözülme geciksin. O kadar yavaş olursan hayatta kalabilirsin. 


Kim bilir? Belki de sonsuza kadar.


Küçük Kara Işık, Sergiden görünüm

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page