Eda Sütunç’un 27 Aralık 2020’ye kadar Sanatorium’da devam edecek sergisi Gelecek Tezgâhları üzerine bir yazı dizisi yayınlamaktan mutluluk duyuyoruz. Gelecek Tezgâhları günümüzün mekanik dünyasındaki insan doğasının özünü ve robotik çağa içsel olarak taşıyacağımız özellikleri araştırarak teknolojiyle geçmiş, günümüz ve gelecekteki ilişkimizin bağını kuran sanatçı işlerinde geleceğe taşımak üzere daha akışkan düşünme biçimleri öneriyor. Yazı dizimize Eda Sütunç’un giriş niteliğindeki açıklaması ve Ekmel Ertan’ın Baklava isimli yazısıyla başlıyoruz
Yazı: Ekmel Ertan
Eda Sütunç, Baklava, 2020, Kinetik heykel, Epoksi, baklava, krom askı borusu ve yay, motor, raspberry pi, tel kablo , 190 x 175 x 100 cm, Fotoğraf: Zeynep Fırat
Sergi metnini ilk kurgulamaya başladığımda bu kısmı da bir sanat eseri olarak düşünmek istemiş semiyotik bir biçimde sergiyi anlatan daha deneysel bir form hayal etmiştim. Serginin ana sorunsalları olan insan makine dikotomisini, bu ikilemde arada kalma yalnızlığını, cinsiyet temelinden problemleştirdiğim ikili anlatımları yıkma çabamın bir araya geldiği bir manifesto yazmıştım. Bir koronun söylediği bu şarkı sergiyi gezerken izleyicilerin yanında onların kavramsal olarak eserlerle iletişim kurmasını sağlayacaktı. Sergi boyunca bir koronun her izleyicinin etrafında kümeleştiğini ve senkron bir şekilde serginin şarkısını söylediği bir senaryo olacaktı. Bu planım hayalimdeki formuna -fiziksel olarak gerçekleşmese de- kavramsal olarak bana destek olan dört metin yazarım sayesinde bir metafor olarak kavuştu. Dört kümeye ayrılmış ses çeşitliliğinin kendi sesimi bulmama destek olduğu bir çalışma oldu.
Sürecini tamamen saklamayı tercih ettiğim Gelecek Tezgâhları serisinde, sergi alanında izleyici yalnızca bitmiş eserlerle iletişim kurma şansı yakalarken sergi metni; sürecin yankılanan şarkısı rolünü üstlenmekte. Bitmiş eserlerin kusursuz görünmesi en büyük arzumdu. Beraber çalıştığım metin yazarlarımın farklı yazma biçimleri benim de rol aldığım akademik yazımı ve eleştirel düşünme alışkanlığını içinde bulunduruyor. Bu yazılar önce cevapları bulmak için yola çıkan sonra ise önemli olanın soru sormak olduğuna karar veren sanatçı kimliğimin kendi ötesine geçebilmesini sağladı. "Bugünkü ben" ve "olmaya çalıştığım ben"ler arasındaki iç seyrin sesi oldu.
O nedenle koromda yer almayı kabul eden ve bu süreçte bana destek olan seslere; Aylin Sunam, Can Batukan, Ekmel Ertan ve Elif Akçalı’ya çok teşekkür ederim.
Eda Sütunç
Eda Sütunç, Gelecek Tezgahları, Sergileme görüntüsü, Fotoğraf: Zeynep Fırat
Eda’yla Berlin’de Gorki Tiyatrosu’nda tanıştırıldığımda kısaca merhabalaşmıştık ama gözlerindeki “merak” diye tarif edebileceğim ışık, o akşam eve döndüğümde işlerine bakmama neden oldu. Ağırlıksız Yük gördüğüm ilk işiydi. Bu yazı aradan epeyi bir zaman geçtikten sonra hazırlamakta olduğu sergi hakkında Eda’dan aldığım bir e-posta üzerine başlamış oldu.
Bir uçan halı hangi malzemeden, nasıl yapılmalı? Bugünün bilgisiyle bunun için “başka” bir teknolojiye ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Teknolojik bir halı olmalı bu ama dokuma teknolojisi yeterli değil. Eda “başka” teknolojiler kullanmış, ama beklediklerimizi değil; Bir duyguyu ya da bir düşünceyi bir motife çevirip kilime işlemek böyle bir teknoloji işte; yüzyıllar içinde kurulmuş ve işlemiş bir teknoloji. Sadece o değil elbet, gıda teknolojilerinden epoksi döküme, DC motorlara, programlamaya kadar uzanıyor. Eda, Baklava Halısı’nda tüm teknolojileri birbiri içinde eritiyor. Motife adını veren tatlı ya da tatlıya adını veren motif, Baklava, birden çok katmanla geçmişi geleceğe taşıyan bir uçan halıya dönüşüyor. Engin bir hayal gücü ve korkusuz bir yapma becerisi ile, bir araya gelmesi imkânsız görünen tüm teknolojiler bir araya geliyor ve “Eda’nın Gelecek Tezgâhları”nda dokunmuş bir uçan halı çıkıyor karşımıza.
Kilim motiflerinden yola çıkan sanatçı baklava motifinin anlam ve çağrışımlarını, yani motifin hafızasını ya da toplumun bir motifte dil bulan ortak hafızasını, bir üst seviyede yeniden örmek üzere aynı kültürel geleneğin bir başka unsuruna, tatlı olan baklavaya aktararak eserine taşıyor. Gerçek baklavadan gerçeküstü bir halı dokuyor. O kadarla da kalmıyor, halı uçuyor. Son derece spekülatif bir o kadar deneysel bir işle baş başayız; bir o kadar da genç ve cesur. Bu karşılaşma yeni düşünce ufukları açıyor.
Eda Sütunç, Baklava, 2020, Kinetik heykel, Epoksi, baklava, krom askı borusu ve yay, motor, raspberry pi, tel kablo , 190 x 175 x 100 cm, Fotoğraf: Zeynep Fırat
Tüm teknolojileri ve bir teknoloji olarak kültürü tek bir işte birleştirirken, her bir ögeyi, kilimi, baklava motifini, tatlılardan baklavayı, uçan halı efsanesini/fantezisini kendi bağlamlarından koparıp yepyeni bir bağlam kurarak bir araya getiriyor. Yarattığı eser hepsini barındırıyor, hiç birisini dışında bırakmayan güçlü ve yeni bir imge yaratırken, bilinmeyen bir gelecek yerine “bilmek” istediğimiz bir geleceğin duygusunu örüyor.
“Bir yandan kişisel olarak da robotlaşmaya başladığımı ve duygularımı kaybettiğimi hissediyordum” diyor Eda, teknoloji sevgisi ve dijitale olan ilgisine dair. Baklava’da teknolojileri birbirine örerken, bugünün dijital teknolojileriyle kaybettiğini hissettiği duygularını organik malzemeyi işe katarak geri kazanıyor. Yarattığı “robotu” kendi kontrolü dışında işleyen ve yaşayan bir nesneye dönüştürüyor. Baklavalar çürümeye devam ediyor, hayat robotun içinde sürüyor, eser sibernetik bir yaratıya dönüşüyor. Sizi geçmişin yüküyle geleceğe taşıyan uçan halı önünüzde dalgalanıyor.
Eda işlerinden söz ederken teknolojiye ve dijital olana vurgu yapıyor. Ağırlıksız Yük’ü (ilk) analog-dijital işi olarak tanımlıyor. Yaşadığımız post-dijital zamanda her şey dijitalleşmişken dijitale yapılan vurgu ne anlam taşıyor? Christiane Paul eskinin Yeni Medya Sanatı işlerini bugün Dijital Sanat diye anıyor. Eda’nın vurgusu da bu yöndeymiş gibi geliyor bana, dijitale Yeni Medya’nın taşıdığı anlamı yüklüyor. Yeni Medya Sanatı dijitali kendine işaret eden bir medyum olarak kullanarak, teknolojiyle, özellikle dijital teknolojilerle dönüşen hayatlarımıza, algılama ve kavrama biçimlerimize yorum ve eleştiri getiriyordu. Ben hala bugün üretilen işler içinde yeni medyayı ayrı bir çerçeve olarak tutuyorum; dijital ile yeni medya aynı şey değil. Eda dijitale yaptığı “vurguyla” dijitali bir aracı (araç) olmaktan çıkarıp işin medyası haline getiriyor. Ağırlıksız Yük’te -Eda’nın dijitale yaptığı vurgunun değil de- dijitalin (dijital ögenin) rolü ne? Bence ikame bir rol. Eda “… kadınların deneyimlediği duygusal işgücü. Bunun ağırlığını çok hissettim (…) fiziksel dünyada çıplak gözle görünmeyen bir şey. Duygusal işgücünün bir ağırlığı var ama kiloyla ölçülmüyor işte.” diyor. Dijital olan fiziksel olmayan ağırlığa gönderme yapıyor; yani dijital öge geniş anlamıyla “dijital” olanla (dijitalleşmeyle) ilişki kurmuyor. Bir soyutlamanın aracı oluyor sadece, dijitale referans vermeyen bir sembolleştirmeyi “ikame” ediyor. Bu anlamda bu iş evet, dijital ama -benim çerçevelememle- yeni medya işi değil. Hatta Eda dijital olanı bir bavulla saklıyor, sanki özenle dijital dünyaya referans vermemeye çalışıyor.
Eda Sütunç, Baklava, 2020, Kinetik heykel, Epoksi, baklava, krom askı borusu ve yay, motor, raspberry pi, tel kablo , 190 x 175 x 100 cm, Fotoğraf: Zeynep Fırat
Fakat izleyici için (ben izleyemedim ama) sanırım iş -farkında olarak veya olmayarak- kaçınılamaz biçimde “büyük dijitale” dolaylı olarak bağlanıyor. İzleyici bir (Tv) ekrana baktığını biliyor. Görüntü yukarıdan bir projeksiyonla yansıtılmış değil, olsaydı farklı olurdu. Tv’nin devreye girmesi taşları daha da hafifletiyor; soap operalar gibi, yalan haberler, kurmaca gerçekler gibi. Tv’nin fiziksel ağırlığına rağmen taşlar, -iş,- hafifliyor. İş görünmez bir biçimde -Eda’ya rağmen- dijital olana bağlanıyor. Bu “duygusal işgücü”nün ağırlığına ne ekliyor ya da çıkarıyor?...
Baklava da dijital teknoloji kullanan bir iş ve Eda da öyle sınıflıyor. Bu işte de dijital öge (bu durumda motorlar, programlama gibi) yeni medyaya işaret etmiyor, sadece bir aracılık yapıyor. Başka teknolojiler de var işe dâhil olan, bugün teknoloji olarak anmadığımız, sıradan üretim teknolojileri: baklava da endüstriyel bir ürün en azından, ya da daha önce değindiğim gibi kültür de bir teknoloji (dil gibi). Böyle olunca “dijital” medyumdan çok araca işaret ediyor ki post-dijital zamanda her şey dijital. Dijital artık sıradan bir teknoloji, kendisine dair bir eleştiri getirmiyorsa vurgu çok da gerekli değil. Belki vurguyu başka bir yere yapabiliriz: bütün bu teknolojilerin parça parça işin medyumunu oluşturduğunu düşünürsek Eda’nın işleri için post-medya işleri diyebiliriz. Artık hiçbir medya kendi başına başat bir anlam ifade etmiyor. Eda tam da bu “post” ön-ekiyle tarifli uzun ve belirsiz geçiş dönemimizde samimiyet ve cesaretle zamanını sorgulayan öte yandan zamanına yol gösteren işler yapıyor.
Comments