top of page
Ozan Ömer Akgül

Tuğçe Tuna’nın Beden Damlaları üzerine “fragman düşünceler” ve sorular


Bu yazı, 15. İstanbul Bienali kapsamında yer alan Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda seyirciyle buluşan Tuğçe Tuna’nın Beden Damlaları başlıklı yeni koreografisinin/performansının bir eleştirisini ve tanıtımını yapmaktan ziyade, Tuna’nın ortaya çıkarmış olduğu koreografinin/dansın/anlatının açtığı dünyaya eşlik etmek ve bedenle ifade edilen dünyayı ve hareketin bizde bıraktığı “an”ları “fragman düşünceler” şeklinde ve “sorular” sorarak ifade etmeyi amaçlıyor.

Fotoğraf: Murat Dürüm

Beden nasıl bir politik alanda ve toplumsal bir yaşayış biçiminde mevcut olabilir? Bunun sınırını yasalar mı, yoksa bedenler mi belirler? Bedeni tanımlayan ve tesis eden iktidar düşüncesini görmek bizim için ne anlam ifade eder? “Eksik” bir beden ile (engelli ya da özürlü olarak nitelendirilen bedenler) “tam” bir beden arasında nasıl bir ilişki vardır? “Eksik” bir bedeni tamamlamaya mı çalışılmalı ya da onu mevcut haliyle mi benimsemeli? Ya da tam olan mı eksik gösterilmeli? Yoksa bir dünyayı, yaşama alanını oluşturan bedenlerin komşuluğundan bahsedebilir miyiz? Bu komşuluk zorunlu bir durum mu yoksa uzlaşma sonucunda mı ortaya çıkar? Uzlaşma nasıl gerçekleşir? Ve uzlaşmak ne anlama gelir? “Komşu beden” ile “göçebe beden” arasında nasıl bir ilişki olabilir? Komşuluk aslında uyuşmazlık üzerine mi kuruludur?

Fotoğraf: Murat Dürüm

1. Bedenin sınırları, komşuluğu, hafızası, bütünlüğü, eksikliği, paylaşımı, isyanı ve görünüşe gelme/çıkma eylemi...

2. İnsanı “kusursuz” yaptığı iddia edilen bedenin bütünlüğü ve tekliği fikrinin bir yanılsama olduğu...

3. Tamamlanmak yerine eksikliği kabul etmek, bedenin sadece kendinden menkul bir var olma biçimi olmadığını ve bedenin komşu bir “öteki” bedene olan ihtiyacını görerek bedenin “sınırları” üzerine konuşmak ve anlamaya çalışmak...

Fotoğraf: Murat Dürüm

4. Beden; hiyerarşi kurmadan, yatay bir düzlemde mekânı kaplayan, başı-sonu olmayan bir uzam içindeymiş gibi bir kök ya da köken aramayan ve bu oluş içinde her zaman “yeni” karşılaşacağı bedenlerle ilişkisellik içinde olan bir görünüş, bir duyuş ve bir kavrayış... Bu beden düşüncesi veya “tahayyülü” bizleri kaçınılmaz olarak politik bir mekân ve düşünce içerisine çeker. Beden hiyerarşik bir uzamda değil, öteki bedenlerle uzam içinde karışan, bir başka bedenle salt bir nedensellik bağıyla bağlanmadan temas eden, göçebe bir düşüncenin “yuvası” olan bir alan olarak da okunabilir.

Böyle bir beden düşüncesi yersizyurtsuz’dur. Bu düşünceye içkin benden bir şehre, bir insana, bir yöreye ve bir düşünceye kayıtsızca bağlanmaz; aidiyetliğin içini boşaltıp, tek bir beden içinde yaşamaya ve bir mekanizmaya ait olmaya mesafelidir; hâkim düşüncenin, kanıksanmış aşkın, hiyerarşik temasın dışındadır; hem kendi mevcudiyetini hem de “öteki” bedenlerin kayıplarıyla, biriktirdikleriyle oluş içindedir.

5. Bir tarihi mekânın çatışında birleşmek, daha doğrusu karşılaşmak...

Mekânı imkânlarıyla birlikte aşarak bir beden düşüncesi oluşturmak...

Mekânla uzlaşmadan, tahakküm ilişkisi kurmadan duyumsamak ve hatırlamak...

6. Bir “mekân” olarak tarihi bir alanda farklı bedenlerin kabulü ve birbiriyle teması mümkün mü?

Mekân, beden tarafından aşılarak alımlayıcılarla birlikte bir oluşa imkân tanıyabilir mi?

Fotoğraf: Murat Dürüm

Soruların mutlak bir cevabını bulmak yerine, soru sormaya devam etmek...

Soru sormak –felsefede– kaçınılmaz olarak “yolda” olmakla (“göçebe olmakla”) ilgilidir.

Bedenin yolu ve yolcuğu...

Beden damlalarının var olma biçimleri...

Başı veya sonu olmayan bir yolda olmak ve bu yolda tanıklık etmek diğer bedenlere...

7. “Beden sana ait olanı, önce ve sonranı biriktirir. Beden hatırlar ve dönüştürür.”

Beden bu yüzden hep bir oluş içindedir. Oluş içindeki diğer bedenlerle farklılıklarıyla birlikte mevcuda gelir. Oluş içindeki mevcuda geliş farklılıkları, görünmeyenleri ve gizlenenleri görünür kılar. Beden bunu yaptığı takdirde, duyuşa ve görünüşe gelerek mevcut olur.

8. Beden komşuluğu da bir uyuşmazlık mıdır veya aynılık mıdır?

Aynılaşmak farklı değerlerin yok oluşunun önünü açmaz mı?

Uyuşmazlık; görünmez olanların, görünür olmasını ve paylaşılabilirliğin imkânını sunmaz mı?

Uyuşmazlığın durmadan görünür kılınması sanat alanını ve politik düşünceyi dönüştürmek için bir mücadele biçimi olabilir mi?

Beden (göç etmek zorunda olan, göçmen bedenler); denizi aşarak, hayatı aşarak, kendisini aşarak, normları aşarak mücadele edilen bir alana dönüşemez mi?

9. Beden [düşüncesi] bize mi aittir?

Bu soruya da mutlak bir cevap bulmak mümkün mü?

Fotoğraf: Murat Dürüm

Konsept, Koreografi ve Yönetmen: Tuğçe Tuna Performans Sanatçıları: Ekin Ançel, Pınar Akyüz, Koray Çivril, Gülçin Erdiş, Aybike İpekçi, Erdem Kaynarca, Melih Kıraç, Hilal Sibel, Pekel, Sinan Özer, Tuğçe Tuna Ses Tasarımı: Tuğçe Tuna, Vahit Tuna Işık Tasarımı: Utku Kara Proje Prodüksiyon Asistanı: Yonca Hiç Sahne Amiri: Lale Madenoğlu

コメント


bottom of page