İlker Cihan Biner, Art Unlimited’ın Mart 2016’da yayımlanan 35. sayısı için hazırladığı yazıda, Julia Kristeva’nın abject kavramından yola çıkarak Milo Moiré’nin üretimini yorumlamıştı
Milo Moiré, Fotoğraf: Marc P.
Yanan bir mumdaki tek gerçek alevinin sürekliliğidir. Alev bir aşağı bir yukarı ya da bir sağa bir sola yansıyarak sürekliliğini sağlar. Beden de tıpkı yanan bir mumdaki alev gibi sürekliliğe sahiptir. Bedenin katmanları sürekli olarak işler ve böylelikle organizma daimi olarak değişimle var olur. Fakat her bedenin işleyişi aynı değildir. Beden tekildir. Bedenin tekilliği bir süreç olduğu için bir bedenin neler yapabileceğini bilemeyiz. Asırlar boyunca bu “bilinememezlik” halinden dolayı beden tehlike olarak kabul edilmiştir. Beden önce, Antik çağlarda ruhun hapishanesidir. Bu çağlarda ruh öze, beden ise yanılsamaya tekabül eder. Beden geçicidir. Ruh sonsuzdur. Bu fikir tek tanrılı dinlerde de vücut bulur. Moderniteyle birlikte be- denin biçimi değişir. Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözü bedeni akla indirger. Akıl artık modernitenin yeni tanrısıdır. Bedenin ruhtan sonraki yeni iktidarı akıldır. Aklın tahakkümü günümüzde de sürer. Bedende merkeze yerleştirilen akıl, bedeni yönetir. Bilimde, sanatta, politikada aklın hâkimiyeti artık bir norm haline gelmiştir. Akılsız ya da akıldan yoksun beden dışlanan bedendir. Görüldüğü üzere, iktidarların ağında tarih boyunca sürekli biçim değiştiren beden, edilgendir.
Edilgen bedenin içi ve dışı
İktidar ağlarına hapsedilen beden iç ve dış ayrımlara tabi kılınır. Bedenin iç ayrımları onun iç organlarıdır. İç organlar kapatılması gereken organlardır (bilhassa cinsel organlar). İç ayrımlar dış ayrıma bağlıdır. Dış ayrım ise bedenin görünümüdür. İşte bu iç ve dış ayrımı bedeni edilgen kılar ve onun yüzeyi bir mühür haline gelir. Julia Kristeva Korkunun Güçleri adlı kitabında bedendeki iç ve dış ayrımına işaret eder. Tiksinçlik (abject) mefhumu bedeni ikiye bölmede oldukça kullanışlıdır. Tiksinç olan, bedende sınır oluşturucu bir tabudur ve münferit bir öznenin inşasına yardımcı olur. Kristeva’ya göre tiksinç olan bedenden atılanı, dışkı olarak boşaltılanı ya da öteki olanı ifade eder. “Ben-olmanın” dışında gelişen bu ötekilik öznenin dış hatlarını belirler. Bedene sınır koymanın yöntemi aslında ondan bir parçanın dışarı çıkarılıp pisletici bir ötekiliğe itilmesidir. Öznenin bu dış hattı tam da özneden neyin dışarı atıldığına bağlıdır. Öznedeki iç ve dış ayrımı bedeni kimlikli bir hale büründürür. Kimlik, nelerin içeride tutulup nelerin dışarıda tutulduğuyla alakalıdır. Cinsiyetçilik, homofobi, transfobi ve ırkçılık bedenleri cinsiyetleri, cinsellikleri ve renkleri nedeniyle ötekileştiren, dışarı iten edimlerdir. Kristeva’nın dışarı atılan tiksinçliğin kullanışlılığına işaret etmesi de işte bu yüzdendir. “Öteki” ya da bir dizi ötekinin dışlama ve tahakküm yoluyla tesis edilmesine dayanan kimlikler tiksinçliğin işleyişiyle pekişir. Öznenin iç ve dış ayrımı arasındaki incecik çizgi toplumsal normlar ve denetimdir. Öznenin içi dışa dönüşerek kendini kapatır. Bedendeki yüzeylerin mühürlenmesi böyle gerçekleşir. Yüzeylerin mühürlenmesi öznenin kesintisiz sınırıdır. Özneden fışkıran her tiksinç nesne her halükarda bu mührü kırar.
Bedendeki iç ile dış ayrımını alt-üst eden bir sanatçı: Milo Moiré
Özneyi toplumsal normların üretiminde istikrarlı kılan bedendeki iç ve dış ayrımlarıdır. Peki, bu özne sarsılırsa ne olur?
Sanatçı Milo Moiré’in bahsedeceğim iki performansı tam da bahsettiğim normatif özneyi alt-üst eder. Moiré’in 2014 yılında Almanya’da Art Cologne’un açılışındaki PlopEgg performansı bedendeki iç ile dış ayrımını yerle bir eder. Sanatçı mürekkep/ boya enjekte edilmiş yumurtaları vajinasına yerleştirir, kendisi için kurulmuş platformda durup, beyaz zemin üzerine bu yumurtaları bırakarak boyama işlemini gerçekleştirir. İşte bu boya işlemine sanatçı PlopEgg der. Sanatçının vajinası toplumsal normlar bağlamında bedenin içini temsil eder. Performansta vajinanın Plopegg adlı eseri ortaya çıkartması bedendeki iç ile dış ayrımını alt-üst eder. Üretilen resmin estetiği toplumsal normlara aykırı tiksinçlik kaynağı olarak sayılan vajinanın içinden gelir. Bedenin iç coğrafyası (iç organlar, genital bölgeler ve benzerleri) ile dış coğrafyası arasında bir farkın kalmaması sanatçıyı toplumsal normların ve denetimin ötesine taşır. Ayrıca Moiré sanat tarihinde kol gücüne dayanan ataerkil sanat geleneğine de baş kaldırmış olur.
Moiré bir diğer performansını LWL Sanat ve Kültür Müzesi’nde düzenlenen etkinlikte gerçekleştirir. Sanatçı çırılçıplak soyunarak, kucağına aldığı çıplak bebekle, nü tabloların arasında dolaşır. Performansta ilginç olan müzedeki ziyaretçilerin Moiré’ın çıplak bedenini gördüklerinde başlarını öne eğmeleri ve utanmalarıdır. Duvardaki nü tabloya bakarken utanmayan ziyaretçiler neden tabloların arasında dolaşan Moiré’in çıplak bedeninden utanır? Bu utanç sanatçının bedenin iç ile dış temsillerini alt-üst etmesinden kaynaklanır. Bedenin içine ait bölgeler dışarıdadır. Bedenin dışarısı ile içerisi arasında artık bir fark kalmamıştır. İşte böyle bir performans toplumsal normlara bir başkaldırıdır. Libido kökenli arzunun sıfırlandığı ve bedenin faşist temsillerinin tahakkümü altında yaşadığı bir çağda Milo Moiré’in bu iki performansı bedene koyulan iç ve dış sınırları aşıyor ve yaşamı olumluyor.
Bir varoluş estetiği
Foucault, yaşamı bir sanat yapıtına dönüştürmekten bahseder. Milo Moiré yaşamını bir sanat yapıtına dönüştürmeye çabalasa da Moiré’in bu performansları onun kendi yöntemi. Moiré’in yöntemlerini birebir tekrarlamak onu taklit etmektir. Ayrıca bedenin sadece iç ve dış temsillerini alt-üst etmek kuşkusuz yaşamı bir sanat yapıtına dönüştürmekte eksik kalır. Bedenin bütüncül kudretini / gücünü olumlamak da varoluş estetiğinin bir parçasıdır çünkü her beden tekildir. Tekillik bedene fark katar. Bir beden kendine fark kattığı sürece o bedenin neler yapabileceğini asla bilemeyiz.
Comments