top of page
Saliha Yavuz

Ben bir Berlinliyim!


2015’ten bu yana etkinliklerini sürdüren Toz Artist-Run-Space, Mart ayında Toz kurucularından sanatçı Elvan Ekren ve Özgül Kılınçarslan’ın küratörlüğünde Ich bin ein Berliner (Ben bir Berlinliyim) sergisine ev sahipliği yaptı. Başlığını Kennedy’nin,

26 Haziran 1963 tarihinde Berlin’de yaptığı konuşmada sarfettiği “Ich bin ein Berliner!” deyişinden alan sergide; Yaşam Şaşmazer, Mehtap Baydu, Fatih Kurçeren, Hazal Kara’nın işleri yer aldı. Her biri bir süredir Berliner olan dört sanatçı Toz’daki işleriyle aidiyet, kültürel melezleşme, gitme hali ve gönüllü göç kavramlarını ele aldı. Saliha Yavuz sergi izlenimlerini Art Unlimited için yazdı.

Fatih Kurçeren, Benim Deutschland, Farklı boyutlarda arşivsel pigment baskı, 2005-2017

“…kişi, kendi yerinden edilmişliğiyle ya da kendisine ait olandan kopuşuyla yaratıcı bir biçimde baş etmek zorundaysa, ilk önce kendi kendini yeniden yaratmak zorundadır.”

Özgül Kılınçarslan, Ich bin ein Berliner sergi metni

Sergi, bugünlerde sıkça konumuz gitme planları, gitmenin iyi ve kötü tarafları, sanatçı ve aslında kişi için nelere vesile olduğu sorularını tekrar düşündürüyor. Gidince kendini bulacağını, kaçacağını, uzaklaşacağını daha da yaratıcı, üretken olacağını düşünenlerden bazıları bugün uzaktan bakıp, 'bir gün geri dönme' planının sadece varlığıyla mı motivasyon buluyor olabilirler mi acaba? Kalanlarsa arkalarından bakıyor. Bakıyoruz. Peki sanatçı, tüm kişisel ve toplumsal dertlerini, halini sanatı ile dışa vuran kişi neden gidiyor, gidince ne oluyor, gitmek yeni kapılar mı açıyor yoksa sadece kendini bulmak adına bir yol mu yaratıyor?

Türkiye’nin modernleşme sürecinde devletin Avrupa’ya yolladığı ressamlar, sanatçılar oldu. Bu durum Avrupadaki sanat akımlarını ülkeye taşımayı hedefleyen, yeni bir sanat algısı yaratmayı amaçlayan bir devlet hareketiydi. 60larda ise Avrupa’ya işçi göçü oldu. İlkinde kariyer amaçlı bir göç hali varken ikincisinde zorunlu, çalışmak ve hayatta kalmak adına bir göç sözkonusuydu. Bugün ise devletin önünüze çok da resmi ve tanımlanabilir olmayan ama politik ve finansal boyutta engeller koyduğu, bir yandan da global anlamda birçok olanağın olduğu bir dönem. Sanatçılar modernleşme sürecinde hem devlet için hem de kendi kariyerleri için giderken, bugün çağdaş bir sanatçı için gitmek, başka ülkelerde, şehirlerde yaşamak, üretmek olmazsa olmazlardan. Kısa süreli gidişler günümüz kuşağı için gayet olağan. Sınırların sadece fiziksel ve politik olarak varolduğu ama duygusal anlamda devlet, ulus kavramlarının sorgulandığı bu çağda tamamen gitme hali nasıl bir bilinç ve akış ile gerçekleşiyor sorgulanıyor. Bu gidişler neden gerçekleşiyor, nerelere vesile oluyor ya da olması bekleniyor?

Önce belki kariyer için, sonra “memleketin elle tutulur bir tarafı kalmadı,” “burada nasıl sanat üretelim ki,” gibi düşüncelerle gidip “nerede var olabilirim?” sorgulamasını takip eden bir gitme durumundan söz edilebilir diye düşünüyorum. “Nerede var olabilirim?” sorusu önemli çünkü beraberinde “kendimi nereye ait hissederim?” de geliyor. Bu noktada Elvan Ekren’in aktardığı Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabındaki Kubilay ve Marco Polo’nun hikayesi aklıma geliyor. Hikayede Marco Polo, Tatar Hanı Kubilay’a gördüğü kentleri kendi kent tanımlaması ile anlatıyor. Kubilay da hiç görmediği kentler üzerine Marco Polo’nun tanımlaması ile düşünmeye başlıyor. Bu noktada kitapta yer alan şu cümleler manidar oluyor: “Başka yer negatif bir aynadır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır. Sahip olmadığı ve olamayacağı kalabalığı keşfederek.” Sergide yer alan sanatçılar gibi, Türkiyeli ama başka ülkede yaşamayı seçen sanatçı, kişi için de benzer bir durum söz konusu. Kendi tenhalarını tanımak adına başka kalabalıklara, bu sergide andığımız üzere Berlin’in kalabalıklarına karışan sanatçılar kendi aidiyetlik hislerini aktarıyor. Ne oralı olup orayı kendilerine gerçekten yer ediniyorlar ne de bir turist edasıyla yüzeysel bir şekilde varoluyorlar. Arada kalanın, arada olmanın verdiği huzur ile üretimi gerçekleştirmenin tadına varıyorlar. Burada gönüllü göçmenlik kavramı söz konusu oluyor. Almancılar ile aşina olduğumuz çalışmak üzere göç edenin debelenme ve çabası, ne kendi ülkesine ne oraya ait hissetmemesinden kaynaklanan arada kalmışlık huzursuzluğu, gönüllü göçmen sanatçı için bir avantaj arz ediyor; üretiminine ve yaratıcılığına katkıda bulunuyor. Gönüllü göçmenlik ile her zaman geri dönebilecek olmanın rahatlığı, uzaklaşıp kendine, dünyaya bakmak, tenhaya kaçıp başka kalabalıklar içinde kendi tenhanı yaratmak kulağa hoş geliyor. Kaybedecek birşey olmayınca cesaret artıyor, kendi elinle kaybedeceklerini bir kenara itip, olacakları göze almak daha cesur daha coşkulu bir durum yaratıyor. Zorlu süreçlere ve mücadelelere rağmen gönüllü olunca göçmenlik de şekil değiştiriyor.

Yaşam Şaşmazer, İz / Trace, 2017, Fotoğraf Enstalasyonu, Arşivsel Pigment Baskı ve Kaldırım Taşı

Tüm bu sorular ve kavramlar çerçevesinde sergide Mehtap Baydu ve Hazal Kara’nın işlerinde hissettiğimiz Türkiye’ye dair izler, Fatih Kurçeren’in 70 dilin konuşulduğu bir bölgede çektiği fotoğraf serisi, Yaşam Şaşmazer’in atölyesine giderken yol üstünde gördüğü bir sarmaşığın izini gösterdiği fotoğrafı, geçmiş ve kökler ile kurulan ilişkinin izlerini taşıyor.

Sergi mekanına girişte karşı duvarda izleyiciyi karşılayan, kaldırım taşları üzerine yaslanmış romantik fotoğraf Yaşam Şaşmazer’e ait. Fotoğrafta bir duvar ve daha önce sarmaşıklarla dolu olduğu bilgisini sunan bir iz görünüyor. Yaşam Şaşmazer, bir izden yola çıkarak, bizi, manzara resmi, hafıza ve hatıra gibi kavramların etrafında dolaştırıyor. Başka bir taraftan Elvan Ekren’in deyişi ile “kalıcı olan beton-medeniyet ve geçici olan sarmaşık.” Özgül Kılıçarslan’ın metninde belirttiği üzere “sanatçı bu duvarı, hem kendi içinde bir bariyeri hem de bir dayanağı barındıran bir otoportre olarak tanımlıyor.” Yaşam Şaşmazer’in alışık olduğumuz heykel mediumundan başka, bir fotoğrafla sergide yer alıyor olması ise bilinçli bir tercih. Toz prensip olarak; sergilerinde yer alan genç sanatçılarla birlikte established sanatçıları davet ettiklerinde her daim kullandıkları formlardan başka bir form ile üretmelerini istiyor. Yaşam Şaşmazer’in seçimi fotoğraf…

Yaklaşık on yıldır Almanya’da yaşayan Fatih Kurçeren ise sergiye Benim Deutschland serisinden yaklaşık 13 fotoğrafı ile katılıyor. Kendisinin de yaşadığı yaklaşık 170 farklı ulustan insanın Ruhr bölgesinde yer alan Emscher’den portreler ve şehir manzaralarının sunulduğu fotoğraflar ile kimliksiz, çok kültürlü bir yapıyı ele alıyor. Sanatçının belirttiği ve fotoğraflarda görüldüğü üzere, göçmenlerle ilgili tanıdık olduğumuz dramatik bir durum okunmuyor belki ama geleceğe dair bir belirsizlik tahmin ediliyor ifadelerden. Fotoğraflarla negatif ya da pozitif değil sadece bir durum arz ediliyor. Sanatçı bölgeyi, entegrasyonun başarılı olduğu ender yerlerden biri olarak tanımlıyor. Herkes farklı bir ulustan, kültürden ama ortak olan önemli nokta Almanca konuşuyor ve orada beraberce yaşıyor olmaları. Fatih Kurçeren fotoğrafları ile bu çok kültürlü ortamda yaşayan bir gözlemci olarak yer alıyor.

Sergide Mehtap Baydu’nun hamurunu kendi kardığı The Brot (Ekmek) işinin fotoğrafı yer alıyor. 60 göçünde giden işçilerin bavulları formunda pişirdiği ekmeğin kendisi de o göçmenler gibi gelememiş sergiye. Ekmeğin malzeme olarak seçimi ise bize göç nedeninin ne kadar hayati olduğunu hatırlatıyor.

Mehtap Baydu, Ekmek-Brot, Dijital Print, 70x100 cm, 2011

Mehtap Baydu’nun bir diğer işi ise 5451 Osman. Almanya’nın küçük bir şehrinde sanat haftası kapsamında yaptığı performansın belgeleri ve fotoğraflarını içeren 5451 Osman kendi yarattığı, kılığına girdiği cinsiyetsiz resmi olarak varolmayan bir kişinin ikametgah çıkartma macerasını sunuyor. Performans, Osman’ın gece takım elbisesini gömleğini ütüleyip, en iyi kıyafetleri, en iyi durumdaki ayakkabısını parlatıp çoraplarını içine koyup hazır halde bekleme süreciyle başlıyor. Aynı Türk kültüründe devlet dairesine giderken kendine bir çeki düzen verme anlayışı gibi… Sonra numara alarak sırasını bekliyor nüfus idaresinde. Sergide sıra numarası, başvuru dilekçesi ve Osman’ın ayakkabıları, elbisesi ile fotoğrafları yer alıyor. İşin en güzel tarafı ise konunun belediye başkanına ya da nüfus idaresi müdürüne ulaşmış olması ve belgenin 2018’e kadar kayıtlarında saklanacak olması. Böylece Osman 2018’e kadar resmi olarak da yaşamış olacak. Performansa ismini veren numara ise bölgedeki nüfusta Osman’ın kaçıncı kişi olduğuna dair numara. Osman bölgede kayıtlı 5451 kişi. Mehtap Baydu, Osman’la performanslarına devam ediyor.

Alt katta yer alan 3d videosu ile sergide bulunan bir diğer Berliner ise Hazal Kara. Okumak üzere Almanya’ya yerleşen sanatçı okul bittikten sonra da orada kalıyor. Serginin en genç sanatçılarından. Wespennest (Arı Kovanı) adlı 3d video çalışması, 2012’den bu yana devam eden Landscape of a Memory (Bir Hafızanın Manzarası) adlı projenin son dönemde üretilmiş bir parçası. Projede çok sayıda kişinin yara izlerini fotoğraflıyor, 3D videolarını hazırlıyor. İnsanların bu yara izleriyle ilgili söylemek istediklerinin kaydını tutup beraber sergiliyor. Genel olarak bunların hep kötü anılar ya da olumsuz negatif şeyler olduğunun farkında ama bir taraftan da bu anıların o kişiyi yarattığını düşünüyor. Bu yara izleriyle manzaravari bir görüntü üzerinden bir çeşit portreler yaratıyor. Hazal Kara’nın muhtemel çıkış noktası kendi kişisel yaralarımıza baktığımızda o anı, o yaranın sebep olduğu şeyi hatırlıyor olmamız, o yarayı nereye gidersek gidelim taşıyor olmamızla ilişkili.

Hazal Kara, Wespennest / Arı Kovanı, 3D Video 3'42", 2017

Sergi fikrimce; durmayı, gitmeyi, her ikisinde de bizimle birlikte olan izlerimizi, geçmiş ve gerçekliğimizi hatırlatırken, göç ve gitmenin duygusal ve dramatik tarafından ziyade yaratıcı ve olumlu tarafına dair de bir önerme sunuyor. Aidiyetin de, yabancılaşmanın da kişinin kendi içinde olduğu ve güvenli alanlar -ülke, ulus, kimlik- sarsıldığında da süreci zorlu da olsa iyi sonuçlar sunabileceğine dair bir umut vadediyor. Bu kadar ağır kavram Ich bin ein Berliner sergisinde sarmaşığın ve yaraların izleri, duvarın arkasından burnu görünen bir Mercedes ve bir sıra numarası kağıdı ile romantik de bir anlatım sunuyor.

Comentários


bottom of page