Zehra Seda Boztunalı’nın CultureCivic fonu ile yürüttüğü Beton, Ot ve Diğerleri isimli projenin sergisi 11 Kasım- 13 Aralık 2024 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Müfide Kadri Sanat Galerisi’nde gerçekleşiyor. Sergideki işlerin ışığında sanatçının pratiği üzerine düşünüyoruz
Yazı: Eda Gizem Uğur
Zehra Seda Boztunalı, Beton Ot ve Diğerleri serisinden, Sulu boya kâğıdı üzerine mürekkep, 21x29 cm, 2024
Türkiye’nin askeri savunma tarihinde önemli bir yere sahip olan koruganlar, savunma stratejisinin bir parçası olarak 20. yüzyıl boyunca inşa edilmiş betonarme yapılardır. "Çakmak Hattı" olarak bilinen bu savunma zinciri, özellikle İstanbul ve çevresinde ülkenin güvenliğini sağlamak amacıyla yoğun olarak konumlandırılmıştır. Çakmak Hattı, II. Dünya Savaşı döneminde olası dış tehditlere karşı geliştirilen bir savunma önlemi olarak inşa edilmiş fakat Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmediği için hiç kullanılmamıştır. Çoğunlukla yer altına veya toprağa gömülü şekilde inşa edilen bu yapılar, dayanıklı ve işlevsel savunma mekanizmaları olarak stratejik noktalara konumlandırılmıştır.
Zehra Seda Boztunalı Beton, Ot ve Diğerleri isimli projesinde, bu koruganların savaş ve savunma işlevini yitirmesiyle doğayla bir araya geldiği bir dönüşüm hikayesini açığa çıkarmaya niyetlenir. Proje adındaki “beton”, koruganların yapısal özelliklerine; “ot”, hayvan yuvalarının malzemelerine referans verirken “diğerleri” dışarıda bırakan tınısının aksine kapsayıcı, karşılaşmalara açık, dönüştürücü bir çeşitliliğe işaret eder. Bugün kaderine terk edildiği düşünülen koruganların çevresi ile kurduğu ilişkiyi bütüncül bir bakış açısı ile yeniden yorumlar. Boztunalı’nın bu topoğrafyayı içselleştirmesi, bir tahrip ya da kaderine terk edilmişliğin arkasında olanı görmesini sağlar.
Zehra Seda Boztunalı’nın kişisel arşivinden, Sakarya Karasu kıyısındaki betonarme korugan yapılarına örnekler, 2024
Saha araştırmalarına dayalı olan projesinde savunma hattının bir parçası olan Sakarya’nın Karasu bölgesinde yer alan koruganların izini sürer Boztunalı. Karasu ilçesindeki koruganların bugünün topoğrafyasıyla kurduğu ilişkiye odaklanırken mekânın sunduğu deneyim ile görünür olanın arkasında neler olduğunu anlamaya çalışır ve insan eliyle inşa edilen koruganlar ile hayvanlar tarafından oluşturulan doğal korunak alanları olan yuvalar arasındaki ince çizgiyi keşfetmeye yönelir. Kıyı hattında sıkça rastladığı ve ilk karşılaşmada anlamakta güçlük çektiği bu yapılara bakarken onları çevreleyen “diğerleri” ile kurdukları temasları da anlamaya çalışır.
Zehra Seda Boztunalı’nın kişisel arşivinden, Sakarya Karasu kıyısındaki yerel halk tarafından depo olarak kullanılan korugan, 2024
ve benzerleri
"...duygular dağarcığının tamamı gerçekten sadece biz insanlara mı mahsus?"
(Peter Wohlleben, Hayvanların Gizli Yaşamı, s.9.)
Koruganların her şeye rağmen zamana yenik düşmeyen katılığı ile doğanın sürekliliği arasındaki ilişkide doğa bu sert ve ölü yapıyı topoğrafyanın içine çeker. Boztunalı bunu, bir temaslar zinciri olarak ele alır ve "Duygular sadece insanlara mı mahsus?"(1) sorusunu sorarak, bu yapılar aracılığıyla bizi hayvanlar ve bölgeye özgü bitkiler üzerine düşünmeye davet eder. Bu anlamda ilk çıkış noktalarından birini “ve diğerlerinden” olan hayvanların yuvaları ile koruganlar arasında kurduğu ilişki belirler.
Zehra Seda Boztunalı’nın kişisel arşivinden, Sakarya Karasu kıyısındaki hayvan yapımı korugan, 2024
İnsanlar için koruganlar sabit bir yapıyken hayvanlar için yuvaları; ot, kâğıt gibi malzemelerle şekillenebilen, sığınak gibi daha gizli bir korunak olabilen ya da bir ağaç gövdesiyle bütünleşebilen hareketli, sürekli değişebilen ve adaptasyon süreciyle belirlenen bir yapıdadır. Hayvanlar tarafından inşa edilen yuvalar, doğa ile uyumlu, esnek ve döngüye katılan bir yaşam pratiğini içerir. Bu birbirine uzak oluşum sürecini; hayvanların doğayla olan organik bağları gibi koruganların zamanla doğanın bir parçası hâline gelmesiyle yakınlaştırır Boztunalı. Zira bugünün koruganları, çevredeki canlılar için korunak sağlamakta ve böylece ilk işlevleri olan savunma amacını doğal bir “koruma” işlevi ile sürdürebilmektedir. Bir yapı doğaya karıştığında kendini onun akışına bırakır; doğa boşluğu doldurarak yapıyı kendine dahil etmeye başlar.(2) Doğa, koruganları kendi içinde yeniden tanımlarken, onları kendi döngüsünün bir parçası olarak algılamamızı sağlar. Nihayetinde başlangıçta doğanın içinde doğaya karşı da bir sınır olan koruganları Boztunalı, doğanın kendiliğinden bir parçası ve yuva olarak anlamlandırır. Boztunalı için bu süreçte, doğal ve yapay olan arasındaki sınırlar silikleşirken, bu betonarme yapıların doğayla iç içe geçmesi üzerinde durması, tarihsel bir göstergenin uzağında daha iç içe geçmiş ilişkiler içinden üretim sürecini şekillendirir.
Zehra Seda Boztunalı’nın kişisel arşivinden, Sakarya Karasu kıyısındaki hayvan yapımı korugan, 2024
Hayvan yuvaları ve beton koruganlar arasındaki ilişki, bu süreçte yeni bir anlam katmanına dahil olur. Betonun sertliği, doğanın kırılganlığına karşı direnç gösteren bir unsur olarak yeniden ele alınırken, burada inşa edilen yuvalar ise ekosistemin kendiliğinden bir parçası olarak yaşama işaret eder. Bir korugan inşa edildiği an vatanın güvenliğini sağlamak için bir sınır işlevi görür; ancak zaman içinde bulunduğu topoğrafyaya karışır ve “vatan” ile “yuva” kavramları arasında bir dönüşüm başlar. Mekâna tortusunu bırakan deneyim zamanla “yuva” benzeri bir nitelik taşımaya başlar. Bir büyük ev kurgusu, ev toprağının (homeland) sınırlarının eskimiş simgelerinden olan koruganların çözülerek doğaya karışması, ülküleşen ve idealleşen evin kutsal sınırlarını yeniden yorumlamamıza da olanak tanır.
Zehra Seda Boztunalı, Beton, Ot ve Diğerleri serisinden, Sulu boya kâğıdı üzerine mürekkep, ekolin ve füzen, 100x93,5 cm, 2024
“Duyguların etkisi ve kuvveti sanılandan çok daha büyüktür. Duygularımız tüm hareketlerimize adeta nüfuz etmektedirler.” (Giedion, Siegried, 1990, Espace, Temps et Architecture, Edition Denoel, s.255.)
Zehra Seda Boztunalı, Beton, Ot ve Diğerleri serisinden, Sulu boya kâğıdı üzerine mürekkep, ekolin ve füzen, 200x77 cm, 2024
Boztunalı’nın üretimlerini belirleyen bir diğer şey ise bu bölgede en çok etkilendiği kum zambakları. Kıyı kumullarında kendi yaşam alanlarını oluşturan kum zambakları, varoluşları gereği dirençli bitkilerdir. Kısa süreli çiçeklenme dönemlerinde çevreye yayılan kokuları, zorlu koşullarda bile doğanın sürekliliğini bize hatırlatır. Nesli tükenme tehlikesi altında olan bu bitkiler, sert rüzgarlara ve deniz kenarının zorlu şartlarına karşı inatla tutunarak doğanın kendinden olanı koruma eylemini simgeler. Boztunalı’nın çalışmalarında bu nadir bitkiler, yalnızca ekosistemin bir parçası olarak değil; insan müdahalesi olmadan kendi başlarına ayakta kalmaları, kök salmaları ve o topoğrafyaya özgü varlıklar olmaları ile de dikkat çeker. Koruganları çevreleyen kum zambakları, toprağa narince uzanan ama onu sımsıkı kavrayan kökleri ile doğanın kendini koruma içgüdüsünü hatırlatır. Boztunalı için Beton, Ot ve Diğerleri serisinde koruganlardan sonra en çok ilişkilendiği doğanın sessiz koruganları olarak görülebilecek kum zambakları olur. Kum zambakları kumların üstündeki silüetleriyle mürekkeple oluşturduğu çalışmalarında bir imgeye dönüşür.
Zehra Seda Boztunalı, Beton, Ot ve Diğerleri serisinden, Video, 1’27’’, 2024
Serideki kum zambaklarını odağına alan video yerleştirmesi ile Boztunalı, saha araştırmasında edindiği deneyim ve temasları bir bütün olarak sunar. Manzarayı deneyimlememiz için bir davettir bu. Kum zambaklarının sert rüzgârın etkisiyle hareketleri, dalgaların sesi ve kadraja giren tüm diğerleri ile bir sınırdaki koruganların çözünmesine davet… Manzara, insanın çizdiği sınırları dönüştüren bir hafızayı taşır; bu hafızada, hayvanlar yuvalarını inşa ederken insanın bıraktığı izler zamanla silikleşir, doğaya karışır. Koruganlar birer hafıza mekânı olarak işlev görmeye başladığında bu yapılarda hem geçmişin izleri hem de bir yuva olmanın kırılganlığı ortaya çıkar. İnsanın sınır koyma arzusu ile hayvanın doğada var olma çabası, manzaranın geçişkenliği içinde belirsizleşir. Kum zambakları, koruganların çevresinde rüzgarla salınırken, insanın bıraktığı sert izler de yumuşar, doğaya dahil olur.
Boztunalı, kadraj seçimi ile bizi sanki o kumda oturuyormuşçasına ve toprağın dokusunu hissedercesine manzaraya dahil eder. Videonun sunduğu bakış açısı, doğrudan bir gözlemci değil, deneyimin bir parçası olmayı önerir. Kumla iç içe geçen bakış, izleyiciyi sanatçının bedeninin neredeyse yerle birleştiği o ana, doğayla kurduğu ilişkinin bir parçası yaparak sahadaki deneyime çağırır. Bu bakımdan Boztunalı’nın video çalışmasını tüm araştırma sürecinin damıtılmış bir yansıması olarak, onun mekânla kurduğu yoğun bağları okumamıza olanak sağlayacak bir fırsat olarak görebiliriz.
Beton, Ot ve Diğerleri sergisinden görünüm
Boztunalı’nın manzaralarında beton, doğayla kurduğu bağın bir parçası haline gelir. Bu bağlamda sanatçının manzaralarında koruganların anonimleşen fiziksel yapısı topoğrafyanın içine yavaşça karışır. Bu anonimlikle sınır hattını muhafaza eden yapıların hafızasının, bir anlamda görünmez ama hissedilebilir izlerine yaklaşırız. Yapının direnç ve dayanıklılık bilgisi doğanın sürekliliğine dönüşerek koruganlar “anımsanan” bir hafıza nesnesine dönüşür. Bu anonimleşme ile korugan artık Boztunalı’nın manzaralarında görünürlülüğünden bağımsız, bir katman içinde yeni bir hafıza olarak yer alır.
Zehra Seda Boztunalı, Beton, Ot ve Diğerleri serisinden, Sulu boya kâğıdı üzerine mürekkep, ekolin ve füzen, 200x77,5 cm, 2024
Zehra Seda Boztunalı, Beton, Ot ve Diğerleri serisinden, Sulu boya kâğıdı üzerine mürekkep, ekolin ve füzen, 235x60 cm, 2024
Boztunalı, görsel dokümanlar, yerel halk ile yaptığı söyleşiler, literatür araştırmaları sonucunda elde ettiği verileri; doğrudan bir bilgi aktarımından ziyade, tüm deneyimlerinin onda kalan izleri üzerinden ele alır. Genel ve öznel bilgiyi bir arada değerlendirerek çalışmalarında yeni bir bilgi sunar. Çalışmalarında karşılaştığımız pastorallik sanatçının saha araştırması sürecinde etkilendiği unsurlara hafızanın ve duyguların etkisiyle kurduğu ilişkinin bir sonucudur. Proje kapsamında ürettiği çalışmalarında mekânı kendi özgüllüğünden soyutlayan bir dil aktarımı kullanır. Gökyüzünde uçan kuşlar, dalgalar, kum zambakları ve sahada karşılaşılan diğer imgeler ve bu imgelerin onda bıraktığı etkileri görürüz. Farklı ölçeklerdeki çalışmalarına bir bütün olarak baktığımızda, bir hat üzerinde yerleşen imgelerin bilinçli bir şekilde kırıldığını görürüz. Bize bir kıyı hattında olduğumuzu hatırlatırken, kıyının düzlüğü üzerindeki kırılmalar, mekânın hareketini ve hafızasını yeniden ele almamız için bize kapı aralar. Belki de diğerlerinin ötesinde “ve benzerlerine” yaklaştığımız bir süreci gösterir. Boztunalı’nın çalışmalarındaki sürekliliği, baştan sona bir temaslar zinciri olarak okumak mümkün.
Comments