top of page
İlker Cihan Biner

Bir direniş aracı olarak giysi


"Antik çağlardan bu yana insanlar farklı biçimlerde vücutlarını saracak çeşitli kumaşlar üretir. Kimi coğrafi bölgelerde giysi sınıfsal ayrımlara bölünür. Bir köle ile bir aristokrat arasındaki fark evvela vücut üzerindeki desen ve dokulardan belli olur..." İlker Cihan Biner, geniş bir zaman çizelgesini kapsayan yazısında giysinin ve giyinmenin bir direniş aracına dönüşebilme potansiyelinin izini sürüyor

Michelangelo, The Fall and Expulsion from Garden of Eden, 1509-1510

Ebedi olan her halükârda bir fikirden çok kıyafet üzerindeki buruşukluktur.

Walter Benjamin

0. İlk günah

Vatikan’da yer alan Sistine Şapeli’nin tavanındaki dokuz freskten bir tanesi Âdem ve Havva’nın yaratılışlarını anlatır.(1) Eserin ana konusu insanın ilk günahını işlemesi ve masumiyetini yitirip cennetten kovulmasıdır. Michelangelo'ya ait bu büyük eser, İncil’deki yaratılış hikâyesiyle paralel gitmez. Sanatçı belirli kısımlarda kendi inisiyatifini kullanarak değişiklikler yapar.

Öncelikle resmi iki farklı parçaya bölerek gerilimli hale getirir. Ortada incir ağacı vardır. Sağ tarafta basit formda çizilmiş kayalar, yarım ağacın gövdesi önünde duran iki bedeni görürüz. Resmedilen sahne Âdem ile Havva'nın cennetteki hâlleridir. Çift, resmin sol tarafında da cennetten kovulmuş, sağlıklı ve güçlü hâlde yer alırlar. Ortadaki incir ağacına dönersek; gövdeye dolanmış olarak görünen yılanı, parlak turuncu, sarı, yeşil karışık renkli, çekici bir imgeye sahip olarak görürüz. Yılanın üst kısmı eski ve orta çağ inanışına göre kadın gibi betimlenmiştir. Hayvan kadının “şeytani” özelliğini vurgulamak için oradadır çünkü o çağlarda kadının çekici ve kandırmaya elverişli olduğuna inanılır. Resimdeki yılan Havva’yı kandırıp ona yasak meyveden uzatır. Bu mistik anlatının görsel sahnesi eserde layıkıyla anlatılsa da İncil’de (Eski Ahit/Yeni Ahit) mitsel işleyiş biraz daha farklıdır.

İncil'e göre Âdem ile Havva cennetten kovulmadan önce çıplak değil, Tanrının inayetiyle örtülü haldedir. Tevrat'ın mistik yorumu olan Zohar mevcut durumu "ışıktan giysi" olarak anlatır.

Eski Ahit'te yaratılış şöyle karşımıza çıkar: "İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar." (2)

Günahın üzerlerinden çıkardığı doğaüstü elbise Tanrının onlara bahşettiği iyilik gücüdür. Bedenler soyunmuş halde önce kendi elleriyle incir yaprağından hazırladıkları etekle örtünmek zorunda kalır. Sonrasında Tanrı onlar için hayvan derisinden elbiseler hazırlar. Cennetin görkemli giysisi yerini günahkârlığın acılı elbisesine bırakır.

Böylelikle teolojik dayanaklar çıplaklıktan sonra giysi üzerine odaklanır. Fark edilecektir ki; mitsel kurgunun merkezine kadın bedeni konur. Âdem’i kandırıp cennet bahçesinde yasak meyveyi yedirten Havva yüzünden insanoğlu çileye mahkûm kılınır.

İncir yaprağı ile başlayan anlatı gösteriş, kapanma, örtünme pratikleriyle devam eder.

Kadın bedeni artık "kapatılmayla" ölçülür.

İşte modanın büyülü hikâyesi böyle başlar.

1. Giysi ve düzen

Haham kippası, rahibe kıyafeti, imam sarığı... Dinin temsilcilerinin otoriteleri ile giysi arasında doğrudan ilişki bulunur. Kuşkusuz giyinme sadece semavi inançların bir özelliği değildir.

Antik çağlardan bu yana Arap Yarımadası’ndan Uzakdoğu’ya kadar Dünya’nın pek çok yerinde insanlar farklı biçimlerde vücutlarını saracak çeşitli kumaşlar üretir. Kimi coğrafi bölgelerde giysi sınıfsal ayrımlara bölünür. Bir köle ile bir aristokrat arasındaki fark evvela vücut üzerindeki desen ve dokulardan belli olur. O halde giysi, toplumsal rollerin biçimlenmesinde görev alır ve bedenlerin performe edilmesi bağlamında belirli dağılımları yapmayı üstlenir. Renk ve kumaş asaletin göstergesi olabileceği kadar köleliğin simgesine de dönüşme ihtimalini taşır.

Fakat kapitalizmin yükselişi ve Avrupa coğrafyasının yönetimsel anlamda paradigma değişimiyle birlikte giysi kavramının da seyri değişir. Artık belli kalıplardan çok kapitalizmin temellükü yoluyla bedenlerin biçimleri daha karmaşık yollarla kurgulanmaya başlar. Ama yine kapitalist dinamikler tıpkı yaradılış hikâyesi misali erkek vücudundan çok kadın bedeni üzerinden tasarıma girişir.

2. Moda, kapitalizm, fetiş nesneleri

Kapitalizmin doğuşu esnasında burjuvazinin aristokrasiye karşı verdiği toplumsal konum mücadelesi tarihi bir dönüm noktası haline gelir. Aristokrasinin ticari faaliyetlerini hor gören burjuvazi "kültürü" silah olarak ortaya atar. Bu düşünceye göre birey alternatif olarak kendini eğitmeli ve toplum katında yüksek yerlere ulaşmalıdır. Güzel, başarılı, lüksü meşgale edinen burjuva tipolojisiyle birlikte "şıklık" tanımı arzu nesnesine dönüşür. Çalışan kitleler bir incelik olarak aşağı tabakalardan kendini arındırma özelliği için mücadeleye girişir. Meta olarak giysi toplumsal bağlamda sembolik değere sahip olma özelliği taşır.

Moda böylelikle ayrıcalıklı sınıfların uğraş alanı haline gelir. Bir giysi zaman içinde daha sıkı formlarla vücudun sınırlarını işaret etmeye başlar. İğne ve ipliğin hareketi birbirine paralel biçimde kumaşın, desenin seyrini belirler. Elbisenin ütüsü, düz ya da eğriliği bedenler arasındaki formu, ritmi pekiştirir. Günümüze gelirsek; aynı mantık devam etmekle birlikte sokakta yürüyen bir kadının veya erkeğin toplumsal denetimi giydikleriyle ölçülür. Giysi seçimine göre yaşadığı coğrafyaya bağlı olarak çeşitli normatif bakışlara maruz kalır. Sivri burunlu ayakkabının, takım elbisenin, göğüs dekolteli kıyafetin cinsel çekiciliğinin ürünü olarak fetişizm; endüstriyel modanın can damarı olmasının yanında toplumun hiyerarşisinin göstergesidir.

3. Başkaldırı olarak moda

19. yüzyılda hem şair hem de moda teorisyeni olan Charles Baudelaire insanların vücutlarına bakarak taşıdıkları giysiler üzerinden anlamayı becerebilen nadir düşünürlerden biri haline gelir. Yine de mizojiniye savrularak kadını makyaja, öğrenilmiş tavırlara ve kıyafete dair kalıplara sıkıştırır. Romantik başkaldırı şaire göre yalnızca dandy karakterlere (3) aittir.

20. yüzyılda gelindiğinde Coco Chanel'in pantolon giymesi meseleyi daha derin hale getirir.

O halde yalnızca dandy veya bohem erkekler değil; kadınlar da giysiyi direniş aracına çevirebilir.

Zaten her halükârda modayı yalnızca kapitalist dinamiklerle sınırlamak görüş açımızı daraltır. Sokaklarda çırılçıplak dolaşmıyoruz. Üzerimize giydiklerimiz bir renge, desene ve dokuya sahip. Şöyle bir soru sorabiliriz: Bedenlerimize sarılan her parçayı politik bir kurgu olarak tasarlayabilir miyiz?

Hareket olarak giysinin giyilmesi, çıkarılması, yırtılması neden başkaldırıya dönüşmesin? Zira kadın bedeninin "tutsak" edildiği etek üzerine çengelli iğneler koyan ve onu normal halinden farklı biçimlere sokan politik hareketler vardır.

50'li yılların rock'n'roll akımına baktığımızda kadınların göğüs çevresinin açıldığını, etek boylarının kısaldığını görürüz. 60'lı yıllarda da bilhassa siyahların direniş mücadeleleri genişlediğinde beyazlar ciddi anlamda paniğe kapılırlar. Kadın siyahî bedenlerin Afro saçları, kısa tişörtleri ve uzun İspanyol paça pantolonları sokakları kaplarken renk olarak "siyah" ciddi bir değere dönüşür. 70'lerin glam imajı ve sonrasında punk mücadelesi modayı kalbinden vurur. Do it yourself mantığıyla Londra sokaklarında endüstriyel modaya karşı alternatif mücadeleler gelişir. Malcolm McLaren ve Vivienne Westwood’un Sex adlı butiği punk mücadelesinin simge mekânlarından birine dönüşür.

Türkiye’de de 60'lı ve 70'li yıllarda sol mücadelenin direniş unsurlarından biri parkaydı. Öte yandan solcu öğrencilerin Lenin’e gönderme olarak taktıkları kırmızı atkılar Sosyalist mücadelenin parçası olarak görülür.

Modayı sadece feminist ya da sol mücadelelerle de sınırlı tutamayız. LGBTİ veya kuir hattaki direnişlerde giysi çok temel öneme sahip olma özelliği taşır. Bir transseksüelin yürürken jartiyerinin görünmesi, gümüş zincirler takan ve işçi tulumu giyen butch lezbiyenin tavırlarının toplumsal cinsiyeti ters yüz etme potansiyeli taşıyabilir.

4. Beden, imge, moda

Otomatik davranışların etlerimize yapışması, toplumsal normlarla hareket etmemize yol açar. Kölelik mefhumu en başta sabit görülerle yaşama işaret eder.

Gerçeklik ile imgenin birbirine dolaşıklığını işaret ederek bedenin politik dönüşümünü tahayyül edebiliriz. Kalıplaşmış görüntülere, seslere, duyumlara karşı bedeni güçlendirmek bir mecburiyete dönüşürken hayal gücünün etkisi, algı kapılarının genişlemesi gibi meseleler kendimizle kurduğumuz ilişkide saklı.

İlk günah sayılan giysinin bedeni nasıl sarıp sarmaladığı aşikâr. Bir tişört veya pantolon üzerinde yapılan değişim imge dünyamızı parlatmaya yetebilir. Cinsel farklılıkların dünyayla temasında modanın etkisini pas geçmeden üstümüze giydiğimiz parçaların politik boyutları olduğunu görmemiz şart. Gezi direnişinde "kırmızı elbiseli kadının" nasıl bir simgeye dönüştüğünü hatırlayalım.

(1) Eserin görseli ve ayrıntıları için buraya bakabilirsiniz.

(2) Eski Ahit: Yaradılış/Bölüm 3 - Parça 7

(3) Türkçe karşılığı züppedir. 19. yüzyılda Baudelaire kendine dandy diyerek kent sokaklarında dolaşan isyankâr ruhu işaret eder. Daha fazla ayrıntı için buraya bakabilirsiniz:

Comments


bottom of page