top of page
Uğur Ugan

Bir döngünün bitmeyen tekrarı: Kerr


Mükerrer, tekrar, tekerrür kelimelerinin kökü olan kerr kelimesini bir roman, bir film ve bir sergiye dönüştüren sanatçı Tayfun Pirselimoğlu ile birbirinden farklı disiplinlerdeki üretimlerinin odağındaki "tekrar" olgusundan hareketle düşünce evreninin çerçevesini ele aldık


Röportaj: Uğur Ugan


Tayfun Pirselimoğlu


Çok yönlü bir sanatçı Tayfun Pirselimoğlu. Yazar, yönetmen, ressam, kendi hikâyelerini farklı formlarda sanatsal yapıtlarına taşıyan bir isim. 2014 yılında yayımlanan romanı Kerr'in doğurganlığı bu kez hem sinema filmine hem bir resim sergisine ilham verdi. 41. İstanbul Film Festivali’nde Pirselimoğlu’na En İyi Yönetmen Ödülü kazandıran Kerr aynı ismi taşıyan resim sergisi ile de kapılarını Istanbul Concept Gallery’de açtı.


Her şeyin kendini tekrar ettiği fikrinden yola çıkan Kerr metaforu, bu düşünceden hareketle birbiriyle beslenen farklı disiplinlere Pirselimoğlu’nun kendi üslubundan dokunuşlarını içeriyor. Uzayan bitmez tükenmez tekrarlar, labirent gibi çıkışsızlığa hapsedilen hikâyelerle teyelleniyor. Filmin atmosferine uygun bir şekilde temayı destekler nitelikte olan döngü bir nevi Pirselimoğlu’nun resmine de sızıyor. Kimisi tekrardan yapılan kimisi yeni resmedilen eserler tekrar olgusunun altını çiziyor. Sanatçının çocukluğunun çizgi romanlarından ilhamla yarattığı resimlerinde şapkalar, köpekler, boşlukta asılı eller, adreslerine ulaşmayan mektuplar tekrar ediyor. 14 Mayıs’a kadar Beyoğlu’ndaki Istanbul Concept Gallery’de görülebilecek sergi ve 22 Nisan itibariyle aynı isimle vizyona giren film seyircilerle buluştu.


Tayfun Pirselimoğlu ile düşünce dünyasında üretimini tetikleyen "tekrar" kavramını merkeze alarak yeni filmini ve sergisini, yaşadığımız dünyanın absürtlüklerini gözler önüne serdiği üretimlerini ve kendi gözünden tüm yönleriyle Kerr’in hikâyesini konuştuk.


Kerr sergisinden bir kare, Istanbul Concept Gallery


Belki de roman, film ve bir sergi Türkiye’de ilk kez aynı başlık altında toplanıyor. Kerr bu kadar farklı disiplinlerde anlatılacak bir hikâye mi? Kerr'i siz nasıl tanımlarsınız ve kariyerinizde nerede duruyor?


Bence bundan daha fazlasını da hak edecek bir kelime Kerr. Biliyorsunuz anlamı "tekrar"dan geliyor. Her şeyin tekrarladığına dair bir inancım var. Dolayısıyla yaptığım daha önceki işlerimde de tekrar unsurunu fazlasıyla kullandım. Mesela benim bütün filmlerim başladığı gibi biter. İlk resimle son resmin ölçüleri bile aynıdır. Dolayısıyla bu benim tekrar üzerine olan takıntımın da bir ifadesi oluyor. Roman, sinema ve resim olarak bir araya gelmesini hesaplayarak yapmadım ama öyle denk geldi. Açıkçası önce romanı yazdım. Romanı yazarken bunu bir film haline getirme niyetim yoktu fakat yazarken her yazdığım satır, betimlemeye çalışarak tasavvur ettiğim mekânlar ve kişilerle alakalı olarak gözümün önünde bir film şeridi akıyor. Belki bu mesleki bir deformasyon da olabilir. Bir sahne ve bir sekans olarak yazdığım her şey kafamın içinde bir film olarak dönüyor. Muhtemelen bu Kerr romanı kendini daha fazla film haline sokmuş olmalı ki bir süre sonra onun bir film haline dönüşebileceğini düşünmeye başladım. Bir senaryo yazdım ama bu senaryo birebir romanı kapsamıyor. Başka hikâyelerimden aldığım bir sürü başka öğeler de var. Sonrasında bunu bir sergi olarak düşünmedim ama romandan senaryoya dönmesiyle birlikte dönüp eski resimlerime de baktım. Onları yeniden yapmayı istedim ve kafamın içinde sürekli dönüp duran, bu hayatın sürekli tekrarlandığını anlatan imgeler bir daha dönmeye başladı. Bir kısmında ise benim çocukluğumda olan çizgi romana ilgim geri geldi. Hülasa bundan bir sergi çıktı. Hoş bir tesadüf olarak filmin çıktığı zamana denk geldi.


Özellikle seçilmiş bir takvim değildi yani, tesadüf olarak mı sergiyle film aynı zamana geldi?


Evet, özellikle bir takvim değildi. Biz sergi yapacaktık ama temasının Kerr olması biraz kendi çağrışımlarıyla oldu. Ben de o çağrıya icabet ettim doğrusu. Dolayısıyla böyle bir sergi çıktı ortaya.


Bu üç farklı iş arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Birbirinden bağımsız mı yoksa üçü arasında bir bağ var mı?


Roman ve film birbiriyle çok bağlı değil ama en azından sergi için öyle. Serginin filmle şöyle bir bağlantısı var; afiş için daha önce hazırladığım köpek tasarımları bu sergide var. Bir şekilde çizgi ve renk olarak da filmden izler taşıyor diyebilirim.


Kerr filminden bir kare

Farklı disiplinlerde üretimde bulunmak yaratıcılığınızı nasıl tetikliyor? Resminiz sinemanıza, sinemanız hikâyeye, hikâyeniz resminize ilham veriyor mu?


Tam olarak şöyle oluyor; önce bir fikir çıkıyor. Örneğin yolda giderken ya da metrodayken karşımdaki adam veya onun ayakkabısı ya da yolda giderken gördüğüm yıkık bir bina işaret olarak beynimde bir imge yaratıyor. Uzun bir süre onunla yaşamaya başlıyorum. Bir süre sonra o imge beni rahatsız edecek derecede büyüyor ve kendisini hatırlatıyor sürekli. Ondan sonra bir hikâyeye dönüşüyor. Ya bir senaryonun başlangıcı oluyor ya da ondan gelen imgelerle uğraşıyorum. Bütün bunların aynı beyin içerisinde olmasının manasını bilmiyorum ve onları ben de kontrol edemiyorum. Gördüğüm bir şeyden hemen bir hikâye yazmak insiyakı çıkmıyor. O bir süre sonra bir şey olmak için beni zorluyor. Bunlardan hangisi olacaksa ona doğru gidiyor. Sanatçıların genelde söylediği her şeyi kontrol etme halinin en azından benim açımdan doğru olmadığını söyleyebilirim. Onun beni alıp götüreceği yer her neresiyse onu takip etmeye mükellefmişim gibi geliyor bana. Onun üzerindeki kontrolüm daha sonra geliyor.


Akira Kurosawa ile ilgili şöyle bir yorum vardır; çok küçük yaşlardan itibaren resim eğitimi aldığı daha sonra uzak doğu sporlarına eğilim gösterdiği sonrasında edebiyatla ve müzikle ilgilendiği en sonunda ise sinemacı olduğu yönünde. Bundan sebep Kurosawa’nın filmlerinde hem resimden hem edebiyattan hem müzikten esintiler görülür. Türkiye’de buna benzer bir muadil yok gibi ama şunu merak ediyorum kendi içinizde bunların çatıştığı oluyor mu?


Çatışmadan ziyade, bir hikâye yazarken onu bir film akışı olarak görerek hemen üç dakikalık bir film olabileceğini tasavvur ediyorum. Belki kâğıdın üzerine çizmiyorum ama ölçeklendirerek bir storyboard haline getiriyorum. Zaten ben yönetmen olarak sinemada az sayıda storyboard ile çalışan birisiyim. Dolayısıyla birdenbire üçü birbirinin içine giriyor olabilir. "Sen kenara çekil de bu böyle olmaz" diyen bir tarafım yok. Edebiyatçı Tayfun’la ressam Tayfun’un çatışmasından söz edemem.


 

“Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ama bir başkası olarak dönüyoruz”

 

Kerr kelime kökü olarak mükerrer kelimesinden geliyor. Sürekli kendini tekrar eden gibi bir mana taşıyor. Bunun tam olarak hayatınızda karşılık geldiği bir şey mi var ya da birbiriyle bağlantılanan ve hiç bitmeyen sekanslar felsefenizde nasıl bir imgelem taşıyor?

Bana ait bir takıntı olarak bakmamak lazım aslında buna. Hayatın akışının sizin için de benim için de böyle olduğunu düşünüyorum. Bu benim üzerine hayat kurduğum bir felsefe değil ama yaşadığımız ‘praksis’ böyle. Bunun dönüp dolaşıp aynı yere gelme hali son derece rahatsız edici olabilir. Çünkü hiçbir ilerleme olmadığını işaret ediyor bu anlamda bunaltıcı bir ifade. Fakat ben öyle görmüyorum mevzuyu. Tekrar aynı yere gelen kişinin aynı kişi olmadığını düşünüyorum. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ama dönüp dolaşıp geldiğimiz anda bir başkasına dönüşmüş oluyoruz. Bunun bir tekâmül ve bir gelişmeye işaret olduğuna inanıyorum. Belki kendi hayatımız içerisinde bunun farkına varmıyoruz. Bütün insanlığın bu şekilde tekâmül ettiğini düşünüyorum. Bu ezoterik bir ifade değil. Son derece diyalektik bir şey. Bunun determinist tarafının kendi içinde eridiğini düşünüyorum. Bu nihayetinde bir gelişmeyi ifade ediyor. Aynı yerde kalmıyoruz. Şundan örnek verebilirim; bu pandemi hikâyesi çıktığında sanki bununla ilk defa karşılaşmışız gibi bir korkuya kapıldık. Halbuki 100 yıl önce İspanyol gribi denilen bir illet 50 ila 100 milyon arasında insan öldürmüş. Bunu unutmuş insanlık. Korona var denilince böyle bir şey olduğunu yeniden hatırlamaya başladı. Dostoyevski’nin meşhur lafı vardır; “İnsanoğlu o kadar alçaktır ki her şeye alışır.” Dolayısıyla bu ölümlere alışıyor insanlık. Tekrarlar var. Savaşlar bitiyor, savaşlar başlıyor, savaşların şekli şemali değişiyor. Nihayetinde insanoğlu başlangıcından bugüne kadar bir çözüm bulamadı mı da bu kadar birbirini kesmeye devam ediyor? Zannediyorum ki bu tekrarlarla bir yere doğru gidiyoruz. Bu benim hayat pratiğimden gördüğüm bir şey. Benim bulduğum ve bana ait bir şey değil. Dolayısıyla yaptığım her iş biraz bunu yapmaya yönelik. Dediğim gibi bu hiç de pesimist bir ifade olarak gelmiyor bana.


Kerr sergisinden bir kare, Istanbul Concept Gallery


Peki hiç eleştirel olarak kendinizi tekrar ettiğinize yönelik bir yorum alıyor musunuz? Sizi takip edenler "bu adam hep aynı filmleri çekiyor galiba" diye bir reaksiyon gösteriyorlar mı?


Yaptığım şey bir öncekine benziyor ama daha ilerisinde bir şey. Ben en azından öyle olduğuna inanmak istiyorum. Bence de öyle. Yaptığınız her ne ise bir sonraki dönüp yaptığınıza baktığınız zaman o iyiymiş ama bu da iyiymiş demek önemli. Ben şu ana kadar "bunun gerisine düştüm" dediğim bir şey olmadı. Fakat olabilir mi? Olabilir tabii ki. Sonuçta dediğim gibi bu çok uzun bir süreç geriye düşebilirsiniz ama tekrar başlayıp başka bir yerden devam edebilirsiniz.


Her yapıtında farklı bir şey deneyen sanatçı yaratıcılık anlamında bir takım keşiflerin peşinden koşuyor denebilir mi peki? Örneğin; Stanley Kubrick’in hiçbir filmi birbirine benzemez…


Evet ama onun bir Stanley Kubrick filmi olduğunu anlıyorsunuz. Evet, doğru bir örnek; Kubrick’in komedileri var, spectacular büyük filmleri var. Orada ne önemli biliyor musunuz; sezgiyle ilgili her şey. Biz her şeyi anlamaya çalışıyoruz ama her şeyi anlamamızın imkânı ve ihtimali yok. Ona anlamlar yüklüyoruz sadece, ona yüklediğimiz anlamları harekete geçiren şey ise sezgi. O bir şeyi seziyoruz ve ondan neşet ediyor her şey. Ben de bir komedi çekebilirim ama o bir Tayfun Pirselimoğlu komedisi olur. Bir şeyi denemek üzere sürekli farklı şeyler yaparken, kişi her yaptığı farklı şeyde biz onu sezebiliyorsak hiçbir beis yok.


Karakterleriniz birbiriyle akraba denebilecek kadar yakınlıkta. Hatta soyadları bile aynı. Bu da tekrarın bir parçası mı?

Evet biraz öyle. “Kara” ailesinin fertleri ile birlikte yaşıyoruz. O benim kendi tasavvurumda yarattığım tipler bunlar. Aynı aileye mensuplar. Yaşadıkları şeylerde üç aşağı beş yukarı aynı absürtlükte. Çünkü aynı absürtlük, saçmalık içerisinde yaşadığımızı düşünüyorum. Onlar da bu saçmalığın içerisinde bunu anlamaya çalışan ve bunu anlayamadığı için de sıkıntı çeken insanlar. Tuhaf bir şey oldu benim son romanımda Cemal Kara’nın hikâyesi anlatılıyor. Daha önceki romanımda Cezmi Kara vardı. Romanın bir yerinde Cemal Kara yerine Cezmi Kara yazmışım. Bir okuyucu bunu fark edip bana söyledi. Ben de editöre söyleyince bundan sonraki baskıda değiştireyim dedi. Sakın değiştirme dedim. Düşünsenize başka romandaki bir karakter bir başka romandaki karaktere sızmış. O yüzden bu suretler kafamın içerisinde dolanıp dururken bir yerden bir yere zıplayıveriyor.


Solda: Tayfun Pirselimoğlu, Mandrakenin Oyunu, 2022, 50x121 cm

Sağda: Tayfun Pirselimoglu, Kerr sergisinden Istanbul Concept Gallery


Son filminizde diğer filmlerinize nazaran sinema dili olarak değişim geçirdiğinizi düşünüyor musunuz?


Dil olarak değil belki ama bunda biraz da romana yaslandığı için olsa gerek edebiyat tarafıyla alakalı daha rahat çalıştım. Sonuçta dayandığım bir metin var. O metni yazarken kurguladığım bir dünya var. Yönetmen olarak anlattığım hikâyede daha önceden her filmi görüyorum ama bunu kaç sene önceden görmüşüm ve hazırlamışım. Onun getirdiği bir farklılık olabilir.


 

“O kadar absürtlükler içerisinde yaşıyoruz ki normali tanımlamak güçleşti”

 

Filmin ilginç bir yanı da karantina günleri henüz gelmeden önce yazılan senaryonun bir karantina içermesi, bir öngörü mü diyelim yoksa bir tesadüf mü oldu?


Ben bunu 2004’te yazmıştım. Bu benim başıma daha önce de geldi. Yazdığım şeyler daha sonra gerçekleşti. Mesela benim Çöl Masalları diye bir romanım var. Onun içerisinde bir cellat ellerini kaybettikten sonra bir kadının ellerinin takıldığı bir hikâye var. Çok ceberrut bir adamken incelmeye ve neredeyse kadınsı bir kimliğe bürünüyor. Bir zaman sonra gazetede bir haber okudum, İngiltere’de bir adam hırsızlık yapıp yakalandıktan sonra adamın eli kesilmiş ve başkasının eli takılmış. O el takıldıktan sonra benim bütün görüşlerim değişti ve o hırsızlığı ben yapmadım diyor adam. O kadar absürtlükler içerisinde yaşıyoruz ki normal ne ise onu tanımlamak o kadar güçleşti. Bu karantina hikâyesini çok önceden yazdım. Sonra böyle bir şey patladı. Onunla ilişkilendirildiği için de sanki bundan ilham alınarak yazılmış gibi duruyor. Filmi çekip bitirdik ve ondan sonra pandemi patladı.


Kerr filminden bir kare


Sergideki eserler yine temayı destekler nitelikte daha önce yaptığınız ve tekrarladığınız eserler mi yoksa yeni bir çalışma mı?


Daha önce yapıp üzerine tekrar yaptığım resimler de var, sıfırdan yaptığım resimler de. Yeni yaptığım eserler çocukluğumu ve fantazmalarımı içeriyor. Büyük ölçüde yeniden yaptım ama tekrar yaptığım işler de var. Aynı resmi, üstüne ya da yeniden yaptım. Bu da başka bir tecrübe aslında. Bir şeyi yaptıktan sonra dönüp arkama pek bakmıyorum. Mesela filmlerimi izlemiyorum. Her seyrettiğinizde kendinizle ilgili kusur ararsınız ve mutlaka da bulursunuz. Bunun doğrusu yok çünkü. Resimlerde de böyle. Üç santimlik bir kırmızı var, "onu niye koymuşum oraya halbuki o öbür tarafta olmalıymış" dediğim şeyler oluyor tabii ki. Üç ay sonra yapsam bu sefer onun için başka bir şey düşünebilirim. Bunun sonu yok, bu bir yap-boz oyunu gibi. Her yaptığınızda aslında yeni bir şey yapıyorsunuz. O eskinin üzerinden yeni bir şey olduğu için işin ruhuyla alakalı önemli bir işaret veriyor. Aslında sinema ve edebiyatta anlattığım şeyin karşılıklarını ve benim fantazmamdaki yansımalarını resimde görebilirler.


Ressam, yazar, yönetmen Tayfun Pirselimoğlu’ndan gelecekte insanlar neler görecek, bu tekrar devam edecek mi, gelecek ile ilgili tahayyülünüzde neler var?


Bunun pratik karşılığı olarak yeni bir proje var. Tekrarla da alakalı. Bir önceki filmim Yol Kenarı’nda bir elektrik süpürgesi vardı ve onun üzerinde "idea" yazıyordu. Bu yeni projenin ismi de İdea. Dolayısıyla buradan gelen bir tekrar var. Benim yaptığım işlerde bu işi benim yaptığımı anlayacak derecede bir tekrar olacak. Bence de öyle olmalı, üslup denen bir şey varsa o bu üslubu nereye kadar götürebilirsiniz ile alakalı bir şey. Tekâmülden kastım ise yine bir sonrakine benzer bir şey anlatacağım ama farklı bir şey anlatacağım. Bunu yeni bir Tayfun olarak anlatacağım gibi.


Comments


bottom of page