Ege Kanar'ın, 10 Ekim-18 Kasım 2019 tarihleri arasında Versus Art Project'te gerçekleştirdiği Apparatus başlıklı sergisi, NASA'nın Mars yüzeyinde araştırma yapmak üzere gönderdiği Opportunity adlı uydu aracının 15 yıl boyunca Dünya'ya gönderdiği görüntülerin kamuya açık arşivinden yola çıkarak fotografik görüntünün doğasına dair kapsamlı bir çalışma ortaya koyuyordu. Kendisine biçilen 90 günlük ömürden çok daha uzununu yaşayan uydu-kamera, ismine yaraşır şekilde, fotoğrafın bilgi toplayan ve ileten bir araç olarak gördüğü ideolojik işlevleri geçmişten bugüne geniş bir çerçevede değerlendirme fırsatı da vermiş oluyordu. Kanar, bir yandan Mars'a dair bilgimizi belirleyen fotoğraflar sunan Opportunity'nin izini sürerken, bir yandan da insanın doğa ve manzarayı mekanik olarak çoğaltılabilir şekilde zapt edebilme arzusunu tatmin eden bir teknoloji olarak fotoğrafın tarihsel yolculuğunu izliyordu. Sergi, bugün İnternet'in oluşturduğu görsel koleksiyonla ucu bucağı yokmuş gibi görünen bir görsel dünya yaratma işlevi kazanan fotoğraf teknolojisinin günümüzdeki ideolojik konumuna dair bir yorum da getiriyordu
☕️ 11 dakikalık okuma
Ege Kanar, Apparatus sergisi yerleştirme görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, Versus Art Project'in izniyle
Anlık görüntüleri iki boyutlu bir düzlemde yakalayıp saklayabilme olanağını sunarak görsel dünyamızda çığır açan fotoğraf, 19. yüzyılın toplumsal taleplerini karşılayan bir keşif olarak hızla popülerleşmiş ve pek çok alanda işlev görmeye başlamıştı. Kısa sürede sanattan bilime, antropolojiden arkeoloji ve coğrafyaya pek çok alanın yöntemini ve içeriğini belirleyen bir teknik haline geldi. Dönemin teknolojik ilerlemelere ve mekanikleşmeye düşkünlüğü, modern bürokratik kurumların ve bilimsel çalışmaların belge ve sınıflandırma pratiklerine duyduğu ihtiyaç, görselliği mekanikleştiren bir keşif olarak fotoğrafın etkisini hızla yaygınlaştırdı. Fotoğrafın daha önce gözün görme kapasitesiyle sınırlı olarak görülebilen şeyleri mekanik gözün verdiği imkânlarla yakalayıp dolaşıma sokabilme kapasitesi, görme deneyimimizi ve algımızı bir daha geri dönülemez şekilde değiştirmiş oldu. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle sürekli değişip gelişen fotoğrafın kaydetme becerisi bir yandan bilime araç da oluyordu. Böylelikle ürettiği gerçeklik algısıyla bilimsel doğruluk fikrini üretip vurgulayan bir keşif aygıtına dönüştü. Fotoğraf, bilimselliğe dayalı aydınlanma düşüncesinin bir uzantısı olarak dünyayı daha iyi gözlemleyip anlamlandırmanın bir yoluydu. Bu sebepten de bilinmeyen dünyaların keşfinde, farklı coğrafyalar ve öteki kültürlerle karşılaşma anlarında kullanılan en temel araçlardan biriydi.
İşte Apparatus sergisi, günümüzde artık Dünya ötesinde gerçekleşen bir keşif sürecini belgeleyen bir arşivi ele alarak fotoğrafın farklı coğrafya ve kültürlerin keşfi sırasında kolonyalist bakışı oluşturmadaki rolünü günümüzdeki uzay araştırmalarına bağlıyordu. Bu arada stereoskoptan, kağıt baskı ve dijital görüntü teknolojilerine, televizyon ve Google arama motoruna, farklı teknolojilerin arasında 19. yüzyıldan bugüne uzanan ideolojik bir bağ kuruyordu. Gerçeği kopyalayıp yeniden üreten ve kurgulayan araçlardan biri olarak fotoğraf artık yalnızca Dünya'yı değil Mars gibi başka bir gezegeni de tanıyıp algılamamız için bir araç olmuş durumda. Peki bu algı Mars'ın kendi hakikatine ne kadar yakın olabilir? Sergi bir bakıma, steresopkopun aynalı düzeneği sayesinde şaşkınlıkla gördüğümüz üç boyutlu görüntüyle Opportunity'nin iki gözlü panoramik kamerasının yarattığı bileşik görüntü arasında görsel temsillerin yanıltıcılığı bakımından bir ilişki kurarak bu soruyu yanıtlamış oluyordu.
Sergide, fotoğraf seri ve yerleştirmeleri ile televizyon ekranlarında hareketli görüntü ve ses içeren bir yerleştirmeden oluşan toplam yedi farklı iş yer alıyordu. Hepsi ayrı ayrı da işleyebilecek bu işler, sergi içinde bütün bir hikayenin parçası oluyor ve hem fotoğraf tarihine referans vererek görsel teknolojilerin bugünkü işlevine dair bir yorum getiriyor, hem de fotografik teknolojilerin sanattaki kullanım biçimlerine yakın sanat tarihinden yöntemlerden yararlanan bir dille yanıt veriyordu. Erken dönem kavramsal sanatçıların fotoğrafın belge niteliğine vurgu yapan yaklaşımları, seri ve dizilere olan ilgileri ile fotoğrafı estetik bir görüntüdense bir bilgi nesnesi olarak kullanma eğilimlerinden izler Kanar'ın işlerinde de görünüyor. Yine aynı dönemlerden Nam June Paik'i anımsatan, kusurlu görüntüler ve Mars yüzeyindeki delik görüntülerinden üretilen sesi yayan TV ekranlarıyla yapılmış bir heykel yerleştirmesi de elektronik görüntü teknolojilerinin ve videonun sanat alanına girmesiyle medya sanatlarının dönüşüm sürecine dair referanslar taşıyordu.
Ege Kanar, Apparatus sergisi yerleştirme görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, Versus Art Project'in izniyle
Bu doğrultuda, sanatçı sergiye Sabald'dan bir alıntıyla başlamış. Bu alıntı, görmenin teknolojileri değişse de görme biçimlerimizin ya da görmeyle ilgili meselelerin aynı kaldığını düşündürerek, tüm serginin genelinde farklı dönemler ve teknolojiler arasında kurulan bağ ile fotoğrafın ideolojik ve politik niyetlerin uzantısı bir aygıt olarak süregiden poziyonuna işaret ediyordu. Kağıt üzerine analog baskıdan, dijital baskıya, video yerleştirme ve günümüz 3D teknolojisinin ilk tasarımlarından biri sayılabilecek aynalı düzeneğiyle stereoskopa uzanan çeşitlilikte teknikleri bir araya getirerek, fotografik bakışa dair genel bir panorama çizmeye çalışıyordu. Bu panoramada temel çerçeveyi Opportunity'nin görsel arşivi oluştursa da, sergi içinde bu arşiv, insanlık tarihinin fotoğrafla belgelenmiş sayısız anını içeren çok daha geniş bir görsel arşivin parçası haline geliyordu. Google'ın temsil ettiği neredeyse sınırsız bir görsel koleksiyon, geçmişten günümüze pek çok imgeyi aynı anda içinde barındırıyor ve sürekli olarak da büyümeye devam ediyor.
Serginin ana odasında işte bu iki arşiv bir arada sunuluyor ve Mars görüntüleri görme deneyimimize eklemlenmiş online bir dünyaya karışıyordu. Google'ın haritalarında karşımıza çıkan uydu fotoğrafları sayesinde dünya üzerindeki pek çok yere henüz hiç gitmemişken göz atıp aşinalık kazanabiliyoruz. Artık neredeyse fotoğraflanmayan hatta fotoğrafı çekilerek İnternet ortamında temsil edilmeyen yerlerin var olmadığına ya da hiç gidilmemiş olduğuna inanacağız. Oysa ne Dünya, ne de Mars fotoğrafların temsiliyle algılanabilecek kadar sınırlı. Öyleyse yüz binlerce fotoğraflık bir arşiv içinden bir Mars topografya haritası oluşturmak, Mars'a dair bütünlüklü bir fikir edinmek ne kadar mümkün?
Kanar bu iki dev arşiv içinden yapılmış seçkilerle iki yerleştirme oluşturmuş. Mars yüzeyinden çekilmiş panoramik bir görüntünün detayları, saatli maarif takviminin kare formatında basılmış olarak takvim yaprakları gibi bloklar halinde dizili halde sergileniyordu. Her bir koçanda Mars yılındaki gün sayısı kadar yaprak üzerinde o karedeki görüntünün, renkli Mars panoramaları elde etmek için kullanılan filtreden biriyle çekilmiş halleri görülüyordu. İzleyicilerin yaprakları koparmasıyla etkileşimli hale gelen yerleştirme, her bir kopan yaprakla birlikte yeni bir görüntü kazanmış oluyordu. Yüzeyin asla bütün olarak görülemeyecek olması ve her bir fotografik birleştirmenin görsel bir kolaj gibi ancak kurgusal bir bütün oluşturacağının altını çizen bu yerleştirme, izleyicinin katılımıyla algılama süreçlerindeki öznelliğin rolünü de vurguluyordu.
Diğer yerleştirmede ise Kanar, kendi çektiği bir dağ manzarasını Google'ın görselle arama özelliğiyle aratıp bulduğu bir dizi benzer fotoğraf içinden seçilmiş görüntülerle karşı karşıya getiriyordu. Kanar'ın ulaşılması zor zirveleri gösteren siyah beyaz fotoğrafı keşif ve yolculuk fikirlerini uyandırırken, vahşi doğaya karşı insanın zaferini simgeleyen manzara fotoğrafı türünü vurguluyor; insan, doğa ve coğrafya arasındaki bağı tamamlayan aygıt olarak fotoğraf makinesini işaret ediyordu. Google görüntüleri içinde her şeyi görmek mümkün olsa da kolonyal zamanlara kadar uzanan keşifleri, seyahatleri, uzak coğrafyaları anımsatan fotoğraflar daha fazla yer almış görünüyordu. Google'ın aralıksız olarak tüm bir dünyanın bilgisini toplayıp durması gibi, fotoğraf yoluyla tüm bir yerkürenin ve üzerindeki dağ, tepe, şehir, insan, hayvan, bitki ve nesnelerin görüntüsünün toplanması, insanın sürekli bir açlıkla her şeyi ele geçirme sevdasının sonucu. Geçmişin kolonyalist niyetlerle yapılmış seyahatlerinde çekilmiş fotoğraflar dönemin Avrupa'sının yayılmacı politikalarının bir temsili haline gelmiş durumda. O dönemde fotoğraf makinesi, sahip olmanın bir ön aracı idi. Günümüzün kolonyalist aracı ise Amerikan menşeli bir çokuluslu şirketin kurduğu, her türlü bilgi ve görüntüyü toplayıp büyük bir açlıkla büyüyen Google olabilir mi?
Serginin diğer büyük odasında ise Mars manzaralarının negatife aktarılıp ardından kontakt baskı yapılmış fotoğraflarından oluşan bir seri bulunuyordu. Mars atmosferinde bulut oluşumunun yok denecek kadar az olması nedeniyle gökyüzünün neredeyse hareketsiz göründüğü bu siyah beyaz fotoğraflar, adeta ıssız çöl ya da kumsal manzaraları gibiydi. Her birinde tek bir görüntüyle karşılaşıyor olsak da tek tek her fotoğrafın aslında Opportunity'nin farklı noktalardan çektiği birden fazla görüntünün bileşimiyle oluştuğunu düşünürsek, bu fotoğrafların yarattığı gerçekliğin de sorgulaması kaçınılmaz oluyor. Bu odada ayrıca 18. yüzyılda yazılmış bir roman olan Giphantia’dan, daha fotoğrafın icadından çok önce yazılmış ama fotoğraf tekniğini neredeyse birebir anlatan bir pasajın bulunduğu bölüm de sergileniyordu. Böylelikle, insanın görüntüleri sabitleyip kayıt altına alma hevesinin çok daha eskiye dayandığını gösteren bir edebi belgeyle hayali bir gezegene dair bir başka keşif süreci sergiye dahil oluyordu.
Ege Kanar, Apparatus sergisi yerleştirme görüntüsü, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz, Versus Art Project'in izniyle
Fotoğraf makinesinin çekim sırasında doğası gereği önünde bulunan nesneyle eş zamanlı olarak bir arada bulunuyor olması, fotoğrafın olabilecek en nesnel bakışı sunduğuna dair inancın bugüne dek sürmesine neden oldu. Gerçekliğin kaydedilebilir görsel kanıtı olarak fotoğraflar Mars örneğinde de halen devam eden bir bilimsellik algısı yaratıyor. Oysa Opportunity'nin Mars yüzeyinde bıraktığı delici izler, bu bilimselliğin nesnelliğini de zedeliyor aslında. Sergide koridor boyunca görülebilen bu izlerin görüntüleri, sergi sonundaki video yerleştirmede daha da rahatsız edici bir şekilde karşımıza çıkıyor. Makineyle üretilmiş her bir görüntü, sırf makinenin o an orada olarak o görüntüye nüfuz etmesiyle bozulmuş oluyor aslında. Her zaman Mars yüzeyindeki delikler kadar somut izleri olmasa da kameranın varlığı daima çektiği görüntüye yansıyor. Böylelikle bakışla biçimlenmemiş bir varoluşa dair bir bilgiden de mahrum kalıyoruz. Ege Kanar'ın sergisi fotografik bakıştaki tüm bu karmaşık dengelere dair çok katmanlı bir düşünce ortamı sunuyordu.
Comments