Antalya’da kamusal alanda “kıyı” sorunsalını ve kıyıda yaşama olgusunu gündemine alarak bir araya gelen sanatçıların oluşumu Kıyı Project, ikinci sergisi Beton, Hayvan, Deniz ile yine bir kıyı kenarında izleyenler ile buluştu
Röportaj: Ebru Nalan Sülün
Çiğdem Yola ...hiç, denizdi yalnızca ve dağlardı baktığım, 2023 Ses 8.34’, yerleştirme
Beton, Hayvan Deniz, bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programının desteğiyle 10-16 Nisan 2023 tarihleri arasında Özge Yağcı küratörlüğünde; Ali Kanal, Batuhan Öztürk, Berna Dolmacı, Çiğdem Yola, Esin Aykanat Avcı, Gülden Ataman, Handan Dayı, Ilgaz Özgen Topçuoğlu, Kemal Tizgöl, ve Şafak Çetin Özkan sanatçı katılımıyla Lara Falezler’de (Erenkuş Halk Plajı) kıyıya yerleşti.
Sergi küratörü Özge Yağcı’nın “Bir sanat projesi ile kıyıya yerleşme jesti” olarak ifade ettiği Beton, Hayvan, Deniz’e dair Yağcı’ya göre; sergi yoluyla “kıyı”, seyirlik bir manzara olma halinden uzaklaşarak gündelik kullanımların ötesinde sanat aracılığı ile kavranan ve paylaşıma açılan müşterek bir mekân halini alıyor ve bu yolla Antalya özelinde kenti akışkan bağlarla dolaşan kıyı çizgisine dair sanat yoluyla yeni bir okuma da mümkün kılınıyor. Kıyı Project ve Beton, Hayvan, Deniz’e dair Özge Yağcı ve katılımcı sanatçılardan Ali Kanal, Gülden Ataman ve Handan Dayı ile konuştuk.
Özge, kariyer hikâyende İzmir ve Antalya arasında geçen dönüşümlü bir süreç var. İzmir’deki eğitim sürecinin ardından Antalya’ya dönüşün ve ardından sanatçı kimliğine eşlik eden bu kolektifi kurma öykünü bizlere anlatır mısın?
Özge Yağcı: Sanatta yeterlik eğitimi için gittiğim İzmir’de beş yıl kadar yaşadım. Bu süre İzmir’in sosyal ve kültürel ortamı içerisindeki kolektif yapılanmaları, oluşumları, aktörleri ve kurumları anlayabilmek için güzel bir zaman dilimiydi. İstanbul’a oranla galeri sayısının az oluşunun kent içinde kendi alternatifini yaratmış olduğunu gözlemledim. Burada sanatçıların inisiyatif alarak oluşturduğu bağımsız oluşumların katkısı büyüktü. Bir yandan İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi’nin sunduğu atölye imkânlarında üretimlerimi gerçekleştiriyordum. Bu bir anlamda kolektif bir mekânda diğer sanatçılarla etkileşime girerek üretmek demekti. Antalya’ya döndüğümde kişisel bir atölye açma imkânım oldu. Ancak zaman geçtikçe İzmir’deki kolektif mekân deneyimini özlediğimi fark ettim ve Antalya’da sanatçılar için daha çok paylaşımlı bir ortam nasıl oluşur sorusu üzerine düşünmeye başladım. Bir taraftan Antalya’da çok az sayıda çağdaş sanat galerisi var ve bir tanesi hariç hepsi Antalya’daki sanatçılara karşı mesafeli bir tutum içerisinde. Bu nedenle mekânın galeri olmadığı, kent içinde kamusal alana yerleşen bir sanat projesi üzerine düşünmeye başladım. Bu düşüncemi yakın çevremden arkadaşlarıma açtım. Önceleri Antalya’nın tarihî kent merkezi Kaleiçi’nde alternatif bir şeyler yapılabilir mi, sorusu gündeme geldi. Sonrasında mekânın çok turistik olması, yoğun insan trafiğine maruz kalması ve halihazırda yürütülen sanat projeleri nedeniyle buradan vazgeçildi. Antalya’nın bir kıyı kenti olması nedeniyle kıyı mekânları alternatif sanat rotaları olarak kurgulanabilir mi sorusu üzerine Kıyı Project’in oluşum öyküsü şekillenmeye başladı.
Kolektifin Antalya kenti ile kurduğu bağ dikkat çekici. Bu bağlamda, neden “kıyı”?
Ö.Y.: Antalya her şeyden önce bir kıyı kenti. Kara ve su bileşenlerini içeren çift kutuplu bir mekânsal deneyim sunuyor. Kıyı, şehrin ulaştığı en uç nokta olarak başka bir ortama geçişte doğal bir eşik oluşturmakta. Şehrin kaotik kurgusu kıyıda kendini bir esnemeye ve dağılmaya bırakıyor. Antalya doğal kıyı çizgisini koruyabilmiş bir kent. Dolgu alanlarına dönüştürülerek ya da otoyol bandına terk edilerek ehlileştirilen bir kıyı çizgisi neredeyse yok. Ancak turizm baskısı nedeniyle kamusal kimliğini kaybeden ya da yoğun yapılaşma sonucu kıyı kanunu ihlallerine tanık olan bir kıyı deneyimi mevcut. Antalya bir turizm kenti olarak anılıyor ve bu durum hem kent hem de doğal alanlar üzerinde ciddi bir baskı üretiyor. Bu bağlamda turizm baskısının kentte hafifletildiği kültürel ağlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Kıyı Project bu nedenle kıyı alanlarının yalnızca turistik faaliyetlerle değil kültürel oluşumlarla da kavrandığı müşterek bir mekân yaratma hayalinden yola çıkıyor.
Ilgaz Özgen Topçuoğlu, Hatırladın mı..?, karışık malzeme, Yerleştirme, 2023
Kıyı Project Beton, Hayvan, Deniz ile ikinci sergisini gerçekleştiriyor. Bizlere kolektifin ilk sergisi, bu sergi ile kurduğu ilişki, sanatçılar ve kavramsal yaklaşıma dair neler söyleyebilirsiniz?
Ö.Y.: İlk sergi Şehrin Altı falezlerin bitiminde Konyaaltı sahilinin başlangıç noktasında yer alıyordu. Sergi ismi, denizin kente konumlanışına referans veriyordu. Sergide yer alan işler kıyı üzerine üretilmiş farklı ilişkilenme biçimlerine odaklanıyordu. Sergi, kıyıya aidiyet geliştirmek, bellekle ilişkilendirmek, fizikî ya da şiirsel varlığına gönderme yapmak, kıyı kentinin sucul ve sucul olmayan doğasındaki arayüze inmek, sınır deneyimi kurgulamak, doğa ve insan ilişkilerindeki sahiplenme güdüsünün gerçekliği ve ironisi üzerine düşünmek, kıyı alanı jestlerindeki gündelik ve anlık değişimlere odaklanmak gibi farklı sanatçı eğilimleri üzerinden şekilleniyordu. Antalya’nın bir kıyı kenti olması, kendi içerisinde barındırdığı metropol, taşra, sayfiye gibi mekânsal kurgular, kıyının imgesel ve poetik varlığı, projenin İstanbul’a fizikî ve mecazî anlamda periferik bir bağlantı önerisi ve tüm bunların yarattığı potansiyel ve gerilim projenin ana dinamikleri olarak karşımıza çıkıyordu. İkinci sergi Beton, Hayvan, Deniz ise Lara Falezler bölgesinde yer alan beton bir iskele üzerine konumlanıyor. Beton, Hayvan, Deniz ve ona paralel düzenlenecek paneller ve söyleşileri içeren proje bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından finanse ediliyor. Sergi, deniz seviyesinin biraz üzerinde falezlerin kıyıya erişime izin verdiği ölçüde bir mekân kurgusu içerisine yerleşiyor. Beton iskelenin varlığı, insanın doğaya müdahalesinin çarpıcı bir örneği. Antalya’da kıyı çizgisinin dolgu alanıyla belirlendiği ender noktalardan biri burası. Alıştığımız doğal kıyı çizgisinin bozulduğu bir alan. Dolayısıyla insan merkezci bakıştan uzaklaşmak biraz zor olsa da bu sefer kıyıyı yalnızca bir mekân olarak kurguya dahil etmek yerine öteki ya da yoldaş türlerle düşünmek gibi bir bakış açısı geliştirmek istedik. Beton kıyının canlı türleri neler olabilirdi, bunun üzerine eğildik. Sergilerimizi sezon dışı zamanlarda gerçekleştiriyoruz. Bu durum kıyıda insan yoğunluğunun azaldığı insan dışı türlerin varlığının daha görünür olduğu bir zaman dilimine karşılık geliyor. Bu nedenle sanatçı yaklaşımlarında insan dışı türlerle bir diyalog formu geliştirmek kıyıda edinilen mekân deneyimlerine eşlik ediyor.
Kolektifin sanatçı kurgusu nasıl şekilleniyor? Kıyı Project in gelecek projeleri hakkında bilgi verebilir misin?
Ö.Y.: Kolektif kurulalı dört yıl gibi bir süre oldu. Bu sürenin başından beri birlikte işler ürettiğimiz arkadaşlarımız: Çiğdem Yola, Batuhan Öztürk, Kemal Tizgöl, Handan Dayı ve Gülden Ataman. İlk sergide yer alan ancak şehir dışına taşındıkları için kolektife şu an dışarıdan destek veren arkadaşlarımız ise Hamdi Can ve Maria Aslanbey. İlk sergideki sanatçılar Antalya’da yaşayan ya da kentle yakın temas kurmuş kişilerden oluşmaktaydı. İkinci sergide ise bu durumu biraz değiştirmek ve kent dışına açılan bir sanatçı kurgusunu benimsemek istedik. Bu bağlamda Esin Aykanat Avcı, Şafak Çetin Özkan, Berna Dolmacı ve Ali Kanal ikinci sergide aramıza katıldılar. İkinci sergide aramıza Antalya’dan katılan bir diğer isim ise Ilgaz Özgen Topçuoğlu oldu. Kolektifin kıyısı olan ya da olmayan başka kentlerdeki sanatçılarla iş birlikleri oluşturmak hedefleri arasında. Kıyı bir yandan kendi içinde bir sınırsızlık deneyimi kurguluyor. Birbirine karışan denizler coğrafya boyunca uzanan bir kıyı çizgisi etrafına yerleşmiş kent kurgularıyla birbirlerine bağlantı veriyorlar ya da bir akarsu üzerinden bu bilgiyi daha iç bölgelerdeki kentlere taşıyorlar. Başka bir açıdan kolektif yalnızca kıyının fizikî varlığından ilham almıyor. Kıyının ürettiği; kenar, periferi, ıssız, tenha yer gibi diğer anlamları ile sosyolojik olarak kıyıda olmak, devletin kıyıları ya da psikolojik bağlamı düşünce dağarcığımız içinde yer alıyor.
Kıyı Project’in göçebe bir kurgusu var. Bir nevi mekânsızlıktan doğan kamusal alana yerleşme arzusu, projenin kurgusunda da kendini gösteriyor. Her sergi farklı bir kıyı mekânını deneyimleme fikri üzerine gelişiyor. Böylelikle farklı topografyalara sahip kıyı oluşumları mekânsal bir veri olarak sergileme pratiklerinde değerlendiriliyor. Önümüzdeki senelerde Lara kumul alanına yerleşecek üçüncü bir sergi fikri gelişim aşamasında. Sergilerin yanı sıra bir de kitap çalışması üzerine yoğunlaşacağımız bir dönem olacak. Kıyı olgusuna sanatçı pratiğinde rastladığımız isimler, bu konu üzerine düşünce biçimleri geliştirmiş yazar ve teorisyenler davet edilerek olguyu yazınsal pratikte de tartışmaya açmaya çalışacağız.
Kıyı Project’in ikinci sergi projesi olan Beton, Hayvan, Deniz’de Ali Kanal-Gülden Ataman olarak Lunae Mollusca yerleştirme eseriniz ile yer alıyorsunuz. Gülden, öncelikle sana yönelmek istiyorum. Sen, Antalya’yı daha önce deneyimlemiş ama artık Antalya dışında İstanbul’da profesyonel sanat hayatını sürdüren bir isimsin. Aynı şekilde Ali, sen de Antalya kentine özel projelerini ve Antalya dışında İzmir’de profesyonel üretimlerini sürdürüyorsun. Gülden, sen Kıyı Project’in ilk sergisine de katılmıştın. Beton, Hayvan, Deniz de ise bir kolektif eserle karşımızdasınız. Bize buluşma noktanız ve eser üretim sürecinize dair bilgi verir misiniz?
Ali Kanal: Ailem Antalya’da yaşıyor ve kentin yabancısı sayılmam. Gülden’le geçen sene Darağaç’ta gerçekleşen sergide tanıştım. Son birkaç senedir farklı sanatçılarla ortak üretimler yapıyorum. Kıyı Project’in yeni sergisi için hem daha önce Antalya’da yaşadığı ve mekânları bildiği için hem de farklı bir disiplinden geldiği için Gülden’e ortak üretim teklifiyle gittim. Gülden de kabul etti ve sergiye dair detaylar netleştikçe fikir alışverişine başladık. Farklı şehirlerde yaşıyor olsak da düzenli aralıklarla çevrimiçi görüşmeler yaptık. İlk olarak, kamusal alan hakkında ne düşündüğümüzü, neler yapmak istediğimizi paylaştık. Daha sonra, projenin başlığına odaklandık çünkü o zaten bize üretimi geliştireceğimiz çıkış noktalarını veriyordu. Sergi mekânı olan Erenkuş Plajı, falezlerin arasında betonla oluşturulmuş yapay bir kıyı. Biz de, acaba bu sonradan oluşturulmuş kıyıda, burada ki biyoma ait olan tamamen bu kıyıya özgü bir canlı oluşsa nasıl olurdu gibi tuhaf sorular sormaya başladık. Bu sorulara ait cevaplar hakkında araştırma yaptıkça kendimizi ilkel canlıların dünyasında bulduk. Tek hücreliler, bakteriler, algler hatta yumuşakçalar ve hatta amfibiler bize kıyıda oluşabilecek olası canlılara ait fikirler veriyordu. Bu araştırmayı malzeme arayışı ile pekiştirdik ve doğru malzemeyi de bulduğumuz an, nasıl bir üretim gerçekleştireceğimize tamamen emin olduk.
Gülden Ataman: Bu eser üzerinde çalışma kararını 2022 sonlarında gerçekleşen Rotasyon sergisinde almıştık. Bizi bu karara götüren aslında farklı disiplinlerden geliyor olsak da her ikimizin de buluntu nesnelere ve yeni alanları keşfetmeye duyduğumuz merak oldu. Çalışmaya başladığımız süreçte her ikimiz de sergi alanında bulunma imkânına sahip değildik. Bu da bizi konumlanacağımız, üreteceğimiz alandan çok “kıyı” nın ne’liği üzerine düşünmeye itti. Uzun süre uzaktan yürüttüğümüz bu sorgulama sürecinde çok fazla tanıma, deneyime uğradıktan sonra kendi iklimi, biyolojik çeşitliliği olabilecek bir alanın varsayımı fikri bizi en çok heyecanlandıran başlık oldu. Bu varsayım üzerinden kurguladığımız yeni yaşam alanının içinde nasıl bir canlı türünün varlığından söz edilebileceğini düşünmeye başladık. Bu noktada yalnızca coğrafî faktörlere, biyolojik etkilerine bağlı kalmaktansa “kıyıda” olmanın insan üzerindeki duygusundan beslenmek istedik. Suya atlamak üzere olan bir insanın ayakları kıyıda konumlandığı an ne hissettiği sorusu eserin genel çerçevesini belirleyen faktör oldu. Ayakları topraktan ayrılmak üzere olan bir insanın hissedeceği heyecan, hüzün ve belki tedirginlik duygusu Lunae Mollusca’nın doğasını belirledi diyebilirim.
Ali, sen İzmir’de Darağaç kolektifinin aktif isimlerinden birisin. İzmir’de de kamusal alanda oldukça dinamik projeler üretiyorsunuz. Kıyı Project ve Antalya özelinde kamusal alan deneyimlerinden söz ederek yaşadığın İzmir ve bu sergide deneyimlediğin Antalya kent kamusal alanına dair bir karşılaştırma yapabilir misin?
A.K.: Yaklaşık 8 senedir İzmir’in Umurbey mahallesinde yerelde yaşayanlar ve oto tamir ustalarıyla birlikte hem birlikte yaşama hem de üretme deneyimi edindik. Kamusal alanda gerçekleştirdiğimiz sergiler belirli bir beklentiye neden oldu ve bu gözle görülür ihtiyaç büyüdükçe Darağaç Kolektifi’nin de aynı oranla büyüdü. İzmir’de daha önce kamusal alanda sanat üretimini sadece belediyelere ait bir çalışma olarak gören halk, artık şehrin en arka mahallelerinden birine ait küçük bir ara sokağında yer alan bir sanat üretimini görebilmek için evinden kalkıp geliyor, sanatçılarla sohbet ediyor. Bu durumu, sanatla arasında geniş bir mesafe barındıran toplumumuz için önemli ve değerli buluyorum. Kendi gözlerimle insanlardaki sanat tabusunun yavaş yavaş nasıl yıkıldığını gördüm. Bu nedenle, özellikle periferide kalan şehirler için kamusal alanda var olabilmek ciddi bir önem arz ediyor. Kıyı’nın Antalya için kurguladığı şey bu noktada değerli çünkü, kıyılar yerel ve turistik amaçla gelen insanların en yoğun olduğu kamusal alanlar ve burada gerçekleşecek olası karşılaşmalar kentin dinamiğine doğrudan etki edebilir. Kıyı Projesi’ nin Antalya’da kamusal alanda yaptığı her proje tamamen şehrin dokusuyla organik bir bağ kurarak gelişim gösterip büyüyeceğine inanıyorum.
Ali Kanal & Gülden Ataman Lunae Mollusca Yerleştirme, Değişen boyutlarda, 2023
Beton, Hayvan, Deniz sergisinin kavramsal çerçevesi bağlamında, yaşayan bir varlık hissi uyandıran, derinliğe sahip bir çalışma olan Lunae Mollusca’ya dair neler söylersin?
A.K. & G.A.: Lunae Mollusca, varsayımsal bir alan olan “kıyı”nın ekolojisine özgü bir canlı diyebilirim. Bizim için kıyı, tıpkı kara gibi, tıpkı su altı gibi kendine has canlıları ve atmosferi olan bir alan. Tek farkı bu alanın şartlarını kimyasal bileşenler değil, yaşattığı duygular belirliyor. Lunae Mollusca aslında bir anlamda endişenin, hüznün ve arada kalan duyguların beden bulmuş hali. Ne suda ne karada konforlu bir şekilde varlığını sürdürebilen, her zaman ortaya çıkmayan ve ses çıkarmayı tercih etmeyen tedirgin bir canlı.
Handan Dayı, Kendime Bir Yer, 2023, Kırkyama (kumaş birleştirme), yerleştirme, 5mx10m
Handan, sen kolektifin oluşum sürecinde de yer alan sanatçılardansın. Kıyı Project’in ilk sergisi olan Şehrin Altı’nda Satılık Deniz Parseli eserinle dikkat çekici bir farkındalık yaratmıştın. Beton, Hayvan, Deniz’de de Kendime bir yer eserinle ilk sergide olduğu gibi kıyıdan ayrılarak bu kez bir küçük adaya yerleşiyorsun. Kıyı senin için ne demek? Kıyıya yerleşmek ve denize yerleşmek; bu iki eyleme dair neler söylersin?
Handan Dayı: Kıyı kavramı benim için sadece mekânsal bir oluş değil, ontolojik boyutuyla şekillenen bir sözcük. Kıyıda olmak, aynı zamanda kıyı olmak benim için. Kentin heterojen zamanından koparak akışkan bir zamanı deneyimlediğim zamansız bir sınırda olma hali. Doğanın kendini bize açtığı, hepimiz için özgürlük olanağını fısıldayan yer. İkinci sergimizde bir adaya yerleşmek istedim. Benin için ada, fizikî olarak kıyıya çok yakın ama bir o kadar da uzak, anakaradan kopabileceğin ama evine yeniden dönme umudunu saklı tutan bir sınır deneyimi. Bir yersizlikyurtsuzluk duygusu barındıran ama aynı zamanda her-yerli olma ihtimalinin varlığını temsil ediyor. Hem ait olmak, hem de olmamayı istemek gibi.
Antalya ile kıyı ilişkisine ve Kıyı Project’e dair bir sanatçı duyarlılığı ile neler söylersin?
H.D.: Ben doğma büyüme İzmir Karşıyakalı’yım. Eğitim için İstanbul’a gittim. Yaklaşık 30 yıldır da Antalya’da yaşıyorum. Yaşadığım tüm kentler kıyı kentleriydi. Dolayısıyla kıyı ve deniz benim hayatımın merkezinde yer alıyor. Antalya’ya ilk geldiğim 1992 yılından bu yana turizmin Antalya’yı çok hızlı bir dönüşüme uğrattığına tanık oldum. Antalya’nın bir cazibe merkezi olarak görülmesi özellikle kıyıların istilasına ve Antalya’nın kıyı silüetinin değişmesine neden oldu. İlk işim Satılık Deniz Parseli buraya vurgu yapıyordu. Kıyı Project, küratörümüz Özge Yağcı’nın birlikte düşünüp, kamusal alanda sanat üretebilecek sanatçıları bir araya toplamasıyla doğdu. Birçok düşünsel sohbet yaptık, hepsi çok verimliydi. Bu tarz kolektif çalışmaların insanı verimli kılıyor.
Kendime bir yer eserinde toplumsal duyarlılığın öne çıktığı bir yaklaşım dikkatleri çekmekte. Özellikle ülkemizde yaşanan deprem felaketi düşünüldüğünde çalışmanın barındırdığı “mekânsızlık- yersiz yurtsuzluk” olgusu artık daha da düşündürücü. Bize projen ve bu süreçteki deneyimlerinden söz eder misin?
H.D.: Son dönemlerde Antalya çok yoğun bir göç aldı. Yaşanan felaketler sonucu insanlar zorunlu ya da tercihen Antalya’ya gelerek buraya yerleşmeye başladılar. Bu durumun mikro düzeydeki olumsuz sonuçlarına tanık olacağız. Ancak ben tüm insanlık tarihine baktığımda bambaşka bir resim görüyorum. İnsanın özgürlük talebi hayatın ve kültürün çeşitliliğini getiriyor. Doğa da böyle çalışıyor. Hareket yeniyi barındırıyor. Kendime bir yer farklı nedenlerle Antalya’ya gelip yerleşen kadınların öyküsüne odaklanıyor. Amacım “öteki” kavramı üzerinden göçün olumsuz anlamını tekrar eden karamsar bir hikâye kurmak değil, tersine göç kavramının dışlayan tavrına odaklanmayan olumlu bir bakış açısı geliştirmek. Kadınların anlattıkları göç hikâyelerine kulak vermek, onların şarkılarını dinlemek, yaratılacak kültürel çeşitliliği yansıtmak istiyorum. Çalışmada adayı kaplayan göçmen kadınların diktikleri kumaş parçalarıyla oluşturulmuş çokkültürlülüğü simgeleyen büyük bir örtü var. Dikiş dikerken kendi dilleriyle seslendirdikleri şarkılar tek bir tınıda birleşecek. Çalışmanın kavramsal teması üzerinden, bir diğerine yer açarken, kentli olanın da kendine bakmasına ve “Nerelisin?” sorusunun tuhaflığı üzerine düşünme imkânını yaratmak istiyorum.
Comments