top of page

Bir sanat kazası: II. Kommagene Bienali

İyileşmek temasıyla bu yıl ikinci kez düzenlenen Kommagene Bienali, kapılarını 24 Ağustos’ta açtı. Küratörlüğünü Prof. István Erőss'ın üstlendiği bienalde 20 farklı ülkeden 53 sanatçının yapıtları yer alıyor. Peki, Bienal neyi anlatmak ve kimi iyileştirmek istiyor, anlamaya çalıştık


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Ağustos ayının sonlarına doğru II. Kommagene Bienali’nin açılışına katılmak için davet aldım. Basın gezilerine gitmek bir sanat yazarı olarak işimin asli bir parçası ama açıkçası bir süredir sergi görmek için basın ekiplerinin parçası olarak şehir dışına çıkarılmayı, göreceğim ve hakkında yazmakla mükellef olduğum sergilerin vasat çıkma ihtimali nedeniyle pek sevmiyorum. Üstüne üstlük bu ihtimal hayli yüksek zira uzunca bir zamandır sanat dünyasında dolanarak şu fikre ulaştım ki Türkiye’deki sanat etkinliklerinin gözardı edilemeyecek bir kısmı vasat ve ben bir yazar olarak bu olamamış sergileri eleştirmek ve dolayısıyla duyurmak amacıyla davet edilip pamuklara sarılarak misafir edildiğimde işimi etik bir şekilde icra etmekte zorlanıyorum. Bu kişisel dertten daha önemlisi, bilhassa İstanbul dışında, binbir zorlukla ve çoğunlukla iyi niyetlerle gerçekleştirildiğini varsaydığım ve de oldukça kıymetli olduğunu düşündüğüm etkinlikler hakkında olumsuz yazı yazmanın bu etkinliklerin yoluna taş koyacağına dair kaygım elimi kolumu bağlıyor. Yine de Kommagene Bienali’nin birinci edisyonuna dair okuduğum, duyduğum olumlu yorumlar ve 2022’de gerçekleşen sergiden gördüğüm etkileyici görseller beni bu ikincisi için epey heyecanlandırdı; bir de ne yalan söyleyeyim Nemrut Dağı’nda güneşin doğuşunu izlemek fikri çok cazipti. Ama ne yazık ki hevesle iştigal etmeyi kabul ettiğim bu iki günlük kısa seyahat benim için tahammülfersa bir deneyime dönüştü. Umarım gördüklerimi layıkıyla aktarıp eleştirimi yapıcılığa izin verecek bir dozda tutabilirim. 


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Şahit olduklarımı bir cümlede özetlemem gerekirse Kommagene Bienali olarak tanıtılan etkinlik, dünya hakkındaki şahsi ve -ne yazık ki- çiğ olmaktan kurtulamamış basmakalıp kanaatlerin zayıf illüstrasyonları olmanın ötesine geçememiş; gerek kurgularıyla gerek de uygulamalarıyla en ufak bir duygulanım yaratmaya muktedir olmayan “şeylerin” Adıyaman’ın kıymetli coğrafyasına lakayıtça serpiştirilmesinden ibaret esef verici, adına sergi demenin bile gördüğüm sergilerin önemli bir kısmına ihanet olacağı aciz bir çabadan ibaretti. (Bu ifadem kimilerine biraz ağır gelebilir.) Sanata duyduğum saygı beni onun istismar edildiğine kani olduğum durumlara sert bir tepki göstermeye itiyor. Kaldı ki ben Kommagene Bienali’nde sadece sanatın ve sanatçıların değil aynı zamanda Adıyaman’ın da, kasti olmasa bile, istismara açık kılındığını düşünüyorum. Şimdi izin verin, neden böyle bir kanaate kapıldığımı elimden geldiğince izah etmeye çalışayım.


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Aslında bienalin yapısı gayet masum gözüken bir çerçeve üzerine kurulmuş. Geçen bienalin sanatçılarından Prof. István Erőss bu sene küratör seçilmiş. Ardından sanat çevrelerinden az ya da çok bildiğimiz sanatçıların hazır işlerine yönelinmektense bir uluslararası komite oluşturulmuş ve açık çağrıya gidilmiş. Sayısını bir türlü tam olarak öğrenemediğim, bienalin web sitesinde 198 olarak geçen, basın toplantısında Erőss’un 200 olarak dillendirdiği, bienalin direktörü Nihat Özdal’ın basına servis edilen açılış konuşmasında ise sayısının 400 olduğunu söylediği başvurudan, hesaplayabildiğim kadarıyla 41 proje seçilmiş ve bu projelerin sahibi 53 sanatçı sergi açılışından 15 gün önce “dünyanın en büyük misafirlik programı” kapsamında Adıyaman’a gelip bölgeden zanaatkârlarla işlerini üretmişler. Açık çağrı, misafirlik programı ve zanaatkârlarla iş birliği içinde yeni üretim fikri kâğıt üzerinde demokratik, fark yaratmaya kadir ve değer üretebilecek bir sistem gibi gözükse de ortaya çıkan sonuca bakınca aşikâr ki evdeki hesap çarşıya uymamış ve birkaç satır önce belirttiğim gibi özgün duygulanımlar yaratmayı beceremeyen, konumlandıkları mekânla iletişim kurmaktan fersah fersah uzak, sık sık kendini tekrar eden özensiz çalışmalardan ibaret basiretsiz bir “sergi” ortaya çıkmış. Elbette başvuruya gelen projeler kötüyse elden ne gelir denebilir ama itiraf etmek gerek ki ilkiyle gayet iyi bir etki yaratan, hatta servis edilen basın bülteninden alıntılarsam; “Türkiye’nin en önemli çağdaş sanat etkinliklerinden biri haline gelen” bir etkinliğin ikinci edisyonuna açık çağrı olduğu halde dünya çapında sadece 200 ila 400 arası başvuru yapılmış olması üzerine düşünülmesi gereken bir durum. Açık çağrıya çıkılan benzer etkinliklerde bu sayı dört, beş mislini kolaylıkla buluyor. Ayrıca kendini “dünyanın en büyük sanatçı misafir programı” olarak da lanse eden bir projenin sanatçılardan 15 günlük bir süreçte, bir misafir programına uygun olarak bölgeyi deneyimlemelerini ve projelerini bu kısıtlı zamanda uygulamaya koymalarını beklemenin pek de gerçekçi olmadığını not düşmem gerek. Özellikle de bienalin sık sık dillendirilen ve bizim de misafirler olarak tanık olduğumuz kısıtlı olanakları göz önünde bulundurulduğunda bu 15 gün, bırakın projeleri geliştirmeyi, hazır fikirleri uygulamayı bile dara sokacak bir takvime ancak izin verir. Kısacası bu bienalin bir misafirlik programı üzerine kurulduğu tezi ancak bir iletişim teranesi olabilir.


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Böyle bir sürecin sonunda ortaya çıkan serginin sorumluluğunu sanatçılara ve sanat eserlerine yıkmak kolaya kaçmak olur, bu yüzden burada sanatçılara ve sanat eserlerine tek tek değinmeyeceğim. Derdim aslen sanatçılarla değil hatta belki söz konusu eserlerden bazılarını başka koşullarda görseydim arzuladığım duygulanımı da yaşayabilirdim ama söz konusu “bienalde” sanat ve sanatçılar en geri plandaydı. Bienal ekibi ve küratör projelerini kendilerine teslim eden bu insanların emanetlerine açıkça pek iyi davranmamışlar. Prof. István Erős’ın bir kavramsal metin yazmaya gönül indirmemiş olduğu serginin çerçevesini çizen tek unsur olan “iyileşmek” başlığı her ne kadar depremi, yıkımı ve kayıpları düşündükçe mânîdar gibi gelse de günün sonunda hikmeti kendinden menkul “sanatın iyileştirici gücü” klişesinin ötesine geçememesiyle bienalin baştan savma olan küratöryel yaklaşımının ilk ipucunu veriyor. Metin yazmamak küratöryel bir tavır olarak kabul edilebilir elbette ama basın toplantısında bir yayının temsilcisinin serginin başlığı hakkında talep ettiği açıklamayı geçiştirmesi küratörün entelektüel emeğinin ne kadarını bu sergiye vakfettiğinin bariz bir göstergesi olabilir. Eserleri bir araya toplayacak en basit araç olan kavramsal çerçeve metnini yazmamış olan küratörün gerek projelerin geliştirilmesinde gerek üretimde gerek de mekânların düzenlenmesinde pek çaba sarf etmemişe benziyor olması ise bence “serginin” başat sorunu. Kendisinden öğrendiğimiz kadarıyla sanatçılarla ancak sergi kurulumundan on beş gün önce Adıyaman’a geldiklerinde tanışan üstelik sanatçıların bir kısmıyla sadece birkaç gün önce çalışabildiğini söyleyen bir küratörün asli görevlerini ifa ettiği söylenemez: Mekâna özgü yeni üretimlerden oluşan bir sergide küratörün bir yandan işleri birbirine ve mekânlara bağlayarak kavramsal çerçevenin bütünlüğünü kurmaya çalışması, öte yandan sanatçılara ebelik yaparak onların fikirlerinin sergiye en uygun şekilde kuvveden fiile çıkmasını sağlaması gerektiğini düşünüyorum. Küratör kendi rolünü oynamaktan sakınınca sergi ham fikirlerin banal uygulamarından ibaret bir derleme olmanın ötesine geçemiyor. 


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Tabii küratörü tek sorumlu olarak ilan etmemek gerek, bienalin arkasındaki ekibin de küratör tercihinden ve çalışma biçimini belirlemesinden gelen büyük bir sorumluluğu olduğunu unutmamalı. Bienalin gerçekleştirilmesinde gösterdikleri özensizlik şartların zorluğundan, kaynak eksikliğinden dem vurularak açıklanamaz. Bienal ekibininin Adıyaman’ın şüphesiz her hali büyüleyici mekânlarıyla “sergiyi” bir araya getirirken yapılması gereken en temel şeyleri yapmış olmayıp eserleri bu etkili coğrafyanın içinde adeta öksüz bırakmaları da affedilemez. Karşılaştığım manzarayı kısaca anlatmam gerekirse; sanat eserleri Adıyaman'ın engin ve kadim topraklarının ortasında birbirinden arabayla en az otuz, kırk dakika uzaklıktaki Nemrut Dağı, Kahta Kalesi, Cendere Köprüsü gibi tarihi mekânlara kendi başlarının çaresine baksınlar diye öylece terk edilmiş. İzleyicinin yolu bu mekânlara düşebilirse karşısında ne orada Kommagene Bienali adında bir etkinliğin vuku bulduğunu imleyen bir tabela, ne bienal hakkında bilgi içeren bir broşür ne de o eserlerin hangi akla hizmet o mekânda olduklarını açıklayan bir iki satır yazı bulması mümkün. Sergi mekânlarında bienal hakkında detaylı bilgi alınabilecek bir yerin, bir bankonun olmadığını söylemiştim zaten. Muhtemel izleyicinin bulup bulabileceği “sanat eserleri” ve yanlarına eğreti bir biçimde iliştirilmiş tabelalarda, sanatçıların kendilerini ve eserlerini anlatmaya çalıştıkları öznel ve her biri diğerinden farklı üsluptaki metinleri var. Bu metinleri yine bienal ekibinden bir editörün, küratörün desteğiyle hazırlamış olması gerekirken, sanatçılar muhtemelen proje başvurularında kullandıkları cümleleri buraya kopyalamışlar gibi. Bu durumda muhtemel ziyaretçimiz şayet sanatla alakadar olan azınlıktansa şahit olduğu şeyin nadiren gerçekleşen bir güncel sanat olayı olduğunu bir ihtimal fark edebilir ve yine bir ihtimal sanat eserleriyle kendi meşrebine göre bir bağ kurabilir. Yoksa görüp görebileceği binlerce yıllık haşmetli kalıntıların yanında anlamlandırılması namümkün demir parçaları, soba boruları, taşlar, kumaşlar… 


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Bu noktada Kommagene Bienali’nin bir diğer büyük sorununa geliyoruz. Bu bienalin muhatabı kim? Nemrut Dağı’ndaki dillere destan tanrı heykellerini görmeye geleceği düşünülen turistler mi? Şayet böyleyse dediğim gibi ne Nemrut’ta ne de başka mekânlarda turistleri karşılayan, bilgilendiren herhangi bir yönlendirme mevcut. Söz konusu turistlerin Adıyaman’ın kültürel ve doğal güzelliklerinin arasında bir hayli cılız kalan bu sergiyi görmezden gelmesi kuvvetle muhtemel. Yok bu etkinliği açılış sürecinde İstanbul’dan getirilen, benim de aralarında bulunduğum, bir avuç şanslı sanat camiası mensubu için yapıyoruz deniyorsa bu fikrin  bizzat kendisi abuk değil mi? Kommagene Bienali öncelikli olarak Adıyaman halkı içindir de denebilir ve ilk bakışta bu çok yerinde bir iddia olabilir ama fiilliyata bu serginin muhtemel ziyaretçileri arasında Adıyaman halkının olmadığı kesin. İşin aslı Adıyaman halkı şehirde bir sergi olduğundan haberdar mı, ondan bile emin değilim. Umarım şehrin billboard’larına afişler asılmıştır ya da asılacaktır veya başka iletişim araçları işe koşulacaktır ama broşürler, kitapçıklar, tabelalar gibi izleyicilerle sergilerin arabuluculuğunu yapan unsurların yokluğunda bienalin güncel olmayan web sayfasındaki az sayıdaki eski bilginin de sadece İngilizce olduğunu da söylemem gerek. Şayet bir Adıyamanlı olarak şehirde böyle bir etkinlik olduğunu hasbel kader öğrenip sergileri ziyaret etmeyi kafanıza koysanız bile toplu taşımanın zayıf olduğu söylenen bölgede bienal mekânlarına şahsi bir araba kullanmadan ulaşmanın mümkün olmayışı sizi bu hayalinizden caydırabilir. Hatta Atatürk Baraj Gölü’nün ortasında kalan adalara yerleştirilmiş eserlere arabanız olsa da ulaşamayabilirsiniz, size bir tekne lazım. Kommagene Bienali’nin sergiyi görmek bir yana sergiden haberi bile olması mucizeye bağlı Adıyamanlıları nasıl iyileştireceğini anlayabilmek epey zor. 


II. Kommagene Bienali'nden görüntü


Bu ziyadesiyle uzayan ve safi olumsuzluklardan bahseden yazı biterken elbette hiç mi iyi bir şey yoktu Adıyaman’da diye sorabilirsiniz. Böylesi büyük bir sergi organizasyonu için gereken iş gücünü bir araya getirmek, toplumun farklı kesimlerinden paydaşları duygusal olarak bu projeye bağlamak ve bunu özellikle Adıyaman gibi depremle öldüresiye yaralanmış, travmatize edilmiş bir yerde yapmak şüphesiz çok önemli. Lâkin bu bir araya gelen gücü yönetememek, onca emeği ve maddi, manevi kaynağı ziyan etmek de en hafif tabirle ayıp, hem Adıyaman’a hem de bu projeye inanıp dâhil olan insanlara karşı. Ben Kommagene Bienali projesinin kıymetine derinden inanan bir insan olarak ilk edisyonda yaratılan heyecanın bu ikincisinde katmerlenmesini arzu ederdim. Buna hem Adıyaman hem de Türkiye muhtaç. Umarım eleştirilerim bu uğurda bir nebze faydalı olabilir.


Comments


bottom of page