Cansu Sönmez‘in Cynara isimli kişisel sergisi 18 Kasım tarihine kadar Pg Art Gallery’de devam ediyor. Sergi üzerinden insan-doğa-bitki ilişkisine doğru yol alıyoruz
Yazı: Ceylân Önalp
PG Art Gallery izniyle Cansu Sönmez Cynara sergisi, 2023, Fotoğraf: Deniz Tapkan
Rönesans’ın dâhilerinden ünlü İtalyan ressam Caravaggio yeteneği dışında geçirdiği öfke krizleriyle de tanınan bir isimdi. Şimdi Carvaggio’nun enginar veya aynı aileden gelen deve dikeniyle, hatta bu sergiyle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Dilerseniz gelin bitki mitosları üzerinden insan-doğa-bitki ilişkilerine dair kısa bir yolculuğa çıkalım.
Caravaggio ile ilgili anlatılan hikâyelerden birinde üzerinde çalıştığı tuvalin yaşadığı evin tavanına uygun boyda olmamasından ötürü tavanında tuvallerinin boyutuna uygun bir delik açması ve buna itiraz eden ev sahibinin penceresine taş atmasından çokça bahsedilir. Sayısız kere Roma sokaklarında kavgaya karışmış ve kavgayı kışkırtmış olan ünlü ressamın en meşhur hikâyelerinden biri ise sürekli tükettiği enginar veya diğer adıyla yabani deve dikeni, yemek için gittiği restoranın garsonuna saldırmasıdır. Rivayete göre Caravaggio ve arkadaşlarına öğle yemeği servisi yapan garson ressamın masaya gelen enginarların hangisinin tereyağda hangisinin zeytinyağında kızartıldığını sorması üzerine koklamasını önerir. Ani öfke patlamalarıyla tanınan Caravaggio, istediği cevabı alamayınca her zamanki gibi sinirlenip garsona masadaki bıçakla saldırır. Ressamın dillere destan öfke krizlerinin belki de enginar yemesiyle bir ilgisi vardı.
PG Art Gallery izniyle Cansu Sönmez Cynara sergisi, 2023, Fotoğraf: Deniz Tapkan
Çünkü enginar ve yabani deve dikenleri, en azından Antik Yunan ve Roma günlerinden beri insanların sofrasında yer alıyor. Efsaneye göre enginar, varlığını, kardeşi Poseidon'u ziyareti sırasında kumsalda yıkanan muhteşem bir kız olan Cynara'yı gören çapkın Zeus'a ve onun dinmeyen öfkesine borçludur. Tanrıların tanrısı Zeus, Cynara’yı gördüğü an âşık olup, onu baştan çıkarır. Ardından onu bir tanrıça yapar ve kendisiyle birlikte Olympos Dağı'na götürür. Ancak yalnız kalan ve annesini özleyen Cynara, kısa süre sonra ailesini ziyaret etmek için gizlice evine gitmeye başlar. Bu davranış Zeus'u o kadar çileden çıkarır ki, Caravaggio'ya yaraşır bir öfke nöbeti geçirir. Öfkesine yenik düşen Zeus, Cynara’yı tarihteki ilk sıra dışı ama çarpıcı bitkilerden olan enginara dönüştürmek için dünyaya geri fırlatır. Dünyaya düşen enginar, çiçek açtığı zaman savunmasız kalbini korumak için Cynara’nın yeşilden mora geçen gözleriyle aynı renk çiçek veren dikenlerle kaplı bir bitkiye dönüşür.
Enginarların, yani yabani deve dikenlerinin, çok güzel ve çarpıcı olmalarına rağmen, içlerinde gizlenen yumuşak kalplerine ulaşmak için dikenli dış cephelerinin kesilmesi gerekir. Zeus'un kızgınlığının bir sonucu olarak, Cynara yüzlerce yıl dikenli dış cephesi sayesinde dokunulmadan kalmış ve kimse tarafından takdir edilmemiştir. Zeus, efsaneye göre hiç kimsenin tatlı ve bir o kadar duyumsal kalbini bulmak için sert lifli dikenli yaprakların ötesini aramayacağını umuyordu. Onun inancının aksine, insanların dinmeyen merakı ve açlığı nedeniyle, bu çarpıcı dikenli ama bir o kadar lezzetli bitki yüzyıllar içinde hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. Tarih boyunca Cynara umudu, bereketi ve bolluğu temsil eden bir bitki oldu. Özellikle aristokratlar renklerinden ve ulaşılması zor oluşundan ötürü enginarı sınıfsal bir belirteç olarak kullanmaya başladı. Adeta enginar bitkisi mutfaktan gelin buketlerine sadece kent soylularına hitap eden bir bitki haline geldi.
Tıpkı enginar gibi deve dikeninin de kendine has bir mitosu var. Deniz Gezgin 2010 yılında Sel Yayınları’ndan çıkan Bitki Mitosları* kitabında deve dikeninin hikâyesinden şöyle bahseder; “950 yılı civarında İskoçya, İskandinavya’dan gelen atlı birlikler tarafından istila edilmişti. Gece yarısı sinsice toprakta sürünerek ilerleyen süvariler İskoç kampına kadar gelmişlerdi ki içlerinden biri devedikenine basınca çığlığı kopardı. İşte bu sayede İskoç askerler uyanarak kamplarını korudular ve düşmanı yendiler. Bu nedenle devedikeni İskoçya’nın ulusal sembolü ilan edildi.”
Bitki mitosları tarihin ilk çağlarından beri doğa ve insan arasındaki iletişimin ana malzemesi sayılabilir. Zira onlar gezegenin ve doğa dediğimiz ekolojik sistemin aynasıdır. Kimi zaman şifa olurken kimi zamansa sanat ve bilim alanında birçok konuda ilham periliği yaparlar. Tam bu noktada, Michael Pollan’ın 2011 yılında yazdığı Arzunun Botaniği isimli kitabını anmak mümkün. Pollan, kitabında bir yandan elma, lale, kenevir otu ve patates üzerinden insanlık tarihi ve doğa ilişkisini sorgularken, diğer yandan alışılmış inanç sistemlerinin aksine belki de insan türünün bitkileri yetiştirmediğini, aslında bitkilerin bütün dünyaya yayılmak için türümüzü kullanıyor olma ihtimalini okuyucuya esprili bir dille anlatır. Bu durumda, kim bilir belki de bir öfke patlaması sonucu şimşek gibi bereketli dünya topraklarına düşen enginarın da görünenden çok farklı emelleri olduğunu düşünmek anlamsız sayılmaz!
Tıpkı sanatçı Cansu Sönmez’in sergide enginar üzerinden kurduğu yapay gerçekliğin yardımıyla yaratmaya çalıştığı ütopya kavramı gibi. Sir Thomas Moore’un Utopia isimli kitabında bahsettiği üzere ütopyanın esas amacı bilinenin aksine mutluluk değil, toplumsal düzen ve mükemmelliktir. Her şeyin mükemmel olması kavramı da aslında ütopyanın sınırları belirlenmiş bir mekân olduğuna işaret eder. Ütopyalarda doğa ve yaşanılan gezegen, genellikle insan merkezci bir bakış̧ açısıyla hareket eden üstün akıllı varlığın hizmetindedir. Günümüzde doğayı ehlileştirdiğini düşünen insan, aslında kentleşirken kendi yapay doğasını yarattığı ütopik bir distopyadan öteye geçemez. Ütopya hevesiyle başlayıp distopyaya uzanan bu alacakaranlık yolda ise çoğu zaman fark etmeden hem kendi doğasından hem de tabiattan kopmaya başlar.
PG Art Gallery izniyle Cansu Sönmez Cynara sergisi, 2023, Fotoğraf: Deniz Tapkan
Bu fark edilmeyen kopuşun sonunda insanlığın yeniden doğuşu beklenir. Bilimkurgu dünyasının en bilinen isimlerinden Arthur C. Clarke Çocukluğun Sonu isimli kitabında bahsettiği altın çağ, bir diğer adıyla ütopya 20. yüzyılın ilk yarısında, insanlığın, savaşın yol açtığı büyük yıkımın ardından sosyalizme yüzünü dönmeye başlamasına karşı kapitalist sınıfın yine dünya ölçeğinde başlattığı soğuk savaş üzerine kuruludur. Dünyanın iki büyük düşman bloka ve sisteme dönüşmesi ve başta nükleer silah ve uzay teknolojileri olmak üzere her alanda rekabetin yoğunlaşmaya başlaması, Clarke için sonu insanlığın tümden yok oluşuna neden olacak olan çocukluk çağıdır. Ona göre bu çocukluğa bir son verilmesi zorunludur. Buna son verecek güç ise öyle büyük bir güç olmalıdır ki sırf varlığı tüm insanlığın üzerinde olan bir sistem olması şarttır. Clarke’in ütopyasındaki distopyaların aşılması için bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan karşıtlıkların ve çelişkilerin ortadan kaldırıldığı bir yeniden doğuş gerekmektedir. Bu hayal edilen yeniden doğuş belki de Sönmez’in sergisinde yarattığı ütopik Bayrampaşa Enginar Cenneti’nden filizlenir. Ve yüzyıllar öncesine dayanan kent soyluları ve köy kökenliler arasındaki sınıf kargaşasına yaratıcı bir çözüm önerir. Kim bilir?
*Bu yazı başlığını Deniz Gezgin’in 2010 yılında Sel Yayınları’ndan çıkan aynı isimli kitabından almaktadır.
コメント