Belkıs Balpınar’ın Relative Points of View başlıklı kişisel sergisi 6 Ekim tarihine kadar Anna Laudel Düsseldorf’ta izleyiciyle buluşuyor. Sergi üzerinden sanatçıyla yaratım sürecini, hikâyesini ve üretimindeki çok boyutluluğu konuştuk
Yazı: Necmi Sönmez
Belkıs Balpınar Portre, Fotoğraf: Emre Levent Malkoç
Çalışmalarında dokuma, yerleştirme gibi farklı teknikleri bir arada yorumlayan Belkıs Balpınar kelimenin tam anlamıyla “ara noktalarda” konumlanan bir stil geliştirdi. Onun bir yanıyla Anadolu kilim geleneğine dayanan, diğer yanıyla çağdaş sorunlar üzerine eğilen deneyselliği işlerinin tanımlanmasında da, yorumlanmasında da belli zorlukları beraberinde getiriyor. Ait olduğu kuşağın diğer temsilcilerinde görülmeyen bir araştırma, deneme tutkusuna sahip olan Balpınar’la Anna Laudel Düsseldorf’ta Relative Points of View başlığıyla açılan sergisi nedeniyle yaptığımız yazılı söyleşide hem zorluklar, hem de onun farklı yaratı süreçleri üzerine yoğunlaştık.
Belkıs Balpınar, Relative Points of View, Fotoğraf: Katja Illner, Anna Laudel Düsseldorf
Sanata olan ilgin nasıl başladı? Büyüdüğün çevrede, okul hayatında sanata yakınlaştığın anlar nasıldı?
Bulgaristan göçmeni olan babam o yıllara göre ileri görüşlüydü ve benim iyi bir eğitim almamı istiyordu. 1964 yılında benim İstanbul Teknik Üniversitesi’nde eğitim almamı istedi. Ben de önce Güzel Sanatlar Akademisi’nin imtihanına girmiştim. Fındıklı’dan geçerken listelere baktığımda kazandığımı gördüm. Daha sonra Teknik Üniversite imtihanına gittim ve hayatımın en büyük yalanını söyledim. Yalandan hiç hoşlanmam, doğruculuktan değil, ortaya çıkınca olacak sonuçlarından korkarım. Teknik Üniversite imtihanında soruların birini cevapladım, birini cevaplamadım ve kazanamadım. Kazanmış olsam karar almak zorunda kalacaktım. Doğal olarak Teknik Üniversite’yi tercih edecektim. Çalışma yaşamımda başarılı olmaya başlayınca, babama da bu durumu anlattım. Güzel Sanatlar Akademisi’nde iş bulabilme olanağı daha fazla olan Tekstil Bölümünü seçtim. Sümerbank’tan burs aldım böylece “rastlantısal olarak” halı ve dokumalarla ilişkim başlamış oldu. Sümerbank’ta çalışırken kendi desenlerimi halı gibi dokutarak 1964 yılında İstanbul Beyoğlu Şehir Galerisi’nde ilk sergimi açtım.
Bu sergide gösterdiğin çalışmaları nasıl tanımlamak gerekir? Nasıl bir sergileme yapmıştın? Dokuma, tekstil gibi alanlarda o yıllarda pek fazla etkinlik olmadığı için serginin nasıl karşılandığını merak ediyorum.
50 yıldan fazla olmuş, belki de Türkiye’deki ilk tekstil sergisi olabilir. “Düğümlü” halı şeklinde dokunduğu için kalın parçalar olarak doğrudan duvarlara asarak sergiliyebilmiştim. 10-12 parça vardı, tanıdıklar epey ilgi gösterdiler, hepsi satıldı.
Belkıs Balpınar, Relative Points of View, Fotoğraf: Katja Illner, Anna Laudel Düsseldorf
Geriye dönüp Akademi’nin Tekstil Bölümündeki eğitim yıllarına baktığında aklında özellikle kalan konular, neler?
Güzel Sanatlar Akademisi -adı öyle idi o zaman- Fındıklı’da deniz kenarındaki keyifli ve şimdikinden daha modern bir ortam vardı. Sabri Berkel gelirdi bazı derslerimize, o beni etkilemiştir. Çünkü kendisi de bir şeyler üreten bir hocaydı. Ve hepimizle tek tek ilgilenirdi.
Halı ve kilimler üzerine uzmanlaşma sürecindeki önemli dönüm noktaları nelerdir? Burada özellikle İstanbul Vakıflar Halı ve Kilim Müzesi’nde kurucu müdür olarak çalıştığın dönem hakkında detaylı bilgi vermeni rica edeceğim.
Halı ve kilimler üzerinde uzmanlaşma rastlantısal bir durum oldu diyebilirim. Başından beri böyle bir ilgim de yoktu. Sümerbank’tan burs aldığım için Hereke ve Isparta fabrikalarında halı desinatörü olarak çalışmam gerekti. O zamanlar tasarımcı yerine “desinatör” kelimesi kullanılıyordu. Halı ve kilim maceram da bu şekilde başlamış oldu. Yün, ip, halı, kilim üretimini zorunlu olarak orada öğrendim.
Sümerbank’taki çalışmalarım sırasında köyler ve çeşitli bölgelerde dokunan halı ve kilimleri tespit etmek için bir araştırmaya katıldım. Bu çalışma sırasında Anadolu’da gördüğüm halı ve kilimler beni çok etkiledi. O zamanlar camiler şimdiki gibi yeşil fabrika halılarıyla kaplı değildi. Cami zeminleri çevredeki insanlar tarafından bağışlanmış halı ve kilimlerle kaplıydı. Bunun üzerine camilerde gördüğüm halıların toplatılarak bir müze kurulması için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurdum. Bu isteğim kabul edildi ve İstanbul’da Vakıflar Halı Müzesi’ni kurmak üzere görevlendirildim.
Camilerdeki eski ve değerli halıları toplatarak 1979 yılında Vakıflar Halı Müzesi kuruluşunu gerçekleştirdik. Sultan Ahmet Cami’nin Hünkar Mahfeli kısmında, yani Padişahın atıyla rampayı çıkıp camiye girdiği bölümde de Türkiye’deki ilk Halı Müzesi açıldı. Camilerden halıları toplarken Anadolu kilimlerinin de çok etkileyici olduğunu fark ettim. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bu kilimleri de toplatıp, ayrıca bir kilim bölümü kurmayı düşündüğümü bildirdim. O da kabul edildi. Gençken böyle işler daha kolay oluyor, söyleyiveriyorsun ve yapıveriyorsun. Ardından Sultanahmet Camii’nin denize bakan tarafında çok büyük dar uzun bir mahzeni de 1981 yılında Kilim Müzesi haline getirdik. Müze açıldıktan sonra Udo Hirsch bütün halı ve kilimlerin fotoğraflarını çekti ve Almanya’da Vakıflar Museum Flatweaves ve Vakıflar Museum Carpets olarak İngilizce, Almanca olarak Türkçe ayrı basım kitapçığı ile iki cilt halinde katalogları yayınlandı.
Belkıs Balpınar, Relative Points of View, Fotoğraf: Katja Illner, Anna Laudel Düsseldorf
Bu müzelerde çalışırken bir yandan koleksiyon oluşturuyor, bir yandan da halı ve kilimler üzerine kitaplar yayınlıyordun. Kişisel olarak bu akademik çalışmalarının seni farklı bir düşünce sistemine yönettiğini düşünüyorum. Sence Anadolu halı ve kilimlerini diğer Ortadoğu ve Asya geleneği içinde ayrıcalıklı bir yere oturtan nedir?
Dünyanın en eski tekstil dokumalarına ait izler 12 bin yıl önce Güney Doğu Anadolu’da bulunmuştur. Yani Türkiye, Anadolu, tekstilin ilk ortaya çıktığı bölgedir. Daha önceki yayınlarda da belirttiğim gibi desenleri binlerce yıl değişmeden süreklilik gösteren geleneksel Anadolu kilimleri aranılan koleksiyon objeleri haline gelmiştir. Nesiller boyu yazılı tarihten çok önceleri Anadolu’nun çok eski kültürlerinin bugüne devam etmiş sembolleri gibidir. Bu konuda James Mellaart ve Udo Hirsch ile yayınlar yaptık, bildiriler verdik.
1986’larda kendi tasarımlarını gerçekleştirmeye başlamanda etkin olan belli olaylardan, yaşanmışlıklardan bahsetmen mümkün mü?
1982 yılında İstanbul’un Anadolu yakasında Malatya’dan göç etmiş kadın dokuyucular buldum. O dokuyuculara tezgah ve yün ip temin ederek kilim dokutmaya başladım. Burada enteresan bir hikâye anlatmak isterim. O zamanlar tanınmış bir seramik sanatçısı Atilla Galatalı’nın atölyesine gitmiştim. Yanımda dokuttuğum kilimlerin fotoğrafları vardı. Öğrenci işi gibi kilim motiflerinin çarpıtılmasıyla yapılmış işlerdi. Arkadaşımın ısrarıyla fotoğrafları Atilla Galatalı’ya gösterdim. O zaman saçlarım dümdüz uzun, kızıl kestane ve üzerimde çok modern beli kemerli mini bir elbise vardı. Kilim fotoğraflarına ve bana baktı ve “kendin gibi yap” dedi. O kadar. Akşam eve dönünce yepyeni çok daha modern desenler yapmaya başladığımın sonradan farkına vardım. Bu ende bir dönüm noktası breaking point oldu. İlk modern tasarımlarımı triptik çok büyük parçalar olarak 1986’da ilk defa yapmaya başladığımı söyleyebilirim.
Bu büyük parçalı işlerinde spiral forma yönelmen bence ilginç; çünkü dokuma tekniğiyle böyle bir görsellik üzerine eğilmek hem zor, hem de cesaret isteyen bir deney. Bence bunun arkasında konuyu çok iyi bilmenin getirdiği bir özgüven de var. Seni bu tür deneylere itenler nedenler hakkında konuşalım mı?
Spiral sonsuzluğu yansıtan bir form, ben de geleneksel kilimlerin tekdüze tekrarlanan motifli görüntüsü yerine dışa doğru açılan triptik olarak “sonsuzluğu” bölünen 2-3 metre boyunda spiraller yapmaya başladım.
Dokumalarında sentezci bir tavırla farklı deneylere girdiğini, özellikle kullandığın malzemelerle kendine özgü bir dil geliştirdiğini görüyoruz. Motiflerinde klasik tatlar, formların da çağdaş, hatta çoğu kez heykelsi eğilimler var. Tasarımlarındaki süreçler nasıl ilerliyor? Hep merak ettiğim bir konu, desen çiziyor musun?
İlk başladığım yıllarda desenlerimi kalem ile kağıt üzerine çiziyor ve yardımcı öğrencilerle birlikte yerde onları çok büyük kağıtlara büyüterek yeniden çiziyorduk. Şimdi her şeyi bilgisayarda, Photoshop ile hallediyorum.1986’dan bu yana aynı dokuyucuyla çalıştım, neredeyse benim elim gibi oldu. Birbirimizi eğittik.
Sanıyorum 1995 yılının biyografinde özel bir yeri var.
1993 yılında Doğan Apartmanı’ndaki dairemin duvarlarına dokuttuğum kendi kilimlerimi asmıştım. Bir gün Milli Reasürans Galerisi’nin müdürü Amelie Edgü, bir arkadaş buluşması sonrasında benim evime geldi. Duvardaki kilim dokumalarını birer sanat eseri olarak görüp, iki ay içinde, 1995 senesinde, galerisinde bir sergi açmamı istedi. O gerilim ile siyah beyaz dev bir spirali‚ triptik olarak bölünmüş bir parça ve benzerlerini dokuttum. Birden bire kendimi o zamanlar İstanbul’un önemli galerilerinden olan Milli Reasürans Galerisi’nde sergi yaparken buldum. Bu da hayatımda başka bir dönüm noktası oldu. İnsanın geriye dönüp baktığı zaman rota değiştirdiği olaylar var; yaşarken fark etmiyoruz. Atilla Galatalı, Amelie Edgü hayatımda değişikliklere sebep olmuş insanlar. Böylece yurt içinde ve dışında sergilere devam ettim.
Belkıs Balpınar, Relative Points of View, Fotoğraf: Katja Illner, Anna Laudel Düsseldorf
Özellikle dokuma tekniğinin peşinde iz sürmenin ve sürekli bu alanda deneylere girmenin, üç boyutlulukla uğraşmanın nedenleri hakkında neler düşünüyorsun?
Pek çok kişi gibi ben de dünyada olanları takip eden “global bir kişi olarak” görüntü ve bilgilerin saldırısı altındayım. Bütün bu etkilerden kendime ait özgün düşünceleri “dokuma” ile ifade etmeye çalışıyorum. Son yıllarda kuantum, kaos, rastlantı teorileri gibi modern fizik ve uzay araştırmaları ile ilgili günden güne sayıları artan yayınları takip ediyorum. Modern fizik ve astronomi ile ilgili araştırmalar konusunda yayınları okumaya başladığımdan dolayı mı bu tür desenler yapmaya başladım yoksa desenlerim dolayısıyla mı bu tür yayınları okumaya başladım hatırlamıyorum. İkisi bir arada başlamış olmalı herhalde. Zannediyorum bu ilgim yaptığım işlere de yansıyor. Gözümüzün ilk bakışta farkına varmadığı değişik düzlemleri dokumanın olanakları içinde göstermeye çalışıyorum.
Yıllar içinde kilim dokumasının kısıtlamalarından kurtulabilmek için arka zemini dokutmadan boş bırakırsam her türlü deseni uygulayabileceğimi anladım. Desenlerin aralarında boş iplerin arkasına gölgeler düştüğü için iki boyutlu düzleme üçüncü boyut ekleneceğini düşünerek dokunmamış bölümler bırakmaya ve daha sonra çerçeveli parçalar yapmaya başladım. Böylece çalışmalarımı tuval, hem de desenlerin arkasına gölge düşen tuvaller haline getirmiş oldum.
Tasarımlarında kullandığın uzun halı düğümlerinin adeta sana özgü bir imza olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sayede daha önce kimsenin ayak basmadığı bir alana geçmiş oldun. Acaba bu tür deneylere girmende yeni teknolojilerin etkisi oldu mu?
Üçüncü ve hatta dördüncü boyutlarla uğraştığım için desenlerin bazı bölümlerinde abartılmış çok uzun halı düğümleri ile heykelsi bir görünüm sağlamak istemiş olabilirim. Çağdaş ressamların tuval üzerine fırça ve bazen kova ile boya fırlattığı gibi ben de dokuma ile bu tür görüntüler oluşturmak istiyordum. Darmadağın yün yumakları ile bir tür eylem yapmak istedim herhalde. Zaman içinde bilgisayarla birlikte sanat da değişti. Bugünün genç sanatçıları pek çok şeyi dijital ortamda üretiyorlar. Ben de uzun zamandır kalemi kağıdı bırakıp -çoğunlukla- desenlerimi bilgisayarda Photoshop programı ile oluşturuyorum. Dijital ortam çalışmalarımı ve dokuyucu ile iş birliğimi çok kolaylaştırdı.
Anna Laudel Düsseldorf’taki kişisel serginin ismi son derece ilginç: Relative Points of View. Bu bilimsel kokulu başlığı seçmenin nedenlerini öğrenebilir miyim?
Bakış açılarımıza göre değişen düzlemler beni hep ilgilendirmiştir. Göreceli düzlemleri yansıtmak isteğimde Einstein’in görelilik kuramından esinlendiğimi kabul etmem gerekir. Zaman, uzam ve hızı bir düzlem üzerinde ifade edebilmiş olması beni iki boyutlu düzlemde üç boyutlu görüntüler çizmeye yönlendirmiştir. Örneğin galerinin girişindeki Akan Zaman/ Flowing Time isimli çalışmam Einstein’in Görelilik Kuramında uzamın bir planet tarafından bükülüp eğrilmesi teorisinden esinlenmiştir.
Belkıs Balpınar, Relative Points of View, Detay, Fotoğraf: Katja Illner, Anna Laudel Düsseldorf
Işık öğesinin çalışmalarında yapısal bir eleman olarak ortaya çıkması bir şekilde doğayla olan ilişkinle tanımlanabilir mi? Uzun zamandan beri İstanbul dışında, Bodrum’da yaşıyorsun, buradaki etkileyici doğa, yaptığın uzun yürüyüşler ve yüzmeler son dönem çalışmalarını etkilemiş olabilir mi?
Olmaz mı? İplerin arasından geçen ışık ile gölgeler oluşturma isteğim dediğin gibi belki de Bodrum’un güneşinin ve denizinin etkisidir.
Comments