Ferhat Özgür’ün futbolun ırk, cinsiyet ve milliyetçilik kavramlarıyla ilişkisini sorguladığı Futbol Hayat mıdır? sergisi Merdiven Art Space’te izleyiciyle buluştu. Sanatçıyla George Orwell’ın Hayvan Çiftliği kitabıyla kurduğu ilişkiyi ve günümüzün siyasi dinamiklerine yansımalarını konuştuk
Röportaj: Oğulcan Yiğit Özdemir
Ferhat Özgür, Fotoğraf: Berk Kır
George Orwell Hayvan Çiftliği’nde bir tür reel sosyalizm eleştirisi veriyordu. Metnin bugün bile güncelliğini korumasını nasıl yorumluyorsunuz? Demokrasilerin tuttuğu yol ne menemdir?
İşlerin mevcut koşullardaki içeriklerine bakınca hala güncelliğini koruduğunu görmek beni mutlu ediyor. Türkiye’nin uzun yıllardır mücadele verdiği ancak yakın dönemde daha da kritikleşen demokrasi meselesiyle ilgili. Orwell’in kitabının güncelliğini daha uzun süre koruyacağı aşikâr. Yazıldığı dönemin siyasal ve toplumsal koşullarının, tıpkı 1984’te de öngördüğü gibi (-1949’da yayınlanıyor, Orwell veremden ölmeden bir yıl önce) özde bugün içinden geçtiğimiz süreçle büyük benzerlikler gösterdiğini görüyoruz. Kitabın temel fikri 1937 yılında atılıyor. Bu yıllarda İspanya İç Savaşı esnasında Orwell yaşanan sert tasfiyeleri görüyor ve Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'nden soğumasının tohumları, bu olaylar sırasında atılıyor.
İspanya İç Savaşı'nda, Stalin taraftarı olmayan solun, Sovyetler Birliği yanlısı yoldaşlarının ihanetine uğraması, Orwell'in her türden despotik yönetime duyduğu hıncın odağını oluşturacaktır. Altı yıl sonra, II. Dünya Savaşı ortasında, kitabı üç ay gibi bir sürede tamamlıyor, ancak yayınlanması savaş sonuna kalıyor tabii. Bu üç ay önemli bir süreç, çünkü Ruslar topraklarındaki Alman işgalini püskürtüyor, Stalin Almanya’yı devirme planları için Tahran’da Churchill ve Roosevelt ile buluşuyor. Buna benzer bir buluşma, kitapta simgesel olarak var, domuzlarla insanlar oturup ortaklık kurmak üzere tartışıyorlar ve Çiftlik’teki devrim tüm masumiyetini kaybediyor.
Bu süreçte Stalin zafere giden yolda kritik bir savaş müttefiki. Kitapta da ima edildiği üzere, Stalin ve taraftarları Rus Devrimi’ni saptırarak suçu Troçki’ye yıkanlar. Göstermelik mahkemeler, Nazi-Sovyet paktının yalanları, seçkin sınıfın kendi çıkarları ve kurtuluşları için genel geçer ahlaki kriterleri sömürmesi… Orwell kitabın bu koşullarda basılmamasını, İngiltere’deki oto sansürcülüğe, tüm kanatlardan siyasetlerin sindirilmesi zor gerçeklerle karşılaşma isteksizliğine bağlıyor.
İlginç olan Faber/Faber yayınlarının editörü T.S Eliot da kitabı Troçkist bir sempatizanın elinden çıktığı ve eserdeki alaycı göndermeler dönemin koşullarında yanlış anlaşılmalara müsait aşırılıklar içerdiği için reddediyor. Hayvan Çiftliği’nin yayınlanması için savaşın bitmesi ve İngiltere’de İşçi Partisi’nin genel seçimleri kazanmasını beklemek gerekecek. Kitaptaki kahramanlardan araba beygiri Boxer bir tür gönüllü köle misali, sürekli "Daha erken kalkacağım, daha çok çalışacağım... Napoléon her zaman haklıdır!" demekten asla vazgeçmiyor ve sonunda bitap düşüp at kasabını boyluyor.
Sözde demokrasinin kuruluşunda seçim zaferleri için şu parti iş birliklerine bakın, daha farklı bir şey görüyor muyuz? Partilerin masa başındaki göstermelik pazarlıklar ve onları pencereden gözetleyen bizleri düşününce durumumuzun Hayvan Çiftliği ile benzerlikleri aşikâr.
Ferhat Özgür, Hayvan Çiftliği sergisinden yerleştirme fotoğrafı
Orwell’in alegorisine yerel bir ayar veriliyordu serginizde. Domuz ve at sahneden çekiliyor, yerini kurt ve kuzuya bırakıyor. Bunu nasıl yorumlamalı?
Genelleme ve özelleme yaparak buna yanıt verebilirim. 2001’daki Arap Baharı, 2011’deki Suriye Savaşı’nın tetiklediği göçmen ve mülteci akınına karşı “uygarlık ve demokrasinin beşiği” Avrupa’nın aldığı ve almakta olduğu tavrı gördük. Macaristan göçmenlere yardım sağlamayı kendi ülkesinde suç ilan etmesiyle işbu birliğin yasalarını düpedüz çiğnedi.
Sırbistan ve Hırvatistan sınırına çektikleri tel örgüler, yakalanan göçmenleri sınır dışı edeceklerine yönelik siyasi vaatler, göçmenleri denizin ortasında bırakan Yunanistan, Türkiye ile nitelikli göçmen pazarlığı yapan Almanya. Türkiye’deki Kürt meselesinin bütünüyle terörle ilişkilendirilmesi ve partiler nezdinde bunun koz olarak kullanılması ve sonuçta Avrupa ve Türkiye’de yükselen milliyetçilik.
Avrupa varyantında Ortadoğu’dan gelen göçmenleri istemeyen milliyetçiliğin bizdeki gerçek karşılığı Ülkücülük. “Ya sev, ya terk et.” ya da “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur.” düsturuna dayanan, farklılıkları bertaraf eden bir ideoloji. Bunu sergiye, serginin en büyük elemanı olan Kurt imgesi ile taşımıştım. Görünen o ki hala geçerliliğini koruyan bir im.
Savaşçılığı ve savaş ruhunu, özgürlüğü, hızı, doğayı ve aklı, sahayı okuyabilme gücünü temsil ettiğine inanılan kurt, ülkücülükteki namıyla bozkurt, Türk ulusunun başına bir iş geldiğinde, bir tehdit belirdiğinde ortaya çıkıyor ve yol gösteriyor. Savaş tanrıları kurt formuna bürünür. Hitler’in Übermensch’i, ülkücülerin “üstün Türk Irkı” dediği şey.
“Kurt ile avlanıp, koyun ile yasını tutmak”, çağrışımı bol, tekinsiz bir atasözü. Engin, pes bir tondan bir siyasetçi tipolojisini betimliyor. Bu minvalde ya mesul ne kurt, ne de kuzuysa?
Bu söz topluluk tipolojisi ile açıklanabilir mi? Tek bir sorumlu yerine sorumlulardan bahsedebiliriz o halde. Gerek Fransız ve gerekse Rus devrimlerinin birer milliyetçi harekete dönmelerinden anlıyoruz ki, milliyetçilik, kitle heyecanının en dolgun ve devamlı kaynağı. Devrimci hareketlere karşı susturucu bir etkisi olagelmiş. Milletin sosyalleştirilmesi değil de sosyalizmin millileştirilmesi. Eric Hoffer’in bu konuda harika saptamaları var. Propaganda istemeyen kafalara kendi kendine girmez diyor. Propaganda sadece zaten bu fikre açık olan kafalara nüfuz eder ve onlara fikir aşılamaktan çok, onlarda mevcut olan fikirleri açıkça dile getirir ve fikirlerin haklılığını savunur.
Soruya gelirsek, mesuliyet aslında propagandaya koşulsuz bağlanan kalabalıklarda.
Ferhat Özgür, Hayvan Çiftliği sergisinden yerleştirme fotoğrafı
La Fontaine’den Orwell’e, Grimm Kardeşler’den Goethe’ye fabl siyasi hicivlerin olmazsa olmazı. İnsanlık durumunu hayvanlar üzerinden düşünürken, hayvanlar âlemini edebileştirirken mevcut insan-merkezci değirmene su taşımış olur muyuz?
Dolaylı yoldan anlatım bağlamında fabl didaktik bir felsefe örneği, bir tür kıssadan hisse. Masallardaki gibi mucizevî mutlu sonlardan ziyade, hayvanlar aracılığıyla kendimize tuttuğumuz ayna. Aslında bizim onlardaki yansımamız: Kuş beyinli, kurnaz, nankör, hain vs gibi nitelemeleri kendimiz aracılığıyla atfettiğimiz hayvanlar. Hayvanlığın lüzumu yok demek yerine ben var demeyi tercih ederim. Birisi bana hayvan dediğinde bana değil de ona yapılmış bir hakaret olduğu için üzülürüm, çünkü hayvan olmayı gerçekten isterdim.
Bir sokak köpeğinin kafasının içine girip, olup bitene dışardan bakmak nasıl bir şeydir merak etmişimdir.
Ahşap heykellerin tamamı yıllanmış seçim sandıklarından yapılmış. Sandıklar yıllanmakla beraber, öykü pek de eskimiyor gibi. Yine de, günümüzde kurtların çoğalması neye delil? Kuzuların sessizliğini nasıl okumalı?
Kuzuların sessizliğinde mutlak ve mutlak bir değişim olacağına inanıyorum. Yaratıcı olma imkânına sahip yoksullar genellikle hayal kırıklığına kapılmazlar. Yaratıcı gücümüz kayboldukça içinde eriyeceğimiz kitlesel hareketlere katılma eğilimimiz artar. Faydasız benliğimizden kaçmak için kitle hareketlerine sempati duyarız, kendimize yetmeyişimizi orada telafi etmeye çalışırız. Yaratıcılığımız kurursa ateşli vatanperverlere, ırkçılık simsarlarına ve şükreden pasif yığınlara dönüşürüz.
Pek çoğumuz için epey de yıpratıcı olan bir seçim sürecinden henüz çıktık. Sandıkları yeniden işlevlendirmenin yolu olarak yerleştirmeye, heykele dönüştürme de siyasi süreçlerin kendisine dair alaycı bir ton içeriyor, diyebilir miyiz?
Bir hiciv tabii ki söz konusu. Sandıklardan yol gösteren kurt ve onu izleyen kuzuları imleyen heykeller yapmamdaki amaç da buydu. Paramparça olmuş bir siyasi ortam ve seçim sisteminden milliyetçilik çıkmıştı ve ülkücülük de bir tür ara belirleyiciydi. Bu işleri Haziran 2015 seçimleri ve 2016’daki darbe girişimi sonrası oluşturduğuma göre, son seçime giden sürece ve sonucuna da bakınca, genel resmin hiç değişmemiş olduğunu görüyoruz.
Ancak gerçek özgürlüğün ve demokrasinin, sandıkların da özgürleştirildiği bir ortamda geleceği su götürmez bir gerçek. Çoğunluğun seçimi kazananın seçimidir ancak herkesin değil.
Demokrasi işte tam da o noktada seçimler nezdinde yenik yazılmış azınlıkların taleplerini yerine getirebilme gücünü gösterebilmektir, diye düşünüyorum.
Ferhat Özgür, Futbol Hayat mıdır? sergisinden yerleştirme fotoğrafı
Son serginiz futbol ve siyaset ilişkisini cinsellik ve gündelik politika bağlamında, yeniden tartışmaya açıyordu. Tezahüratlar, sloganlar, kitleler… Orwell’in bu başlıklardaki sinik bakışını da paylaşıyor musunuz? Bireyi mi kurtarmalı, yoksa denizlere mi yol almalı?
Son sergide de malzemeler aracılığıyla futbolu bir siyasi arena olarak siyasi ve sosyolojik alt açılımlarla ele almıştım. Evet, bir sinik bakış söz konusuydu. Özgürlüğe açılacağımız bir gemimiz olsun ve bizim gibi kurtuluşu ve özgürlüğü arayan herkes o gemide olsun.
Comentarios