Göçebelik ve Şamanizm konuları üzerine çalışan sanatçı Ramazan Can’ın 2013-2018 dönemindeki çalışmalarını bir arada sunan Evvel Zaman İşi başlıklı sergisi, 20 Nisan’a kadar Galeri Anna Laudel Contemporary’de devam ediyor. Nihan Karahan, sergiyi sanatta kültürel miras ve ruhanilik bağlamları üzerinden değerlendirdi
Ramazan Can, Bana değil onlara sor, 2016, 110 x 105cm, Medefe üzerine akrilik
Evvel Zaman İşi sergisi, Ramazan Can’ın İstanbul’da gerçekleşen ilk bireysel sergisi ve sanatçının daha önce çoğunluğu Ankara’da gerçekleşmiş bireysel ve kolektif sergilerindeki eserlerini bir araya getiriyor. Sanatçı henüz otuz yaşında olmasına rağmen, son beş senedeki eserleri Anna Laudel Contemporary’nin üç katını tamamen dolduruyor. Galeriyi ziyaret edecek sanat ve Şamanizm meraklılarını yoğun bir sergi deneyimi bekliyor.
Ankara Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Ana Sanat Dalı’nda doktorasına devam eden ve araştırma görevlisi olarak çalışan Can’ın pratiğinin temel konuları göçebelik ve Şamanizm. Evvel Zaman İşi sergisi de sanatçının bu iki tema altında gruplanan eserlerini içeriyor. Bu tercih, Ramazan Can’ın, sanatının kendi kimliği ile alakalı olması gerektiği yönünde aldığı karardan kaynaklanıyor; göçebelik ve Şamanizm sanatçının kişisel hikayesinde, dolayısıyla belleğinde ve kimliğinde var olan kavramlar.
Yüklükteki miras
Ramazan Can’ın ailesi üç-dört kuşak öncesine dek göçebe bir geleneğe sahip, Karakeçili Yörükleri’nden geliyor, uzak akrabalarında ise günümüzde göçebeliğe devam edenler bulunuyor. Serginin ismi, sanatçının doğduğu yerdeki akrabalarına örnek desen için ellerinde kalan dokumaları sorduğunda aldığı yanıtla şekillenmiş. Bir yakını onu “Ne yapacaksın bu evvel zaman işlerini?” diye yanıtlamış. Bu masum soru aslında kültürel miras ile ne yapılması gerektiğini ve ne yapılacağını ifade ediyor.
Ramazan Can, Yüklük, 15 x 20 x 23 cm, 70 parça, Yerleştirme, Beton, dokuma, 2017
Sergi, galerinin giriş katındaki Yüklük Serisi ile başlıyor. Bu seri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve sonrasında Cumhuriyet’in kuruluşundaki yerlileştirme politikaları sebebiyle Yörüklerin maddi ve manevi değerlerinin işlev ve anlamlarını kaybetmesini konu ediyor. Bu seride beton küp ve kolonların içerisine hapsedilmiş kilimler, sanatçıya, göçebelikten yerleşik hayata geçmiş Yörük soyundan yakınlarının yük odalarından ulaştırılmış. Dokumaların üzerlerine dökülmüş betonun oluşturduğu küp ve kolonlar ev ve binaları anımsatıyor, şehirleşmeye ve betonlaşmaya gönderme yapıyor. Sergiye ismini veren yerleştirme Evvel Zaman İşi (2018)’de, sanatçı üretim sürecinde karşılaştığı bir durumdan yola çıkarak bu mirasın güncel koşullarını ele alıyor. Sanatçı, motiflerinden yararlanmak için eski dokuma örneklerini aradığında, motifleri yarısı zamanla eskiyip silinmiş halde bulmuş. Ramazan Can bu kaybetme ve silinmenin ‘bir kültürün yok olma sürecini en iyi şekilde belgeleyen iş’ olduğunu belirtiyor. Evvel Zaman İşi (2018) yerleştirmesi, yarısı silinmiş motif örneği, bu örneğe göre sanatçının yakınlarına dokutturduğu halı ve üretim süreçlerini gösteren videodan oluşuyor.
Ramazan Can, Evvel Zaman İşi, 125 x 190 cm, Halı, 2018, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Kilim ve beton birbirlerine tezat iki materyel, biri göçebe yaşam biçimini, geleneği, dokumayı yapan insanın öyküsünü, renkleri barındırırken; öteki şehirleşmenin, modernizmin, endüstrinin ve grinin sembolü. Yüklük Serisi’nde yeni bir materyel gibi değerlendirilen kilimin farklı şekillerde kullanılması dikkat çekiyor; sadece motif ve dokuma olarak değil, form, kesit, doku, beton materyeliyle diyaloğu açısından detaylarda farkedilen bir titizlikle ele alınmış.
Ramazan Can, Yerlileştirme, 23 x 155 x 62 cm, Yerleştirme, Beton, dokuma, 2017
Yörüklerden miras kilimler üzerine beton dökülmesi, günümüz politikasındaki inşaat deliliği düşünülürse sembolik bir hareket, betonlaşma sonucu yaşamın durmasını, kapatmayı ve hapsetmeyi ifade ediyor. Bu anlamda serinin öne çıkan eserlerinden bir diğeri, galerinin ikinci katında yer alan ve serginin diğer ana teması Şamanizm’le bağlantısını kuran, bir Yörük çadırının toplanarak küp beton içerisine hapsedildiği yerleştirme İskanlardayım (2016). Esere kübün üst kısmına yansıtılan, betonun çekiçle nafile kırılmaya çalışıldığını gösteren bir video ve çadırın Şamanizm inancında nazara karşı koruyan bir kafatasıyla fotoğrafı eşlik ediyor.
Ramazan Can, İskanlardayım, 65 x 105 x 47 cm, Yerleştirme, Beton, kıl çadır, 2016, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Şamanik ziyaret
Galerinin ikinci ve üçüncü katlarında ise sergi gezisi Şamanik bir ziyarete dönüşüyor. Şamanizm görsel temsile izin veren bir inanç, renkli mitolojisi ile açtığı imgesel tasavvur alanı da bir hayli geniş. Sanatçının Şamanizm’e ilgisi ise çocukluğundan geliyor, uyurgezer olması sebebiyle şifacılara götürülen Ramazan Can daha sonra kendisine uygulanan ritüelleri araştırırken bunların Şamanizm’e dayandığını farkediyor. İkinci kattaki loş odanın duvarında asılı duran Kozmogoni (2015), Şamanizm’de evren anlayışını temsil ediyor; üst kısmı ışık dünyası, alt bölümü karanlıklar alemi, ikisinin arasında ise insanların yaşadığı yeryüzü bulunuyor. Daire şeklindeki ahşap kalın çerçevenin merkezine asılmış kafatasından aşağıya doğru, üzerine kemik, ahşap objeler ve çan bağlanmış örülü kumaşlar yere uzanıyor. Bu ipler, evrenin katmanları arasında bağ kurarak şamanın kozmik seyahatine yardımcı oluyor. Eserin sağ ve sol tarafındaki demir zincirler, ilk şamanların demirci olduğuna dair inancı ve ateş kültünü hatırlatıyor. Aynı sergi odasını paylaşan Bu Kemiğin Bir Canı Var (2016), kendini tekrar etmesiyle büyüyü andıran yazının üzerindeki tek boynuz; İlkel Tapınma Nesnesi (2016), altın rengine boyalı küçük kafatası; Ağaç Kökü (2016), kırmızı porselen üzerinde biri ters biri düz iki balık kılçığı, Şamanizm’de doğada bulunan her şeyin bir ruhu olduğu inancından ve nazar, büyü veya uğur olarak kullanılmalarından yola çıkarak sanatçı tarafından bir araya getiriliyor.
Ramazan Can, Kozmogoni, Ahşap, kumaş, metal, 2015, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Üçüncü katta ise, ziyaretçiyi Şamanlar ve Demonlar Serisi bekliyor. İnsan boyuna yakın, 200 x 150 cm. tuvallere resmedilmiş şaman portreleri Ak Şaman (2014) ve Esrime (2014) tabloları bir şamanla karşılaşma imgelemine davet ediyor. Şamanlar esasında insan, ancak sıradan bir insan oğlundan farklı özellikleri var; otacılar, kahinler, büyücüler... Ayinleri yönetiyorlar, ruhlar aleminde gezebiliyorlar, insanlar ve ruhlar arasında uzlaştırıcılar. Bu portrelerde şamanlar veya Türkçe’deki ismiyle ‘kam’lar, kendilerine özgü ayin kıyafetleri ile görülüyor. Şaman cübbesi, ceylan veya beyaz koyun derisinden bir ceket, ayrıca diğer alemlerdeki ruhları temsil ettiğine inanılan kumaş parçaları ve metal süs eşyalarını barındırıyor. Davul ise kamın en önemli aksesuarlarından biri. Şaman, ruhlarla iletişim kurmak için davul çalarak transa geçiyor, davulun içine ruhları hapsedebiliyor, diğer alemlere davulu araç olarak kullanarak seyahat ediyor, davul karada at, havada kuş ve denizde kayık görevi görüyor. Ak Şaman, tanrı Ülgen’in emrindeki ışık dünyasında ve iyi ruhlarla görüşürken, Kara Şaman ise tanrı Erlik’in yönettiği yeraltında ve kötü ruhlarla iletişim kurabiliyor. Ruhun uçuşuyla gerçekleşen bu yolculuk, esrime yani trans halinde gerçekleşiyor.
Ramazan Can, Ak Şaman, 200 x 150 cm, Tuval üzerine yağlıboya, 2014
Ramazan Can, Esrime, 200 x 150 cm, Tuval üzerine yağlıboya, 2014
Serginin aynı kattaki devamında bir duvarı tamamen kaplayan Özdeşim Serisi ve seyirciyi izler gibi duran Demon heykelleri bulunuyor. Özdeşim Serisi şamancıl metamorfozu tasvir ediyor; şaman sembol bir hayvanla özdeşleşerek hayvanın ruhani güçlerinden yardım alıyor. Seride portrelerin başlarının üst yarısının bir hayvanın kafasıyla kolajla birleştiği ve yağlı boya ile dönüşümde olduğu görülüyor.
Ramazan Can, Özdeşim Serisi, Anna Laudel Contemporary, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Ramazan Can, Şamanlar ve Demonlar Serisi, Anna Laudel Contemporary, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Bu sergide görüldüğü gibi ruhani unsur ve sembollerin çağdaş sanatla sanatta ruhaniliğin sınırlarını akla getiriyor. Örneğin zamanın etkisiyle Antik Mısır’dan cenaze seremonisi eşyaları ruhani değerlerini kaybedip sanat eserine dönüştüler. Diğer tarafta ise çağdaş bir sanat eserinin önünde yaşanılan duygu yoğunluğu eserin önünde sanki kutsalmış gibi dakikalar geçirilmesine sebep oluyor, uyandırdığı hayale şükran duyuluyor.
Sonuç olarak, Ramazan Can esin kaynakları göçebe yaşam biçimi ve Şamanizm’i kendi aile öyküsünden alırken, bu çift mirasın sanatla beraber bir devinime aktarıldığında yaratıcılık kaynağı olabileceğini ve sanat içerisinde korunabileceğini, öte yandan çağdaş olmanın koşulunun geçmişten kopmak anlamına gelmediğini gösteriyor.
Comments