top of page
Saliha Yavuz

Çağrı Saray’ın “Saklı İşler” sergisi üzerine


Çağrı Saray'ın Saklı İşler sergisi Sultanahmet Hipodrom meydanındaki Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi’nde gerçekleşti.

8 Ekim'de sona eren sergiyi Saliha Yavuz değerlendirdi.

Çağrı Saray, Bir Zamanlar, 2017

Şehirde yaşıyoruz. İstanbul’dayız. Ama sadece belli bir çemberin içinde temel ihtiyaçlarımızı gideriyor, sanat sergilerine gidiyor, film izliyor, ruhumuzu besliyoruz. “İstanbul'un neresinde ruhumu doyuruyorum, eşi dostu görüyorum?” diye sorduğumda hep aynı lokasyonlar geliyor aklıma: Kadıköy, Taksim, Beşiktaş, Karaköy ve bazen Nişantaşı.

Yılda bir ya da iki defa Sultanahmet'e gidiyoruz. O da belki... Tarihin içinde dolanmak, “dışarıdan ziyaretçilerin” arasında olmak başka bir yerdeymiş hissi uyandırıyor. Hipodrom Meydanı'ndaki Dikili Taş'ın yüzeyindeki hiyerogliflere bakıp hakkında okuduklarımızla ilişkilendirmeye anlamaya çabalıyoruz. Belki. Güvenliğimiz için şehrin içinde her baktığımız yerde hazır bulunan silahlı polisle karşılaşmalarımızı unutuyoruz Sultanahmet'te dolanırken.

Benim yolumu uzun zaman sonra Sultanahmet'e düşüren ise, defalarca önünden geçtiğim ve farkında olmadığım bir mekanda; Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi’nde, açılan Çağrı Saray'ın sergisi. Galata Rum Okulu’nda açtığı Eksilen Zaman sergisi gibi yine mekanla beraber düşünerek kurguladığı Saklı İşler sergisiyle Çağrı Saray’a, iş çıkışı bir hengameyle Sultanahmet'e getirip yaşam ritmimi yavaşlattığı için teşekkür ediyorum.

Çağrı Saray, İtiraf, 2017

Sergide 90'lar ve 2000'lerdeki çocukluk imgelerini bir araya getiren, sanatçının kendi deyişiyle Cumhuriyet’in dönüşüm sürecine ait tanıklıklara dair izdüşümler, mekan içindeki beş farklı alana yerleşmiş, desenler, ışıklı stenciller, video, heykel ve gravürler olarak sunuluyordu. Mekana girdiğinizde önce ışığının, tavan yüksekliğinin, karşınıza sürpriz şekilde çıkan dar pencereleri ile yapının ihtişamına kapılabilirdiniz... Fonda bir çocuk sesi, Çağrı Saray’ın 1983 yılında, henüz dört yaşındayken anne ve abisine söylediği şarkıların kaydı eşlik ediyordu ziyaretinize. Sonra solda ilk odada stencil kalıplardan ürettiği ilk kez sergilenen 2007 yılından İtiraf serisinden işlerle karşılaşıyordunuz... Bir masada oturan, farklı ruh hallerinde, pek de keyifli bir halet-i ruhiyede olmadığını hissedebileceğiniz figürler sanatçının kendisiydi. Işıklı siyah stencil kalıplarda sanki kafasının üzerinde hare ile kutsal bir karakter, bir ikona gibi görünen figür, önünde aşina olduğumuz Marlboro paketi ile bir masada oturuyordu. Odadan çıktığınızda soldaki sütunlardan birinde bir eskiz görülüyordu. Gerçekleşmemiş, saklı işlerden birinin taslağı, bir desen... Yaşadığı evlerin, kurumların, Gezi’den sonra parkların, ağaçların ısısını ölçen Saray, bu üç boyuta geçmeyen projesinde isyan halindeki Filistin, Türkiye, Tunus, Suriye, Iran, Mısır gibi ülkelerin tansiyonunu/gerilimini temsil eden bir düzenleme öneriyordu aslında. Hemen yan odada Kayıp Oda serisinden referansla bu sergi için ürettiği küçük desenleri, çocukluk yıllarımızdan imgeler ile nefes aldırıyor, gülümsetiyordu. Kaset, üç tekerlekli bisiklet, bir aile fotoğrafının deseni… Net değil. Hafızamızdaki gibi, katmanlı, bulanık, karışık. Ama hafızamızdan çağıracak kadar da berrak ve tanıdık.

Çağrı Saray, Kayıp Oda, 2017

Sesi takip ettim. Çocuğun -sanatçının- söylediği şarkıların büyük kısmı 80 kuşağı Türkiye vatandaşlarına tanıdık gelecek şarkılar. Videoda ise 2001 yılında Çağrı Saray üç yaşındaki haline playback yaparken, yine annesi ve abisi masada kendisini aynı 1983'teki gibi gülümseyerek dinlerken görünüyorlardı. Şarkıların sözleri memleket, doğa, kahramanlık… Tanıdık. Merdivenleri takip edip koridordan devam ederken duvarlara dokunuyor, tavanın sonsuzluğuna, duvarlardaki tuğla çıkıntılara takıldım… Hipodrom meydanına bakan, bir Bizans yapısı olarak tarihi yarımadada inşa edilen son yapılardan biri olan mekanın karakteri kendini hatırlatıyordu.

Çağrı Saray, Bellek Mekanlar, 2017

Girdiğim sonsuza uzanıyormuş gibi penceresiz, bembeyaz odada yerde Bellek Mekanlar serisinden gravürler, yeni eklenen mekan temsilleriyle karşımda. Gravürlerde görmeye, neresi olmaya anlamaya çalıştığınız, aslında yok olan, politika ve ranta kurban giden, özelleşen ya da özelleşme yolunda ilerleyen kamusal mekanlar. Bulmaca çözer gibi hatırlamaya çalışabilirsiniz ama zaten bazılarını çoktan unuttunuz. AKM, Dolmabahçe Sarayı, Haydarpaşa’daki Marmara Üniversitesi kampüs binası, İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsü girişindeki ihtişamlı tak… Bellek Mekanlar arasında yürümeye devam ettim. Solda bir kapı ve kapıdan süzülen gün ışığı davet ediyordu. Önce karşıma binanın sürprizli detaylarından incecik dar bir pencere çıktı. Sonra solda sergi mekanının en kuytu, en son noktası olarak tanımlanabilecek noktada siyah bir bayraktan ibaret Bir Zamanlar heykeli... Dibindeki toprak, tepesindeki kubbeden gelen ışık ile bu siyah bayrak her şeyin kapanışı gibiydi…

Çağrı Saray, Bir Zamanlar, 2017

Bir sanat izleyicisi olarak şu soru aklıma geliyor: “Bu sergi white cube (beyaz küp) bir galeri mekanında olsaydı nasıl bir etkisi olurdu? Bu mekanda gerçekleşmesi nasıl bir okuma sunuyor?” Açıkcası öyle geliyor ki serginin içeriği ile mekan konuşuyor, iletişim kuruyor. Mekana geliş de işin bir parçası hissi uyandırıyor. Diğer taraftan şehirde bu ve benzeri mekanlardan ne kadar haberdarız, bu mekanları ne kadar, nasıl yaşatabiliriz? Çoğu devlet kurumlarının elindeki bu mekanlarda kültür ve sanatı var etmek, kültür ve sanatla bu mekanları yaşatmak, hayatın içine katmak ne kadar ve nasıl mümkün? Bedelleri nedir? Bu sorular ve aklımdaki kelimelerle görüntülerle mekandan ayrıldım ve meydana bıraktım kendimi. Zaman, Cumhuriyet, stencil, bellek, mekan, tansiyon…

Comments


bottom of page