top of page
Gökşen Buğra

Carterlar'ın büyük rövanşı: Louvre’da dans


“Ne şarkı Avrupa müzik geleneği ile kıyaslanabilirdi ne de bu video sanat tarihini temsil etmeye yaklaşabilirdi! Gördüğünüz gibi beyaz bir Avrupalı değil bir Türk olarak da ilk bakıştaki beğenimin inceden süren bir empozenin sonucunda kontrol dışı ortaya çıktığını fark edip sarsıldım ve Queen Bey’in cazibesine kapılmaktan süratle vazgeçtim.” Gökşen Buğra, Beyoncé ve Jay Z’nin yeni video klipleri Apeshit ve çağrışımları üzerine yazdı

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Beyoncé ve Jay Z, aile olarak kalabilme krizini atlattıktan sonra biraz yaraları sanatla sarmak biraz da yükselen şirketlerinin hızını kesmemek üzere The Carters imzasıyla Her şey aşktır isimli bir albüm çıkardılar. Bizim topraklarımıza son derece tanıdık olan bu konsepte çelişkin gelişense, Apeshit şarkısının Louvre Müzesi’nde çekilen, güç ve kapitalin dumanı üzerinde tüten video klibiydi.

Açıkçası videoyu izler izlemez şarkının ve prodüksiyonun etkileyiciliğine kapılmakla Avrupalı yüksek kültürün ciddiyetinin sarsılmasına şaşırmak arasında kalakaldım. Ne şarkı, Avrupa müzik geleneği ile kıyaslanabilirdi ne de bu video, sanat tarihini temsil etmeye yaklaşabilirdi! Gördüğünüz gibi beyaz bir Avrupalı değil bir Türk olarak da ilk bakıştaki beğenimin inceden süren bir empozenin sonucunda kontrol dışı ortaya çıktığını fark edip sarsıldım ve Queen Bey’in cazibesine kapılmaktan süratle vazgeçtim. Oysa şarkı ve hatta video, son derece keyif verici (entertaining) idi. Peki öyleyse ben neyin endişesi içindeydim? Avrupa kadim kültürünün kapitalist sistem içinde eriyip yok olacağından ve sanatın her türlüsünün rap’leşeceğinden mi korkuyordum?

Louvre Müzesi’nin Abu Dhabi’de bir franchise açacağını ilk duyduğumda ve sonrasında duyumlarım Jean Nouvel mimarisiyle gerçeğe dönüştüğünde, dünyanın en ünlü galeristlerini bu müzenin açılışında kollarında şahinle görmüş; bu işin bittiğini ve Louvre’un temsil ettiği değerlerle birlikte çöktüğünü düşünmüştüm. Sanat simsarları için eleştirel ahlâk diye bir şey elbette yoktu ve Arap gecelerinde, kollarında şahinlerle satış için aralanan büyük bir kapının kutlanması gayet olağandı. Beni müteessir eden bu olay sırasınca oturup kalktığım ortamlarda sözü Abu Dhabi Louvre’a getirip kendime destekçi aramış lakin üzüntümü paylaşacak kimseleri bulamamıştım. Louvre’un temsiliyetinin sonuna gelindiğini inkâr etmek yersizdi. Sırayla her şeyin paraya çevrilebileceği bir karşılık bulunuyordu.

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Nihayetinde Arapların da bir Louvre’u olabileceğini ve hatta the original Louvre’un bu işten ödünç verme ve danışmanlık hizmetleriyle adeta şubesini düzenli bir haraca bağlayarak kazanmaya devam edebileceğini kabul ettim. Beyoncé ve Jay Z’nin klibini izlediğimde ise Amerika’dan ardı ardına kalkan uçakları ve müzede çekilecek The Carters tipi selfie’leri düşündükçe, müzenin üzerindeki klasik toprağı nasıl atıp güne yetiştiğinin ayırdına varabildim. İnceden inceden açılıyor, zamana direnen muhafazakâr karakterimi yumuşatıyordum.

Zaten bu, çok iyi danışmanları olduğu kuşku götürmeyen süper çiftin ilk sanat tarihli çalışması değildi. Beyoncé’nin hamileliğini fotoğraflayan Awol Erizku’nun Venüs’ün Doğuşu’na yaptığı gönderme, Jay Z’nin 2013’te, New York’taki Pace Galeri’de yaptığı Picasso Baby isimli performansı, onların isimlerini kazımak istediği kitabın yapraklarını çoktan doldurmaya başlamıştı.

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Hazır yeri gelmişken Picasso Baby’ye değinmeden geçemeyeceğim. Marina Abromoviç’in Jay Z’ye fikir verdiği, performansta yer aldığı ve sonrasında kendi adıyla anılan vakfına bu işin karşılığında bağış yapmadığı gerekçesiyle ‘kullanıldığını’ üzülerek anlattığı spekülatif açıklamaları, performansı uzunca bir süre gündemde tuttu. Altı saat süren rap performansında Jay Z, yönetmenler, sanatçılar, eleştirmenler, sanat simsarları ve halktan isimlerle buluştu. Şarkının sözlerinde “Modern zamanın Pablo Picasso’su” olduğunu söyleyen Jay Z, Louvre ya da Tate Modern gibi bir eve sahip olmaktan, her gece yanı başında Mona Lisa ile uyumaktan söz ederken, “Unutma Amerika, beni bu hâle sen getirdin” diyordu. Jay Z’nin sanat dünyasının gösteriş kodlarını çözmüş olması, kendi koleksiyonerlik macerasında kolayca edinebileceği bir tecrübe olsa da içi boşaltılan bu dünyanın temsiliyet problemini, bir ana kucağı gibi şefkatli ve rekabetçi Amerika’ya mal etmesi, aklıselim bir çıkarsama olsa gerek.

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Çok açık ki hem sanat tarihi içindeki hem de güncel sanattaki kodları seçip kendi siyahi kimliklerini bu bağlam içinde yeniden inşa etmek, paranın satın alabileceğinden kat be kat fazla. Louvre’da çekilen bir klip, Carter’ların Avrupa sanatına yüksek saygılarını sunmak için değil kendilerini Batılı ve beyaz sanatın zirvesindeki simgelerle birlikte görmek ve güçleriyle o zirveye kazınmak üzere rol oynuyor. Fakat esas dikkat çeken unsur, kendilerini konumlandırma noktasındaki cesaretleri ve şarkı sözlerinde bu mesajı sakınmadan dile getirmeleri. Louvre’un bir takım film ve çekimlerde görünmesi olanaksız değil ama bu şekilde konumlandırılması, tartışmasız bir ilk.

Klip, Mona Lisa’nın önünde renkli takım elbiseleri ve asil duruşlarıyla tarihsel bir pozun güncel uyarlaması olduğunu tahmin edebildiğimiz bir sahne ile başlıyor. Beyoncé ve Jay Z ile birlikte bize doğru bakan Mona Lisa üçlemesinde artık dikkatle gözümüzü diktiğimiz, The Carters. Çünkü resmi anımsıyoruz; hep orada olduğu gerçeğine de aşinayız. Görüntüde garipsediğimiz ve gerçekliğinde tereddüt ettiğimiz Carter’ların müzedeki, Lisa’nın yanı başındaki varlığı. Ne zaman gitsek konser izdihamı gibi kalabalığı yararak görmeye nail olduğumuz Mona Lisa, onlara öyle yakın ki klibin sonuna kadar dönüp bakmıyorlar bile. Bir fikir olarak son derece doğrudan ve basit görünse de eylemleri, muazzam bir konumlandırma. Zaten her aristokrat aile resminde olduğu gibi resim, zaten bizim görmediğimiz zamanlarda da onların duvarında; resme değil bize bakıyorlar, ta ki klibin sonuna gelinceye kadar. Yani meraklı gözlerimiz aradan çekilince, Mona Lisa’nın yanı başında onlar kalıyorlar.

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Bu klibi izlediğimden beri kafama takılanlar, bana tatlı bir zihin jimnastiği yaptırdı. Tam olarak bütün bu Batılı ve beyaz değerler sistemiyle mi dalga geçiyorlardı yoksa onu çözüp sonra da diledikleri gibi kullanabilecek kadar kuvvetli olduklarını mı bildiriyorlardı?

Bu arada sürekli olarak şarkının tevazu dolu sözleri kulağımda çınlıyordu: “Bu noktaya gelebildiğimize inanamıyorum. Başarabildiğimize inanamıyorum.” Bu nokta, tam olarak hangisiydi ve neyi başarmışlardı? Kalabalığın onları gördüğünde nasıl çılgına döndüğünü onlardan iyi anlamak olanaksızdı. “Savurgan yaşıyorlardı; pahalı giysiler ve pahalı alışkanlıkları vardı.” Siyahi müziğin paraya, güce, bunu simgeleyen her şeye sözleriyle ve klipleriyle ne kadar düşkün olduğunu söylemeye gerek yok. Misilleme, yani paranın ve gücün yer değiştirmesi ve şimdi onların egemenliğinin göze sokarcasına gösterilmesi, şarttı.

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Klibin içine gömülmüş ve sanat tarihiyle karşılaştırmalı okunabilecek çok sayıda resim ve sahne var. Bunların saniye saniye analizlerini internette pek çok kaynaktan okuyabilirsiniz. Ben, belki de şu anda en güçlü siyahi çift olan Carter’ların Her şey aşk albümlerindeki Apeshit şarkısıyla, emperyalist kültürden nasıl bir rövanş aldıklarını sorgulamak istiyorum. Kültür emperyalizmine karşı eleştiri getiren bir klibin, eleştirdiği sistemin karşısına müziği ve görselliğiyle daha kuvvetli bir kültür üretimini ortaya koyması beklenebilir miydi? Avrupalı beyaz kültürün nasıl varlık ve kudret elde ettiği ve sanatı bunun neresinde işlevlendirdiği, hepimizin gayet iyi bildiği meseleler. Ama bugün bunun karşısına konulacak eleştiri, bu derece Amerikalı olunca her şeyi eşit düzeye getirmek üzere hafife almaktan ve sahneyi temizleyip şovunu yapmaktan öteye gidemiyor. Neticede Amerikalı bir bakış açısıyla yöntemi ve sonucu ne olursa olsun ‘başarmışlar’.

İtiraf edelim, kölelik karşıtı kanunları fesheden Napolyon’un resminin önünde dans eden bir grup siyahi kadın, birkaç dakikalığına da olsa durumları eşitlenmiş gibi göstermesi bakımından içimize su serpiyor. Ama bu Senegal’in Dünya Kupasında Fransa’yı, Angola’nın Portekiz’i yenmesiyle duyacağımız keyiften farksız. Ezilmiş uluslara gösterdiğimiz vicdanın, hakikati olduğu gibi görmemize engel olmaması lazım. Burada söz konusu olan kültüre katkısı göz ardı edilmiş bir grubun haklarını savunmak ve dünyaya bir misilleme yapmaksa Carter’ların üretiminin niteliği tartışmaya açık…

Carter’lar, ailece defalarca ziyaret ettikleri Louvre Müzesi’nde hiç değilse kendileri

gelecek nesilleri için olağanüstü bir souvenir sahibi oldular. Pop kültürünün onları altın harflerle anacağı da şüphesiz. Fakat mesele sanat tarihinde yer edinmek olacaksa Faith Ringgold’un Dancing in the Louvre, Fritz Henle’nin Cleaning Woman in MOMA isimli eserleri, bu eleştiriyi hangi incelikle yapıyordu?

The Carters (Beyonce & Jay Z) Everything is love/Apeshit video klip görüntüsü, Yönetmen: Ricky Saiz

Comments


bottom of page