Judy Chicago’nun ilk retrospektif sergisi Judy Chicago: A Retrospective, Fine Arts Museums of San Francisco (FAMSF) içerisindeki de Young Museum’da 9 Ocak 2022 tarihine kadar devam ediyor. Sergiyi, Chicago’nun 60 yıla uzanan sanat pratiği ile feminizmin bugünkü söylemi üzerinden değerlendirdik
Yazı: Nazlı Gürlek Hodder
Judy Chicago, On Fire at 80, 2019, Arşivsel Inkjet baskı, 61 x 76.5 cm, © Judy Chicago/Artists Rights Society (ARS), New York, Fotoğraf: Donald Woodman/ARS, New York, Sanatçının, Salon 94 (New York); Jessica Silverman (San Francisco); ve Cirrus Gallery'nin (Los Angeles) izniyle
Amerikalı feminist sanatçı Judy Chicago'nun hikâyesi, Guerilla Girls'in 1988'de sanat dünyasının sanatçı kadınları dışlayan tavrını protesto etmek amacıyla hazırladığı, “sanatçı kadın olmanın avantajları” konulu sarkastik poster kampanyasının şu maddesini doğruluyor: "Kariyerin 80'inden sonra başlar". Sanat üretiminin 60 yılı boyunca yaptığının sanat değil feminist propaganda ve özcülük olduğu gibi sert eleştirilere maruz kalmış Chicago. Bir kaç yıl önce ise, Trump'ın seçilmesiyle tetiklenen, Kadınlar Yürüyüşü ve #MeToo hareketiyle yükselen yeni feminizm dalgası sayesinde, sanatının önemli olduğuna karar verildi. Son yıllarda birbiri adına açılan kişisel müze ve galeri sergilerinin sonuncusu San Francisco De Young Müzesi'ndeki retrospektif. Müzenin in-house küratörü gözetmenliğinde açılan sergide sanatçının erken dönem işlerinden, merkezden dışarı enerjik renk skalaları şeklinde genişleyen soyut biyomorfik kompozisyonları ile, ölümlülük ve çevre krizi içerikli en güncel işlerine kadar 125'den fazla resim, desen, seramik heykel, baskı ve filmi yer alıyor. Bunların yanında, 1970'de Kaliforniya Devlet Üniversitesi'nde ABD'deki ilk feminist sanat programını ve 1973'de kadın sanatçıları destekleyen bir atölyeyi kurmuş olan Chicago'nun eğitimci ve aktivist tarafını konu alan iki belgesel film de sergi mekânlarına yerleştirilmiş.
Judy Chicago: A Retrospective sergisinden yerleştirme görüntüleri, Fotoğraflar 1-2: Gary Sexton, 3-4: Drew Altizer, Fine Arts Museums of San Francisco'nun izniyle
"İstediğinizi söyleyin: Kitsch, pornografik, yapay, feminist propaganda veya 20. yüzyılın bir başyapıtı. Farketmez. The Dinner Party... önemli,” -Roberta Smith, The Times
Chicago'ya 1970'lerin sonunda kadınlar gözünde popülerlik kazandıran eseri The Dinner Party (1974-79) bugün Brooklyn Sanat Müzesi koleksiyonunda bulunuyor. Bu, Sappho, Virginia Woolf vb binden fazla sayıdaki başarılı ve meşhur kadını onurlandırmak üzere düzenlenmiş devasa boyutlardaki üçgen şeklindeki bir masa ve üzerindeki kadın cinsel organı formlu seramik tabaklardan oluşan bir yerleştirme. Eser, San Francisco'daki ilk gösteriminde izleyici ve profesyoneller arasında görüş ayrılığı yaratıyor. Çoğunluğu kadınlardan oluşan 100 binin üzerinde izleyiciyi çekmesine rağmen, eleştirmenler işi ucuz ve ahlaksız bir siyasi retorik olarak tanımlıyor. The Dinner Party'nin Amerika'yı turlaması planlanırken, aldığı kötü eleştiriler nedeniyle tur iptal ediliyor. Bunun üzerine Chicago kendi imkânlarıyla işi alternatif mekânlarda gösteriyor ve belki de sanatçının on yıllar boyu dinmeyen ısrarı sayesinde iş sonunda sanat tarihine yazılıyor. 2002 yılında The Times sanat eleştirmeni Roberta Smith hakkında "İstediğinizi söyleyin: Kitsch, pornografik, yapay, feminist propaganda veya 20. yüzyılın bir başyapıtı. Farketmez. The Dinner Party... önemli," diyor.
1: Judy Chicago, Virginia Woolf Test Plate, 1975-1978, Hammer Museum Koleksiyonu, Los Angeles, Grinstein ailesinin bağışı, © Judy Chicago/Artists Rights Society (ARS), New York, Fotoğraf: Donald Woodman/ARS, New York
2, 3: Judy Chicago: A Retrospective sergisinden yerleştirme görüntüleri, Fotoğraflar: Gary Sexton
The Dinner Party sergide hazırlık sürecine ait eskizler, desenler, seramik test tabakları ve arşiv malzemeleriyle birlikte temsil ediliyor. Tabakların her biri çiçek ile vajina arası bir tasarıma sahip. Kronolojik olarak onu takip eden The Birth Project (1980-85), PowerPlay (1982-87) ve Holocaust Project: From Darkness into Light (1985-93) serilerinden seçilmiş eserler birbirini izleyen sergi mekânlarında arka arkaya dizilmiş durumda. Sanat tarihinde doğum anına dair hiç bir imgenin varolmamasından yola çıkan The Birth Project'de bebeğin başının görüldüğü taçlanma anı sırasında, tanrıça ve insan karışımı kadın figürleri tasvir ediliyor. Figürler, sanatçının imzası haline gelen, dalga dalga genişleyen gökkuşağı renklerindeki çemberlerden oluşuyor. Resimlerden hipnotize edici bir enerji yayılıyor.
“Sanatçının, kadını salt şu iki kutuptan birine ait görmesi, onu esasen eleştirmeyi hedeflediği sisteme geri hapsediyor: Ya doğum yapan bir tanrıça ya da şiddet gören bir kurban.”
Judy Chicago, Earth Birth, Birth Project serisinden, 1983, Kumaş üzerine sprey Versatex ve DMC dokuma, 154.3 x 335.9 cm, Jacquelyn Moore Alexander tarafından işlendi, Jeanne Greenberg Rohatyn ve Nicolas Rohatyn Koleksiyonu. © Judy Chicago/Artists Rights Society (ARS), New York. Fotoğraf: Donald Woodman/ARS, NY
Yine aynı şekilde enerjik renk skalalarından oluşan, her biri bir kaç metrekareyi kaplayan devasa boyutlardaki tuvallerden oluşan PowerPlay serisinde, abartılı anatomiye sahip bir dizi erkek figür görülüyor. Bu erkekler kadınlara şiddet uygularken, doğaya işerken, agresif bir biçimde direksiyon kullanırken görülüyor. İşler, Kontrol Arzusuyla Sakatlanmış/Kör Bireysellik (Crippled by the Need to Control/Blind Individuality), Doğaya İşerken (Pissing on Nature), Dünyayı Yıkıma Sürüklerken (Driving the World to Destruction) gibi gayet net ve açıklayıcı başlıklara sahip. Patriyarka eleştirisi olarak beliren bu tuvaller, patriyarkayı beyaz erkek şeklinde betimliyor.
Judy Chicago, Driving the World to Destruction, PowerPlay serisinden, 1985. Belçika keteni üzerine sprey akrilik ve yağlı boya, 274.3 x 426.7 cm. Fotoğraf: Donald Woodman/ARS, NY
Yahudi soykırımına batının ilerlemeci dünya görüşünün yol açtığını söyleyen The Holocaust Project: From Darkness into Light'a dair, beş metre uzunluğunda bir dokuma işi yer alıyor. Merkezindeki Leonardo Da Vinci'nin Vitruvius Adamı'ndan türeyen bu kompozisyonda, fabrika işçileri, naziler, diri diri yakılan yahudiler, tarla güden köylüler ve eli bıçaklı adamlar tarafından şiddete uğrayan, ağaçlardan türeyen kadınlar medeniyetin iç içe geçmiş çarkları gibi komplike ve çok tarihli insanlığa dair yıkım ve şiddetin hüküm sürdüğü bir manzara sunuyor. Ayrıca, çeşitli din ve etnik gruplara ait olduğu kıyafetlerinden belli olan bir grup insanın elleri birbirlerinin omzunda yoldaşlar gibi bir masanın çevresine dizildiği bir vitray da bu bölümde yer alıyor.
Judy Chicago, The Fall, Holocaust Project serisinden, 1993. Modifiye Aubusson duvar halısı, 137.2 x 548.6 cm. Audrey Cowan tarafından dokundu. Museum of Arts & Design, New York Koleksiyonu, © Judy Chicago/Artists Rights Society (ARS), New York. Fotoğraf::Donald Woodman/ARS, NY.
Son olarak, The End: A Meditation on Death and Extinction (2015–2019) bölümünde ise, önceki serilerin anıtsal boyutlarının tersine küçük boyutlu siyah camlar üzerinde resim ve yazının bir araya gelerek insanın ölümü ve ile doğanın ölümünü bir arada işleyen bir seri yer alıyor.
“Chicago'nun soykırım, eşitsizlik ve tüm yıkımlara toksik maskülenin hakimiyetindeki batının ilerlemeci zihninin yol açtığını gören söylemi, bunu beyaz, viril, atılgan erkek figürleri üzerinden görselleştirerek meseleyi cinsiyet odağında bırakıyor ve kapsayıcılıktan uzak kalıyor.”
Sırasıyla: Judy Chicago, My/Mother's Body & How Will I Die #7 & Collected; The End: A Meditation on Death and Extinction serisinden, 2015, © Judy Chicago/Artists Rights Society (ARS), New York, Fotoğraf: Donald Woodman/ARS, New York
Chicago'nun eserleri patriyarkanın kadını ve doğayı hedef alan şiddetini, yer yer sosyalist propaganda resimlerini andıran estetik bir dil ve didaktik bir tavırla eleştiriyor. Anıtsal boyutlardaki eserler, pürüzsüz bir teknikle icra edilmişler. Kişiselliği dışlayan bu genel, evrenselci ve hükmedici tarz feminist bir sanat pratiği için pek alışılmış değil. "Kişisel olan politiktir" mottosu Chicago'nun işleri için geçerli değil. Sanatçının yaşamına, üreten bir kadın olarak deneyimine eserlerde rastlanmıyor. Sanatçının mesafeli dili, daha ziyade, eleştirel bir feminist tarih kitabının sayfalarını görselleştirme çabasını andırıyor.
“...Tüm eleştirilerin ötesinde, kadına dair bu zengin, cesur, tehditkar pratik onore edilmeyi çoktan hak ediyor. 60 yıl boyunca sanat dünyasından beklediği takdiri görmeden çalışmış, araştırmış, üretmiş bu kadını; sanatına olan inancı ve sisteme olan direnci ile bugünlere gelmiş Chicago'yu onurlandıran bu retrospektif değerli.”
Doğumu ve kadını onurlandıran bu cesur ve meydan okuyucu pratik, yer yer vajina fetişizmine varmasına rağmen, elbette değerli. Çünkü kadın şiddetinin, kürtaj yasağının, tüm değersizleştirme ve baskılama politikalarının hükmü bugün hâlâ her zamanki kadar geçerli. Fakat Chicago'nun pratiğinde yer alan bir kaç paradokstan biri de aslında burada yatıyor. Sanatçının, kadını salt şu iki kutuptan birine ait görmesi, onu esasen eleştirmeyi hedeflediği sisteme geri hapsediyor: Ya doğum yapan bir tanrıça ya da şiddet gören bir kurban.
Judy Chicago, Rainbow Shabbat, 1992, Jordan Schnitzer Aile Koleksiyonu, Judy Chicago ve Donald Woodman Vakfı, © Judy Chicago/Artists Rights Society (ARS), New York, Fotoğraf: Donald Woodman/ARS, New York
Diğer yandan, dünyanın sorunu gerçekten de içine hapsolduğu bir tahakküm sistemi fakat, bu sistem salt cinsiyet odağında işlemiyor. Chicago'nun önerdiği gibi, dünya düzeni bugün artık kadın-erkek, doğa-endüstri, komünizm-kapitalizm gibi ikilikler üzerine de kurulu değil. Chicago'nun söylemi geçtiğimiz yüzyılın dualite odaklı ideolojik bağlamını yansıtırken, bugün artık sayısız faktör ve etkinin iç içe geçtiği dolanık ilişkiler ağından oluşan bir sistemin hükmündeyiz ki bu manzarada aktör ve faktörler de siyah ve beyazdan ibaret değil. Dolayısıyla bugün artık ihtiyacımız olanın, kadın-erkek dualitesinin ötesine geçen, cinsiyetsiz, kuir, kapsayıcı ve birleştirici bir feminizm olduğu görüşünde birleşiyoruz. Chicago'nun soykırım, eşitsizlik ve tüm yıkımlara toksik maskülenin hakimiyetindeki batının ilerlemeci zihninin yol açtığını gören söylemi, bunu beyaz, viril, atılgan erkek figürleri üzerinden görselleştirerek meseleyi cinsiyet odağında bırakıyor ve kapsayıcılıktan uzak kalıyor.
Judy Chicago retrospektif sergisinde, de Young Museum, San Francisco, Fotoğraf: Gary Sexton
Her şeye rağmen ve tüm eleştirilerin ötesinde, kadına dair bu zengin, cesur, tehditkar pratik onore edilmeyi çoktan hak ediyor. 60 yıl boyunca sanat dünyasından beklediği takdiri görmeden çalışmış, araştırmış, üretmiş bu kadını; sanatına olan inancı ve sisteme olan direnci ile bugünlere gelmiş Chicago'yu onurlandıran bu retrospektif değerli. Feminizm adına ise tarihsel bağlamı içinde değerlendirirsek Chicago'nun pratiği, bugün bizlere feminizm adına kat edilen yolları gösterebilir.
Comments