top of page
Yazarın fotoğrafıOğulcan Yiğit Özdemir

Çift dikiş, Tekrar, bir nakış, Baştan

Guido Casaretto, Merve Ertufan, Zeynep Kayan, Yasemin Özcan ve Erinç Seymen’in çalışmalarını bir araya geriren Tekrar, Baştan sergisi Zilberman Gallery’de izleyiciyle buluştu. Sergideki işler üzerinden tekrar ve fark kavramlarına yakından bakıyoruz


Yazı: Oğulcan Yiğit Özdemir


Zeynep Kayan, bir bir iki bir iki üç serisinden: kumaş, 2021, Video



Zilberman Gallery’de bir grup eforuyla, görünürde yek bir küratörün düzenlemesi ve yön göstericiliği olmadan mekâna doğru genişletilmiş bir beyin fırtınasına şahit oluyoruz Tekrar, Baştan sergisinde. 18 Şubat’a dek sürecek olan serginin yörüngesine oturduğu şey, bir metinsel şenlik niteliğindeki Gilles Deleuze’ün 1968 tarihli doktora tezi olan Fark ve Tekrar.

Elbette merkezi bir kavramın çeşitli, tekrardan ve özgün ele alınışları olan bir kurguyu tutturmak, sergi bütünlüğü içerisinde hatmetmek epey zahmetli, çeşitli toplantılar ve oturumlar düzenlenmiş. Şu sıralarda kurumsal sergilerden göz aşinalığımız olan isimler, pek de kurumsal olmayan bir yönlendirme içerisinde işlerini üretmiş, hali hazırda var olan işlerini yeniden ele almış/yorumlamış.


Guido Casaretto, Left Thumb, 2022, Kil, Değişken Boyutlar, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz



Serginin kendisine kurumsal değil kuramsal bir yön belirlemesi takdire şayan olmakla birlikte, bir açıdan bakıldığında felsefi/düşünümsel yanın ağır bastığı bir egzersiz biçimine evrilme riski taşıdığını da söylemek gerek. Bu şekilde bakıldığında eserlerin işlem görme, kavramı işleme ve yönlendirme tarzının yalnızca a la mode değil, par excellence olduğunu söylemek mümkün olsa da, bizi diyalektik materyalizm üzerine düşünmeye davet eden Bertolt Brecht metni Me-Ti’nin seyirciye üstünkörü temas eden atmosferinin solunduğunu düşünmek de mümkün.

İşin bu kısmı, seyircinin meşrebine kalıyor haliyle.


Nakıştaki sökükler


Zeynep Kayan’ın girişte yer alan videosunda tekrar -ve video eserlerin sergilerin tabiatı gereği loop barındırması- ve her tekrarda aşınan, farklılaşan el-bilek rutini, sergide yer alan Yasemin Özcan eseri anıtsal seramik heykelin zanâatlı doğasıyla devamlılık kuruyor. Buradan Bay Casaretto’nun her biri kimliğin haritalandığı özdeş birer parmak izi barındıran kil yerleştirmesine yönelmek haliyle çok zor değil. Şüphesiz ki sergideki eserlerin birbirleriyle olan gizli alışverişleri pek muazzam, hatta kimi zaman bu nebze iyi anlaşan işlerin varlığında seyirci olarak katkımızın yalnızca olup biteni ‘anlamak’tan ibaret mi olduğunu düşündüğüm oldu.


Bu gizli antlaşma hali, sanatçı cinsinin kendi hayatını süzdüğü çevrenin içe kapanıklığıyla da ilgili. Yazının devamında da bahsedeceğim gibi Ertufan’ın kopya ve orijinal ikiliği, Seymen’in işlerindeki tekrar basımlarla bir dostluk kuruyor ve Kayan’ın bir hareketin sonsuz çoğaltımı halinde, tekrar duygusunu sağaltan videolarında yankılanıyor. Kayan’ın galeri girişindeki videosunda zımparalama hareketi, Özcan ve Casaretto’nun zanaat kokan işleriyle çoktan dertleşmiş, hasbihal olmuş.


Bu da seyircide hali hazırda kurulmuş, muhabbetin tellendiği, birbirini iyi tanıyan dostlardan oluşan bir sofra sohbetinin ortasına rast gelmiş hissi yaratıyor. Muhabbetin neresinden tutacağımızı şaşırıyor, biraz da “seyirci kalıyoruz”.


Yine de, Deleuze’den hareketle anlamanın bir çeşit dönüşmek, anlaşılan nesnenin kendisinden bir parça barındırmak olduğunu hesaba katarsak, tekrarlayan bir temi farklı biçemlerde işleyen sanatçıların kendilerine has ifadelerinin, söyleyişlerinin bizde bir şekilde içselleştiğini de varsayabiliriz.


Bu anlamıyla Thierry de Duve’ün sanat özelinde Marksist külliyatla ilgili açtığı parantez akla geliyor. Sergi özelinde, gerçekten de kavramdan hareketle kurulan bir serginin metinsel bir üst belirlenime uğramaması mümkün müdür? Kavramın kapanmasını engellemek mümkün müdür?

Sergi bu anlamda da birbirini kurtarmak için her türden riski alabilecek, her türlü yalanı söylemeye hazır, sıkı yoldaş "parçalardan" oluşuyor, bu muhakkak. Ama bu bir “devrim” midir? Yoksa sıkı bir örgüt korsajı mıdır?


Aksini istemeye ne nebze hakkımız vardır? Bana kalırsa bu etik olduğu kadar estetiğe de dair bir soru, kavramsal çerçevelerin bir sergiyi var ederken tekil deneyimlere ne yaptığıyla ilgili de bir soru.


Erinç Seymen, MissPrint, 2022, Kağıt üzerine serigrafi baskı


Zarlar: Şeş-beş


Erinç Seymen’in daha önce var olan Canavar adlı eserinin çoğaltılarak dev bir pul kaşesine dönüştürüldüğü MissPrint isimli çalışmasında, bir adet defolu, tersten basılmış parça bütün teknik yeniden üretimin arızi hattını ele veriyor, övüyor ve mükemmelliği harika bir şekilde yerinden ediyor. Kaldı ki, arızalı pullar her zaman esaslı koleksiyon malzemeleridir.

Bu açıdan Merve Ertufan’ın sahte eser ve orijinal, taklit ve sahici arasındaki ayrımı sorgulayan, bunun baz alınabilmesi için gerekli olan koşulları -misal, çizgisel bir zaman anlayışı- sorgu tahtasına oturtan eseriyle de hoş bir diyalog içerisinde. Ertufan’ın eseri, kendi asil kalıbı ve 999 adet yeniden üretilmiş kâğıt baskısıyla da sorunsalı derinleştiriyor. Peki ya bu sahici ve taklit arasındaki mesafeyi sorgu eden iş, onun sahicisi hangisi, sahi?


Zeynep Kayan, Geçici Aynılık serisinden: Makas, 2019, Yerleştirme: Arşivsel pigment baskı, video


Kayan’ın işleri ise, harc-ı âlem tabirle “politika yapmadan” politik. Hareket halindeki bir bedenin nelere kadir olduğuna, tekrar eden hareketlerde ürettiği minimal farklara, bu anların kâğıt kesiğine benzer yarılmalarına dikkat kesiliyor. Günübirlik bir rutinin, çalışma hayatında iç içe geçen yeniden-üretim döngülerinin potansiyel infilaklarına katkı sunan bu minimal fark ve Kayan tarafından ortaya konma biçimi oldukça ilgi çekici. Öyle ki bu yapısal, bir çeşit kadere dönüşmüş kaosmosta rutini bozan etmen, bu ufak çizik, her türlü özgürleşme hamlesinin de bobini haline geliyor.


Serginin bu anlamıyla takdiri en çok hak eden veçhesi, bir yandan tekrarın ve bir yandan sonsuz farkın olduğu iki düzlem düşünme hatasına düşmeden, “kendi için tekrar” ve “kendi içinde farkın” iç içe hallerine dair kimi zaman sezgisel, kimi zaman son derece bilinçli bir süzme işlemi uygulamış olması.


Ertufan’ın video çalışması olan Geç Gelen Yankı, seyircileri karanlık bir odada bekleyen ve bir çeşit “günah çıkarma” havasına, kısmen de istemsizce dönüşen ve takıntıların biyografik bir anlatının söze döküldüğü sıra tekrar tekrar önümüze çıktığı, neredeyse Freudyen bir öznellik arkeolojisi. Hipermetrop bir yakınlık ve temas arzusu, işi alımlarken ister istemez bir gerilim hattının sanatçıyla aramızdaki alanda –kısacası eserde- devrede olduğunu hissettiriyor.


Merve Ertufan, Geç Kalan Yankı, 2016-2020, Tek kanallı video, 15’00”, SAHA Derneği ve Ashkal Alwan desteği ile üretilmiştir, Ses miksaj: Yalın Özgencil



Öz-ne yağmuru, ya da “aziz sen ne-sin”?


Madem öyle, biz de başa dönelim ve yazıyı böylelikle tamamına, en azından sözgelimi bir okur ve yazım için erdirelim. Deleuze sözü geçen metninde bilimin genel geçer, yani her daim ve her yerde var olan doğa yasalarını hedefine koymuyorsa hükümsüz olacağı önermesini ele alır. Tekrar eden yasaların betimlenmesi ve işlenmesi, kısacası bilimsel bilgi üretiminin kendisindeki dönüşümlerin tabii olduğu, edimleri kuşatan bir fark ve tekrardan, epistemolojik kopuşları da yaratan anlardan söz eder.


Hâl böyleyken, serginin hakkını verelim, iddialı bir metafizik çalışmasına karşı gereken özeni gösteriyor. Ama eleştiri bu ya, Albert Camus’nun futbol-top-hayat üçgeninde söylediği gibi “hep beklemediğiniz yerden gelir”, tam da metne bu aşırı doymuşluk sergiyi yorumlara “bir tık” kapatıyor.



Mademki fark ve tekrar hayatı ve özneyi bu nebze kuşatıcı, sergi olan ve sergi olmayan ayrımını kuran “şey”e ne oluyor? Belki kimi izleyiciler, işte, sanatın hayata karışması diyerek bu durumu olumlayabilir. Ama bana kalırsa tam da sergi metninde söylendiği gibi sergi mekânı ile dünyanın kalanı arasındaki fark, “tekrar ve taklit” arasındaki yerde bir “şey”ler sıkışıp, kalıyor.


Bu takıntılı tekrarlar, hayatın kendi günübirlik tekrarlarında fark yaratmaya yöneldiğinde, ya da hayatı kendinde fark yaratmaya davet ettiğinde, belki bu sıkışmadan da bahsetmeyeceğiz. Şimdilik, kavramın kendi kapılarını kapatma ve içeride “kafasını dinleme” hâli, ağır basıyor gibi görünüyor.


Comments


bottom of page