top of page
Yağmur Güvenç

Kolonyalizm ve bizliğin öz duygusu çerçevesinde Çoğul İstanbul Medyası


24 Şubat - 18 Mart 2018 tarihleri arasında DEPO’da gerçekleşen Çoğul İstanbul Medyası başlıklı sergi, kamusal alanda görünür olamayan, ancak her biri kendi mecrasında yoluna devam eden, farklı kültürel toplulukların, kendi dilleri ve kendi gündemleri ile örülmüş süreli yayınlarını araştırmayı, bir araya getirmeyi ve ilişkilendirmeyi amaçlıyordu. Sergiyi Yağmur Güvenç değerlendirdi

Kürt medyasının önemli yayınlarından biri olan haftalık haber ve analiz gazetesi Bas’ın geçen sayılarından birinde, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı Mehmet Topal’ın, “Biz korkmuyoruz, biz korkuyu Kerbela’da bıraktık.” açıklamasına yer verilmişti. Alevilerin işaretlenen kapıları ardından yapılan bu açıklama, korkuyu bırakmanın ne olabileceğini düşündürdü. Korkuyu bırakan insanlar bir araya geldiklerinde neler olur? Ermeni medyasının yeni seslerinden biri olan ancak yayın hayatına devam etmeyen Nor Zartonk dergisinin Mayıs-Haziran 2013 tarihli ilk sayısının kapağında Reyhanlı katliamı ile ilgili AKP hükümetine karşı gösterilen tepkiden şu cümle alıntılanmıştı; “Savaşa karşı duracak, barış ve kardeşliği büyüteceğiz!.” Birinci çoğul şahıs ekleriyle kurulan bu cümleler diğer mecralarda ise görsellerle haykırılıyordu. 1991 tarihli Rojname gazetesinin manşetinde yaralı bir kız çocuğunun objektife bakarken çekildiği fotoğrafı ile 2013 tarihli Ma dergisinde objektiften gözlerini kaçırmış yaşlı bir kadın fotoğrafı bulunuyordu. Esmer isimli mizahi popüler kültür dergisi ise, Orhan Pamuk için “Biji Orhan!” yazmıştı, ayrıca dergiyi alanın bir Ahmet Kaya posteri kazanacağı da belirtilmişti. Bir ülke her zaman farklı zaman ve mekanların ortak yeri olagelmiştir. Türkiye’nin de içerdiği bu ortaklık, parçalanmış toplumsal ağların bir aynası olarak “Çoğul İstanbul medyası” ismini alan serginin konusu oldu.

Depo İstanbul’da yer alan bu serginin düzenlenmesi vesilesiyle çok kültürlü İstanbul’un içindeki medya topluluklarının çalışmaları bir araya getirildi. Bu medya toplulukları sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin farklı bölgelerindeki cemaatlerin seslerinden oluşmuştu. Ya coşkunun ya da elemin hâkim olduğu kapaklarının hiçbiri nötr bir dile sahip değildi. Bol miktarda abartma, tariz, tezat ve telmih içeren mecralar, her anormal görünümün kültürel bir ifadeye karşılık gelmesi ve her nevrozun da kültürel gelişmenin bedeli olmasından dolayı nevrotik hal almış kültürel kimliklerin bir ifadesini oluşturmuştu.

‘Ez tenê zimanê xwe naxwazim; ezê zimanê xwe yê hatî wêran kirin ji nû ve ava bikim!’

(Sadece dilimi istemiyorum; tahrip edilmiş dilimi yeniden kurmak istiyorum) *

Kapitalist toplumun bireylere bahşettiği özgürlük ile cemaatlere dayattığı yazgılardan oluşan çatışmalar, kültürleri kimliklerinin yeniden inşasına yönlendirebilir. Çünkü "Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır." (1) Aidiyet, adalet ve sınırlar insanların beyninde bilişsel şemalar halinde ilişkilenir; kişinin içinde bulunduğu dünyayla kurduğu ilişkileri belirleyen bir çerçevedir; uyaranları açıklar, bilgiyi işler ve karar veriş sürecinin parçasıdır. Bilişsel şemalar stabil değil dinamiktir. Yaşanmışlıklar ve travmayla yeniden şekillenebilirler. Bu kapsamda medya, travmatik olayların cemaatlerin öz imgesinde meydana getirdiği zararlar yoluyla gelişen yeni zihinsel şemaların temsilini sunar. Değişen bilinçaltının kendini yeniden bulma ve yaşatma çabasının temsili olarak medyanın, ölüm üzerine düşülen notlardan biri olduğu söylenebilir. Cemaat medyaları, Zeynep Sayın’ın Ölüm Terbiyesi isimli kitabında bahsettiği ölüm ahlakınca incelenebilir. “Mezar taşları, yatmakta olan ölünün hatırasını ayağa kaldırır. İmge cesedin bir zamanlar canlı olduğunun kanıtıdır; bir zamanlar insan olmuş olduğuna düşülen kayıttır.” (2) Mezar taşlarının ölümle değil yaşamla kurduğu bağ irdelenirken, ölümün yaşatılması yaşayanın hala yaşayabilmesini sağlar, çünkü ölmekte olan unutulursa onun imgesinin parantezi içindekiler de yaşayamaz. Elbette bu kapsamda ölebilenin bir beden değil, bir zihin, ritüel veya geçmiş olabileceğini var saymalıyız. Yani medya bir bakıma cemaatlerin mezar taşlarıdır. Kendini var etmekte direnmenin koşuludur. Ölen parçaların itirafıdır, buna karşın tükenişin reddiyesidir. Baskın ideoloji, bu reddiyeyi yok etmek üzere harekete geçer. Mesela OHAL kapsamında kapatılan yayın organlarından olan Özgür Radyo baskın ideolojinin yaşayana olan tahammülsüzlüğüne bir örnektir. Bu aşamada, ayakta kalmayı başaranlar ya yeniden doğanlar ya da uzlaşanlar olacaktır. Çünkü baskın ideolojinin çaresizliği çıkardığı yangında gizlidir, bu yangın simurgun kanatlarını topraktan doğurur. Uzlaşan medya ise yeniden doğmayı kabullenenlerin, reddedenlerin aksine inkâr eder ölümü; böylece “…Lekeli cellabiyle bir ilişkisi olmadığını kanıtlama çabasındaki sömürgeleştirilen, kendine zulmedenin üniformasını giymeyi ya da bayrağını taşımayı hayal eder. Düşmanının değil, kendisine zulmedenin.” (3) Sergide yer alan, Bayrampaşa’da çıkarılan Boşnak dergisi tarafından yapılan 15 Temmuz ruhu vurgusu buna örnek olarak gösterilebilir.

Sergi alanının duvarlarında bir grup ekran bulunuyor. Sözlü tarih projesi niteliğindeki bu sergideki videolarla cemaat medyalarının genel müdürleri ve yazı işleriyle yapılan röportajlar baskın ideolojilerin etkilerini belgeliyor. Alevi Medyası, Dersim Medyası, Ermeni Medyası, Kürt Medyası, Rum Medyası, Çerkez Medyası, Laz Medyası ve Yahudi Medyası ile ilgili bilgiler gruplanarak verilmişse de ekranların altına konulan basılı yayınlar gruplanmamış, sanki bir dilek gibi, bir arada dizilerek sergilenmiş. Medya gruplarından biri olan Dersim, diğerlerinden farklılaşarak şehrinin ismiyle anılıyor. Bu şehirde Aleviler, Zazalar, Kürtler, Ermeniler ve Türkler birlikte yaşasalar da hiçbiriyle değil ama şehirlerinin ismiyle bir cemaat oluşturuyorlar. Tunç gibi sağlam olduğu söylenen Dersimliler güçlerini köktenci olmamalarının yarattığı birlikten alırlar. Çoğul İstanbul Medyası sergisinin başındaki kronolojik tabloya göre 1928 yılında Türkiye’de ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyasının yürütüldüğü görülebilir. Daha sonra 1935’te çıkarılan Tunceli Kanunu, Dersim ismini cebren silmek istemiştir. Türkiye’nin tüm bölgelerinde yürütülen tek tipçi politikalarına karşın Dersimliler her daim isyan ederek sömürgeleştirilmeyi reddetmişlerdir. Dersimlilerin isyanlarına karşı yapılan harekât ise, Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesinde çıkan köşe yazısındaki anlatımıyla “Dersim harekâtı, Cumhuriyetin feodal ilişkilere karşı en köktenci, en kararlı mücadelesidir.” Ancak bir ulus devlet inşa sürecinde olan Cumhuriyetin köktenci manevraları anti-radikalizm çerçevesinde birleşen Dersimlilere yenik düşmüştür. Çünkü Dersimli Türk de Kürt de Ermeni de Alevi de aidiyetini Dersim diyerek tanımlar. Dersimlilere Dersimli olduğunu bildiren manevraların medyadaki yansımalarından biri olan ve İstanbul’un Fatih bölgesinde çıkarılmaya devam eden Dersim Gazetesi, çoğul İstanbul medyasının önemli parçalarından birini oluşturur. İçeriğinde Bas Gazetesi’nin yer verdiği haberi farklı bir metinle yazmış olduğu görülür; Mehmet Topal’ın Alevilerin evlerinin işaretlenmesiyle ilgili aynı açıklamasından “YILMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ” sloganları seçilerek büyük harflerle vurgulanmıştır. Çoğul İstanbul Medyası'nın Fatih dışında birçok bölgesi mevcuttur. Örneğin Topkapı’da Golik, Şişli’de Cem ve Elmadağ’da Çveneburi çıkarılmaktadır. Bölge farklılıkları mecraların künyelerinde vurgulanmıştır. Bu vurgu, serginin koordinatörü Bülent Bilmez’in dediğine göre araştırmanın amacını da açıklıyor. ‘İstanbul'da farklı kültürel grupların gerçek yaşamda birbirinden kopuk kompartımanlarda yaşıyor olması gibi, o gruplar veya onların medyaları üzerine yapılmış çalışmaların da genellikle birbirinden kopuk olması veya her birinin kendisine odaklanarak çalışmış olması.’ (4) Lakin Bas gazetesinin kapağında yer alan haberin istisnası, odağının farklılığına engel olamamıştır.

Son olarak 18 Mart’ta sergilenmesi sona eren ama yakın gelecekte web sitesinde hayatına devam edecek olan olan Çoğul İstanbul Medyası, sunduğu değerli arşivin ve belgelerin dışında mekânının orta yerindeki siyah perdelerin arka tarafında bir enstalasyonu da içeriyordu. Bilal Yılmaz’ın Ateşböcekleri (2018) isimli enstalasyonunda ateşböceklerinin her biri sergilenen basılı mecraların aydınger kâğıda kopyalanan sayfalarından oluşuyor. Arka planda çalan müzikle birlikte yanıp sönüyorlar. Bu yanıp sönme hali, bir kesinti ve kesintinin yanı sıra aynı zamanda devamlılık halini simgeliyor. Kesintinin sonsuza kadar sürmeyişi, hala tükenmediğinin mesajını verirken aynı zamanda acil bir durumun habercisi olan uyarı niteliği taşıyor. Arka plan müziği ise aslında oldukça baskın. Çünkü çalma listesinde Çerkes İlahi Ezgisi, Yahudi İlahi Ezgisi, Derdo Derdo, u Stanbolu Na Bosforu, Köprüden Geçti Gelin gibi şarkılar yer alıyor.

Ekşisözlük yazarı ‘freemanner’ın anlatımıyla Köprüden Geçti Gelin türküsünün hikayesi şöyle (5), ‘Samsun Bafra Kızılırmak üzerinde olan eski tahta köprüde olmuştur. Gelin alayı eski şartlara göre atlarla gelin almaya giderler. Eski tahta köprüden geçerken, atın uçan bir kartaldan ürkmesi diğer atların da ürkmesine sebep olur ve eski tahta köprü yıkılarak gelin alayı olduğu gibi ırmakta boğularak can verirler. Yerine yeni Çetinkaya köprüsü yapılır.’

Eskiler, yoklukları üzerinden yaşıyorlar. Gelenekler insan hayatına dadanıyor, eski köprüden geçen bir at ürktüğünde, gelinin beyazlığını sonsuza kadar orada bırakıyor. Şöyle devam ediyor hikâye, ‘‘Gelinin anısına Bafra'da bir gelenek olmuştur. Her gelin muhakkak evlenirken köprüden geçer, köprüde arabalar durur, inilir ve ırmağa taş atılır.”

  1. Frantz Fanon

  2. Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi, Metis, sy 10.

  3. John Berger, Bir Fotoğrafı Anlamak, Metis, sy 225.

  4. m.bianet.org/bianet/medya/194617-cogul-istanbul-medyasinin-her-hali-bu-sergide

  5. eksisozluk.com/entry/22214298

Comentários


bottom of page