top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Dehşet, umut ve Jung


Ekinakis’in Commune - Community - Communication başlıklı sergisi İzmir’in yeni sanat mekânı Gru Art Gallery’de izleyiciyle buluştu. Toplum, birey ve iletişim üçgenindeki sergiyi, bugüne, geçmişe ve Jung’a dair söyledikleri üzerinden değerlendirdik


Yazı: Ahmet Ergenç


Solda ve sağda: Ekinakis, Dumb - The Community, 2017, Tuval üzerine dijital kanvas baskı, tül, kağıt ve akrilik boya

Ortada: Ekinakis, Dumb - The Emperor, 2017, Tuval üzerine dijital kanvas baskı, tül, kağıt ve akrilik boya


Son zamanlarda Jung üzerine düşünürken buluyorum kendimi, niyeyse. Toplumsal bilinçdışına, biz farkına varmadan bizi yöneten arketiplere, ilksel imgeler ve ortak rüyalardan bahsedişe, yeryüzünde bir “tür” olarak ortak hareketlerimize, korkularımıza vesaire ışık tuttuğu ve insan denilen varlığı tarihsel ve mitik bir yere oturttuğu için önemlidir Jung. Hepimizin neredeyse aynı duygular ve korkular gemisinde olduğunu, şahsi olanın da gayri-şahsi köklerinin olduğunu ve daha da önemlisi “çağdaş” (şimdi ve burada) olanla, arkaik olan arasında bir bağ olduğunu bize hatırlattığı için de önemlidir. İnsanı şaşkın ve bencil bir varlık adacığı olmaktan kurtaran bir şeyler söyler Jung. Arkaik olanın bugün devam ettiğini hatırlatarak “daha büyük” bir perspektif sunan Jung’un biraz sağaltıcı bir tarafının olmasının nedeni de yaşadığımız şeylerin modern (veyahut “postmodern”) denilen bu can sıkıcı çağa özgü olmadığını hatırlatmasıdır. Şöyle bir şey dediğini hatırlıyorum: İlk insanla modern insanın gördüğü rüyalar arasında büyük bir fark yoktur. Rüyalar arasında bir fark yoksa, korkular ve heyecanlar, dehşetler ve umutlar arasında da büyük bir fark yoktur. Arketipler bakidir.


Tekrar Jung’u hatırlamamı, bu cümleleri yazmamı sağlayan şey, birkaç hafta önce gördüğüm bir sergi oldu: Ekinakis’in Urla’da Gru Galeri’de açılan Commune - Community – Communication adlı sergisi. Sergi aslında bu üçlü adıyla “ortak” bir şeyleri bulmaya ve göstermeye çalıştığını belli ediyor. Bir “komün” (siyasi çağrışımları dahil) bir “toplum” olmak ve “iletişim kurmak” (iletişim kelimesi maalesef İngilizcedeki “komünal” kökene sahip değil, etimolojik bir çağrışım kaybı var burada) ne demektir? Ortak bir alan olan varoluş alanında hem şahsi, hem de komünal bir varlık nasıl sürdürülür? Bu ve benzeri “büyük” sorularla hareket eden serginin yaptığı iyi şey bana sorarsanız şu: Resimlerin çoğunda “anonim” figürler (ya da “kitlesel figürler”) yaratarak, insanları etkileyen kitlesel cereyanlara dikkat çekmek ama bir yandan da o anonim figürlerin her birinde bir “biricik” olma çabası ya da çırpınışını göstermek. Kitlesel manzaraya “varla yok arası” bireysel figürler yerleştiren bu görsel strateji Jung’un arketiplerine ve toplumsal bilinçdışı mefhumunu da çok uygun.


Serginin Jung’a uygun düşen bir diğer tarafı da, bugünü (yani “çağımızı, modern çağı”) resmederken, serbestçe geçmişe savrulması. Bazen primitif bir amorfluğu, bazen de Goya resimlerinde görülebilecek bir karanlığı şimdi ve buraya taşıması. Ve daha da önemlisi: Resimlerde beliren “rüya-benzeri” sahnelerde ortak (yani, arketipsel ya da ilksel) his ve korkuları açığa çıkarması.


Solda: Ekinakis, Mute (detay), 2021, Tuval üzerine kumaş, tül, urgan ve akrilik boya

Ortada: Ekinakis, Impartial, 2021, Tuval üzerine kumaş, tül ve akrilik boya

Sağda: Ekinakis, Peer Pressure - II (detay), 2020, Kumaş üzerine yağlı boya ve akrilik sprey


Sergide bana iyi ve şaşırtıcı gelen bir diğer şey de trajedi denilen o çok temel insanı şeyin “çağdaş” hayatta buharlaşmadığını, tarihteki trajedilerin bir şekilde devam ettiğini figürlerle hissettirmesiydi. Bu figürler bazen Munch’u, bazen Goya’yı, bazen Picasso’yu (Guernica) hatırlatan bir tarihsel-estetik hat üzerinde ilerliyor. Soru şu: Munch’un meşhur Çığlık’ı artık “anakronik” midir? Ya da Goya’nın karanlık manzaraları “geçmişte” kalmış şeyler midir? Ya da Picasso’nun Guernica’sı artık miadını doldurmuş tarihsel bir nesne midir? Yani bugün, tam burada ve şimdi bu tarihsel trajik hislere yer yok mudur? Bütün trajedileri sabun köpüğü bir tarihsizlik ve yüzeysel bir geçicilikle örten, trajediyi ve üzüntüyü neredeyse yasaklayarak insanların “negativite” gücünü de elinden almaya çalışan bu ultra-kapitalist çağda, bu majör trajik hissi hatırlamak ve göstermek önemli bir hamle, hem estetik hem de politik açıdan.


Bugün yaşanan savaşları anıtsal bir güçle çizecek bir Picasso daha çıkar mı bilinmez ama sanat tarihinde görülen o modernist ciddiyetin bugün halen bir karşılığı var. Bunu göstermek için de “anakronik” geri dönüşleri kullanmak gerek, sanırım. Çağdaş sanat bazen kendi çevresi ile “şimdi ve burada”nın dışında bir şey göremeyecek kadar zamanın ruhuna kendini kaptırabiliyor. Bunu bir adım geri çekilen, “modernist” bir bakışla kırmak gerekiyor, sanırım. Çağdaş odaklanmalar tamam ama modernist geniş açıları da unutmamak lazım.


Ekinakis, Cacophony, 2021, Tuval üzerine kumaş ve akrilik boya


Ekinakis resimlerinde bu trajik ve modernist açıları hatırlatıyor. Biraz “iddialı” gelebilir ama bu çağın şiddetinin de 20. yüzyıl başı ve ortalarında (modernistlerin çağı) kalır yanı yok. Bir örnek için Lübnan’da yaşanan savaşı trajik ve Goyaesk sahnelerle anlatan Beşir’le Vals’e bakabilirsiniz.


Ekinakis’in The Gathering adlı tablosunda haykıran figürlerde bir çağdaş Munch görmek ya da Cacaphony adlı resimde Goya’nın savaş tasvirlerini ya da eskilerden Bosch’un insan-hayvan arası ve rüya-gerçek arası figürlerden oluşan o muhteşem ve korkutucu “kakafoni”sini hissetmek bu bakımdan iyi haber.


Solda: Ekinakis, The Gathering, 2021, Tuval üzerine kumaş, füzen, akrilik sprey ve akrilik boya


Ekinakis’in sergisi, community denilen şeyi ele alırken, toplum denilen bünyeyi şekillendiren politik cereyanlara da bakıyor. Emperor adlı tablosu, dünyanın herhangi bir yerinde ve zamanında görülmüş olabilecek neredeyse “anonim” bir iktidar figürünü resmediyor. Hafiften Bacon’ın o “kan-revan” rahip figürünü hatırlatan bu karikatürümsü figür bir din adamı da olabilir, bir imparator da, Orwell’in 1984’ünden çıkma “modern” bir diktatör de. Emperor’a eşlik eden kitlelerin bu “hükümdar”la aynı yüze sahip olması da manidar. Biliyoruz ki bu arızalı özdeşleşme hali, halen sürüyor. Bkz. liderlerin “maskelerini” takarak neredeyse kitlesel bir tapınma halinde mitinglere gidebilen “modern” kitleler.


Jung’a geri dönelim: Kendisi modern devletin de “arkaik” kökenlerini görmüş ve eskiden din adamının oynadığı rolün, “modern” çağda diktatöryal devlet adamlarında yeniden belirdiğini, otoriter devletlerin kullandığı kitlesel gösteri simgeleri ve yöntemlerinin de dinsel gösterileri andırdığını, devletin Tanrı’nın yerini aldığını, milliyetçiliğin de dindar fanatizmin yerine geçtiğini söylemişti. Bugün daha da fena bir karışım var: Milliyetçi ve dindar fanatizmin baş belası bir karışımı. Bu karışımınsa resmi değil, ancak karikatürü yapılabiliyor, niyeyse.


Ekinakis, A Mouthful (detay), 2021, Tuval üzerine kumaş, kağıt, karton ve akrilik boya


Ekinakis’in işlerinde bütün bu karanlığa rağmen insana umut ve güç veren bir şey var; “isimsiz” ve “anonim” kitle insanı figürleri hem üzüyor, hem de bir “kader-birliği” (dünyada, aynı yerde olmanın hissi) hissi yaratarak insana bir teselli sunuyor. Hep birlikte üzülmek de, hep birlikte slogan atmak kadar politik bir eylem olabilir. O acı içinde kafasını göğe çevirmiş figürlerin ağzına birer slogan yerleştirmek de size kalmış. Dehşet ve umut birbirine çok yakın şeyler olabiliyor bazen.


Bir de not: Bu sergiyi Urla’da görmek de çok sevindiriciydi. İstanbul dışında, merkez-dışında yeni sanat oluşumları ve kolektiflerin çoğalması iyiye işaret. Merkez-dışından gelen böyle kültürel hareketlerin çoğalması dileğiyle.


Comments


bottom of page