Deniz Aktaş’ın Noktanın Cebinden Çıkan Virgül İhtimalleri isimli kişisel sergisi 25 Şubat-21 Mart 2025 tarihleri arasında .artSümer’de gerçekleşiyor. Aktaş'ın yarattığı hontolojik manzaralar üzerine düşünüyoruz
Yazı: Ahmet Ergenç

Deniz Aktaş, Dağılmış, 138x206 cm
Terk edilmiş yerlerde hayaletimsi bir his vardır. Bu his, tabii ki, bir zamanlar orada olan ama artık olmayan şeylerin görünmez kalıntılarına yaslanır. Bu hayaletimsi duyguda bir sır saklı gibi gelir; söylenmeyen bir şeyler, kabul edilmeyen bazı vakalar bir hayalet gibi orada dolaşır. Türkiye’nin birçok yerinde böyle bir hisse kapılmışımdır: Terk edilmiş bir binanın olduğu bir sokakta, terk edilmiş bir kilisede, terk edilmiş (ya da boşaltılmış) bir köyde, terk edilmiş bir okul binasında… Bu yerlerin ortak özelliği, tarih anlatısına girmeyen, girse de uzun süre orada kalmayan bazı “hayalet-anıları” taşımalarıdır.
Hafıza yokluğu çektiği ya da hafızanın silinmesinin kasti bir politika olduğu söylenen bu ülkede, böyle “hayalet manzaralar” çoktur. Bu manzaraları İstanbul’un bir eski sokağında (mesela Ömer Hayyam, Balat. İki bölge de eskiden “azınlıklar”ın yaşadığı yerlerdir), Ege’de terk edilmiş bir eski Rum mahallesinde ya da Mardin’de (zorla) terk edilmiş bir bölge ya da mahallede bulabilirsiniz. Bu yerlere gidince, Derrida’nın hayalet-bilim (hauntology ya da “hontoloji”) dediği şey aklıma gelir. Geçmişin o görünmez hayaletlerinin orada bir yerde titreştiğini görmek, Türkiye sathında arkeolojik değil, “hontolojik” diyebileceğim bir çalışma yapma isteği uyandırıyor insanda.[i] Hontolojik bir çalışma ya da Sevim Burak’ın “yoklarla konuşmak” dediği şey. Bunu yapan birçok yazar, sinemacı ve sanatçı var son zamanlarda.

Deniz Aktaş, Yığın, 140x210 cm
Deniz Aktaş böyle “hontolojik” bir çalışma ya da kazı yapan sanatçılardan biri. Yıkıntılara, harabelere ve terk edilmiş yerlere (ya da şeylere) dair işleriyle bir ‘görünmeye bakma’ hamlesi yapıyor. Ya da bir an için görülüp geçilen şeye bir daha, ağır ağır bakma hamlesi. Bu hamleyi bir önceki sergisi Tesadüfi Bir Kronolojinin 76 Parçası’nda görmüştük, bilhassa da Umudun Enkazı ve Floating Pieces adlı serilerde.[ii] Enkazlara ve terk edilmiş şeylere bakma ve baktırma isteği. Genelde “resmetmeye değer bulunmayan” şeyleri resmetmenin getirdiği bir “estetik-politik” alan var burada.
Solda: Deniz Aktaş, Kalıntılar, 110x146cm Sağda: Deniz Aktaş, Kırılmış, 140x185 cm
Aktaş’ın son sergisi Noktanın Cebinden Çıkan Virgül İhtimalleri’nde de benzer bir estetik-politik alan var. Mehmet Mahsum Oral’ın yazdığı yoğun ve minimal bir metin eşliğinde sergilenen işlere iki şey hâkim: terk edilmişlik ve hayaletimsi fısıltılar. Terk edilmiş manzaralar arasında Mardin’de, Mezatopomya’ya bakan bir terasta görülen bir plastik sandalye de var, çorak bir manzara içinde terk edilmiş bir araba da dağılmış bir mezarlık da. Bu manzaralardan hayaletimsi fısıltılar yükseliyor. Bunlar ağır ve geçmiş yüklü görüntüler, bakanı ve fısıltıları duyanı da bir geçmiş tefekkürüne sevk ediyorlar. Tabii ki, çok da şen ve şakrak bir geçmiş değil bu. Faili meçhuller, boşaltılan köyler, şiddetler. Doğrudan travma demek istemem (zira kimsenin ve hiçbir bölgenin geçmişi “travma” lafına hapsedilemez) ama travmatik olabilecek bazı olayların, şiddetlerin ya da şiddet ihtimallerinin yaşandığı bir geçmiştir bu. Böyle bir geçmişi Aktaş ancak “kısmi” olarak hissettirir, kısmi nesne gibi, zira bu şiddet kabul edilmeyen ya da ancak “kısmen” anlatabilen bir şiddettir. Kalıntılar ya da Kırılmış adlı işlerde bu “kısmi” şiddet manzaralarını görebilir, gerisini kendi havsalanızda tamamlayabilirsiniz. Hontolojik işlerin bir özelliği de bence, şiddeti böyle “kısmi” anlatmalarıdır. Nesneler, bazı mekânlar ve bazı kısmi açılar üzerinden.
Deniz Aktaş, Meçhul Bitkiler Serisi
Sergide manzara ve nesnelerin yanı sıra Meçhul Bitkiler Serisi adlı bir seri de sergileniyor. Pek de “hoş” görünmeyen ve resme değer bulunmayan bu bitkilerde de bir hayaletimsi his var. Mahsum Oral şöyle demiş bu bitkiler için:
“Ne yakada dururum,
Ne masada.
Merasim nedir bilmem mesela.
Vazo, üvey annem olur, evi de ayrıdır.”
Baudleaire’e ve “kötülük çiçekleri”ne aşinayız ama kötülüğe uğrayan bitkilere değil. Bunlar kötülüğe, dışlama şiddetine uğrayan bitkiler, üvey bitkiler, bu vesileyle tarihe geçsinler.
Deniz Aktaş bir söyleşisinde şöyle demiş: “Yaptığım işlerde, yok-yerlerde ıssızlığın, sessizliğin yoğunlaşmasıyla birlikte bağıran bir gürültülü sessizlik üzerine çalıştım.” Evet, terk edilmişliğin ve yok-yerlerin de bir sesi vardır, hayaletimsi bir ses. Bu sesleri bir biçimde kayda geçirmek de “poetik adalet” sağlayan siyasi-estetik bir eylemdir: sesi olmayanların sesi, cümlesi olmayanların cümlesi, görüntüsü olmayanların görüntüsü. Israrla ve zarafetle.
Comentários