top of page
Yazarın fotoğrafıSelin Çiftci

Değirmenlere karşı: Şiiri Kullan

Endüstrileşmiş bir pazarın içerisinde kişiye özgü kitaplar üreten, yayınladığı Use Poetry başlıklı illüstratif kitabıyla günümüz şiirine ve şairine eleştirisini sunan İsmail Sertaç Yılmaz, son bir yılda yaklaşık yirmi şiir kitabına çizimleriyle eşlik etti. Son şiir kitabını geçtiğimiz günlerde Ölü Berber ismiyle yayımlayan Yılmaz’la, kurucusu olduğu The Poet House’u ve birbirini açan iki kapıya benzettiği şairlik ve çizerlik pratiğini konuştuk


Söyleşi: Selin Çiftçi


İsmail Sertaç Yılmaz



Mart 2019’da kurduğunuz small press The Poet House’la çok sık karşılaşmadığımız bir tür yaratıcı yayıncılık gerçekleştiriyorsunuz. Bu yolculuk nasıl başladı?

Yayımcılık dünyasının katı ve seri üretime dayanan maddeci anlayışından bir şair ve bir okur olarak her zaman rahatsızlık duydum. Yaratıcı ve bağımsız kalmanıza izin vermezler. Örneğin bir kitap çıktığında “her kitapçıda” ibaresini harika bir şeymiş gibi okura ve yazara sunarlar. Artık bir eserin nitelikli olduğu için mi her kitapçıda olduğunu ayırt edemez olduk, hatta yeni bir eser her kitapçıda değilse okur, eserin niteliğinden kuşku duyabiliyor.

Sistemin bu sıkıntısı içerisinde dergilere şiirlerimi göndermeye ve yayımlamaya devam ederken Toronto’ya gittim. Gördüm ki değirmenlere karşı kafaları hiç durmayan, merdivenleri birer ikişer inmekten ve çıkmaktan yorulmayan pek çok yaratıcı sanatçı var. Ev arkadaşım Kanadalı queer şairdi. Bana yayımcısının kendi eliyle yarattığı booklet formatındaki kitabını uzattığında şaşırdım. Ve böylece, zaman zaman gördüğüm fakat çok da içine giremediğim small press dünyasıyla tanışmış oldum. Ben de o yılbaşında, bahsi geçen şair arkadaşım Tanya Neumeyer için Türkçe yazan şairlerin İngilizceye çevrilmiş şiirlerinden oluşan derleme bir chap book yarattım ve hediye ettim. Böylece Toronto’ya gelmeden önce gözümün önünde kendilerine bir delik bulamayan tavşanların hepsi The Poet House’da kendine bir oda buldu. İşte The Poet House’un ilk ışığı o an yandı.

Endüstrileşmiş bir pazarın içerisinde, kişiye özel, tekil ve biricik işler üretiyorsunuz. Evde ürettiğiniz slow-book’ların üretim süreci nasıl işliyor? Sizi bu süreçte en çok zorlayan şey ne?

Bahsettiğin gibi endüstriden uzak, kişiye özel, tekil ve özenli işler üretmeye çalışıyorum; her birini sınırlı ve numaralı tutuyorum. Eserin tabiatına uygun kağıt, zımba teli ya da bazen iplik seçiyorum, kapak tasarlıyorum. Ve sipariş veren herkes için tek tek o booklet’in başına oturup üretimini yapıyorum. Yani The Poet House’un kapısını çalan herkes için ayrı bir üretim zamanı ayırmış oluyorum. Gecenin bir yarısı, kime gideceğini bildiğim bir kitabı basıyor olmak bana ilham veriyor. Bu eserlere slow book dememin sebebi, bahsettiğimiz bu süreçte yatıyor.


Ben endüstrileşmiş bir pazarın baskısını üstümde hissetmesem de, pazar bir vakum gibi seni kendine çekmeye çalışıyor. Şayet hiç kımıldamadan durursam, kendimi bir anda içinde bulabilirim. Bunu bir tehlike sayarak, daima tetikte kalıyorum, karşı konulmaz gibi görünen bu düzeni bozmak için hep değişik bir şey üretiyorum. Mesela ne? Ürettiğim eserden çıkmış artık kağıdı zımbalayıp üzerine ufak bir “poet” konseptiyle, tek nüshalık, orjinal çizimlerle/baskı olmayan bir booklet hazırlıyorum. Ve bunu, o gün kapımızı çalan birinin paketine hediye olarak ekliyorum. Bu bana, o gün gitmek istediğim yere vardığımı hissettiriyor. Endüstrinin çarklarının arkamdan gelirken paramparça olduğunu duyuyorum o gece, tıpkı Charlie Chaplin filmlerindeki gibi.


Benim press’imin önündeki “small” özeni, bağımsızlığı simgeliyor ve mutlu olmak istiyor.


Sözün kısası, kapımızı çalanlar özel bir eve geldiklerini hissettiklerinde, ben sisteme karşı bir şiir yazdığımı biliyorum.


Hello Poet set



Daha önce yayınlamış olduğunuz İyi Yetişmiş bir Hayvan isimli bir şiir kitabınız var. Bir yandan da yakın bir tarihte Use Poetry başlıklı kitap Sub Press etiketiyle “günümüz şiiri ve şairine bir eleştiri” olarak yayımlandı. Bu iki kitap arasındaki kırılma, dönüşüm nasıl gerçekleşti?

Toronto’da gördüğüm bir sürü işaret beni şiiri ve şairin konumunu sorgulamaya itti. Mesela bisikletimi bağlamak için durduğum yerde “poet” yazısına denk geliyordum ya da trafik lambasının kenarına küçücük yazılmış “poem” sözcüğüyle karşılaşıyordum. On iki yaşındaki bir çocuk elini uzatarak, “I am Ezra. Poet.” diyebiliyordu. Bunu burada söyleyen bir çocuk var mı? Hayatın içindeydi şiir de şair de, şair olduğunu söylemek de bu kadar basitti. Şair olmaya kuşanmana gerek yoktu. Doğuştan olabilirdin işte. En basit sözcükler ve cümleler şiir olabilirdi. Olur da, oluyor da. Ve böylece kendi ülkemde üzerimde hissettiğim o şair baskısı ve şiir buhranı yerle bir oldu. Günlük hayatın içerisindeki şiirleri ve şairleri görmeye başladım. Ve Jack Kerouac’un yıllar önce söylediği “Don’t use the phone. People are never ready to answer it. Use poetry.” söyleminden yola çıkarak bu yeni anlayışıma Use Poetry / Şiiri Kullan başlığını verdim. Bir şair olarak bana yol gösteren cümle bu.


Bir şair ve çizer olarak, özellikle son dönem üretimlerinizde bu iki disiplini bir arada, birbirine içkin olarak okuyabiliyoruz. Resim, şairlik pratiğinize bir tür tercüme, dans partneri ya da rehber mi? Şiirle resim arasındaki ilişki sizin için neyi ifade ediyor?

Şiirimin ve resmimin birbirini açan iki kapı olduğunu keşfettim. Bir şiirimi çizmeye kalktığımda oradaki imgelerin, sözcüklerin bambaşka hallere dönüşebildiğini, büyüdüğünü, hatta bazen şiirin bitmediğini, devam ettiğini gördüm. Bana henüz resim vermeyen bir mısrayı defalarca okurken aniden uzaklarda desenlerle dolu bir örtünün kanatlanarak geldiğini görürüm, bu örtü o mısranın renklerini, dokusunu ve katmanlarını taşır, getirir. Diyebilirim ki, resimler şiirlerimin melekleridir.



Solda: Didem Kazan, Gökten Yağanlar, Resimleyen: İsmail Sertaç Yılmaz

Sağda: Cenk Tanova, Adayerli, Çizimler: İsmail Sertaç Yılmaz



Son dönemde başladığınız ve ilki Vuslat Çamkerten’in Ona Çok Benziyorum isimli romanından uyarlanan, Ardiye serisi farklı eserlerle devam ediyor mu?

Ardiye sözcüğünden etkileniyorum. Orada bir gizem olduğunu, karıştırırsam ortaya nefis şeyler çıkacağını hissettiriyor bana, sanatçı orada saklanır. Bu serinin de insanların üzerinde aynı hisleri uyandırmasını istediğim ve umduğum için yarattım. İlkin Vuslat’ın romanının ardiyesini açtık okurlara. Ve romanın okurları da bundan çok memnun olup, arzu ettiğim o enerjiyi bana verdiler. Bir sanatçının uzun süreçlerle yarattığı eserinin arka tarafı okul gibidir. Bu taraf, yazarın yaşadıkları, notları ve kendine sakladıkları, esere sokmaktan vazgeçtikleriyle doludur. Eğer iyi bir okursanız, kendinize oradan başka bir roman, bir şiir hatta bir resim çıkarırsınız. Umarım seriye 2021 yılında başka eserlerin ardiyeleriyle devam edebilirim. Kim bilir neler var, o henüz ayak basmadığımız ardiyelerde.


Hem yazarak, hem çizerek, bir yandan da basarak aslında bir şiir kitabının tüm yaratım aşamalarını tek bir elden gerçekleştiriyorsunuz. Yaratma sürecinde hazırlığını yaptığınız bir rutin, ritüel var mı? Bu aşamalar nasıl bir sıralamayla gerçekleşiyor?

Şair önce görür, şanslıysa yaşar, sonra yazar ve çizebiliyorsa onu çizer. Bunun sıralaması her zaman böyle olacak değil tabii ama ben görmediğim ve duymadığım şeyleri şiirlerimde uydurmayı sevmiyorum. Aklımın beni kandırmasına izin veriyorum elbette. Yani görmüşüm ve duymuşum gibi yazıyorum aslında, ama eserlerimde uydurma bir imgeye ya da bir hikayeye yer vermemeye özen gösteriyorum, çünkü bende olmayanı yine içimde ve aklımda büyütme şansımın olmadığını biliyorum.


The Poet House’a gelen ve yayın programına aldığım özgün işleri de ancak defalarca okuduktan sonra görselleştirmeye başlıyorum. Bir ritüelim yok ama basacağım eseri resimlemeden evvel dediğim gibi çok okumak gibi bir rutinim var. Çünkü her okuyuşumda az önce bahsettiğim gibi bir çok örtü havalanmaya başlıyor; ben de okuduğum metne ve şiire en uygun örtüleri çağırabilmek için defalarca okuyorum. Ta ki, hayal etmekten çok, onları kanlı canlı gözümün önüne getirene kadar.



İsmail Sertaç Yılmaz, Ölü Berber, 2020



Pandemiyle birlikte gelen karantina sürecinin ve belirsizliğin yaratım süreciniz üzerinde etkisi oldu mu?

Bu denli büyük olayların sanatçıların kısa dönem eserlerine sızmasının zor olduğunu ama uzun dönemde muhakkak bir biçimde, belki yeni bir sözcükle, yeni bir çizgiyle kendine bir yer açabileceğini düşünüyorum. Açıkçası, kendi şiir ve çizim dünyamda yaptığımı yapmaya devam ettim.


Önümüzdeki dönem projelerinizden bahseder misiniz? The Poet House’u nasıl bir yere taşımak istiyorsunuz?

İyi Yetişmiş Bir Hayvan ve Use Poetry’den bir yıl sonra yeni bir slow poetry book yarattım, ismi Ölü Berber. İsmini, William Carlos Williams’ın şiirinden alıyor. Tek bir şiirin içinde resimlerle gezindiğimiz bir eser. Bu nedenle bu türe ben “slow poetry” diyorum.


Bununla beraber Kasım ayında Taksim360’da gerçekleşecek bir sergi için Roberto Bolaño’nun olağanüstü romanı Vahşi Hafiyeler’den esinlenerek bir metre boyunda bir tablo çalıştım. İsmi Vahşi Hafiye. Kitap, konusu ve karakterleriyle benim göstermeye çalıştığım protest şair ve şiir kavramı için iyi bir yoldaş oldu. Bunların dışında daha hacimli bir şiir kitabı hazırlığı içerisindeyim. İsmini ve içeriğini henüz söyleyemeyeceğim ancak özgün, özgür ve kaliteli işler üreten sevdiğim bir yayıneviyle ortaya çıkacak. Bu eser, sadece kitap formunda değil, sergileriyle okuru içine katacak bir iş olacak. Hazırlamaya devam ediyorum.


The Poet House için yapacaklarım henüz bitmedi ama uzun vadede “ev”i bir atölyeye çevirmek istiyorum; dünyanın çeşitli yerlerinde sanatçıları misafir edebileceğimiz evler hayal ediyorum. Onlar için kiraladığım bu evlerde üretim yapmalarına destek olmak istiyorum. Bu arzum bana Chelsea Hotel’i ve zamanında burslarla Fransa’ya, Amerika’ya gitmiş yerli sanatçılarımızı hatırlatıyor. Dilerim, bir zaman sonra The Poet House’la böyle ilham veren bir işe kalkışabilirim.



İsmail Sertaç Yılmaz

Comments


bottom of page