top of page
Hüseyin Gökçe

Doldurulmaz boşluğun peşinden yol almak

İsmet Değirmenci, Galeri Bu’da geçtiğimiz ay yer alan Doğa Konuşur adlı sergisinde doğanın sesine kulak veriyor, onun şiirsel ve lirik yönüne temas ediyordu. Hatta doğaya temas edebilmenin en ince haliyle yaklaşıyordu. Değirmenci’nin fırçasında Haiku’ların çınladığını duyabiliyoruz. Zamanın şeyler üzerindeki etkisini ve şeylerin kırılganlığını ve gelip geçiciliğini duyumsattığı sergi vesilesiyle Değirmenci ile doğayı ve sanatı merkeze alan bir röportaj gerçekleştirdik


Röportaj: Hüseyin Gökçe


İsmet Değirmenci, Fragmanlar, Kağıt üzerine karışık teknik, 25x25 cm, 2020



Eserlerde kesif bir beyaz her durumda kendini açığa vuruyor. Kimi çalışmalarda kendini gizlese de. Beyaz bildiğimiz anlamlarının (saflık ve masumiyet) dışına çıkıyor. Korkutucu bir şekilde görünüyor bana. Burada bir tür tecrit durumu var. Tam da doğa karşısında durumumuz gibi. Çok mu uzağa savrulduk? Sırtı ve başı bize dönük resimdeki kuzgun birazdan bulunduğu konumdan kalkıp hızla bizden uzağa uçacakmış hissi uyandırıyor. Hiç düşünemediğimiz ve tahmin edemediğimiz bir uzaklığa sürüldük. Buradan bir geri dönüş olur mu?

Beyaza birtakım anlamlar, metaforlar yükleyebiliriz; burada temel olan yürüyüş felsefesine dayanarak, doğa içinde olma ve içe konuşma edimi. Şehirde hızın, gürültünün, yetişme telaşının karmaşasında yitirdiğimiz benin anlamını sorgulamak – aramak. Doğayla eşit ve statü kaygısı olmadan birlikte olmak yani doldurulmaz bir metafizik boşluk. Beyazın gücünü burada teslim edebiliriz, saflığın ve arınmanın derin yalnızlığını. Doğal yaşamdan uzaklaştıkça yabancılaşıp kayboluyoruz varoluş nedenimizden. Neo liberal sistemin çarkları çalıştıkça doğaya dönmek kolay değil.


Olduğumuz ve bulunduğumuz konum doğayla aramızdaki mesafeyi belirgin bir şekilde artırıyor. Bunu her geçen gün deneyimliyoruz. Felaketler kapımızı çaldığımızda daha başka bir şekilde fark ediyoruz. Şu pandemi günlerinde yaşadıklarımızı düşününce doğadan soyutlandığımızı bir daha anlıyoruz. Pandemi’nin yaşam ve doğayla ilişkimiz üzerindeki etkisi üzerine neler söylersiniz?

Doğayı tahakküm altına alıp sömüren insan merkezli kapital güç her geçen gün tüm canlıların dengesini ve doğal yaşamı yok ediyor. Karşılığında kaçınılmaz bir sona doğru hızla yaklaşıyoruz. Virüs karşısında çaresizlik ve korku toplumu oluşturuyoruz. Oysa doğayla barışık yaşamak ve sürdürebilir bir dengenin korunması tüm canlıların geleceği için umut olabilirdi; yitiriyoruz… Pandemi başladığında küresel sistem üzerine önemli kuramcılar ve siyaset bilimcilerden eleştiriler geldi. Hatta bazı dünya devlerinden de öz eleştiriler falan. İlk olarak şunu söyleyebilirim artık kapitalizm versiyonu Neo liberalizm, Covid 19 virüsü karşısında başarısız olmuş. Sınıfsal ayırımlar, yoksulluk, açlık ve işsizlik daha da büyümüş; diğer taraftan doğanın ekolojik sistemi ve dengesi de bozulmaya devam etmektedir. Bu süre içinde kapanmalar sonucu doğada yeniden canlanmalar olsa da; kitle turizmi, maden ocakları, fosil yakıtlar, nükleer ve termik santraller açma sonucu milyonlarca ağaç ve canlı yok olmaya devam ediyor. Bizim kendi yaşantımızı tabi ki gözden geçirip değiştirebiliriz. Gereksiz tüketimi azaltıp yetinebilmeyi konuşabiliriz; ama bu zaten bizim ön gördüğümüz, sanatçı olarak yaşamsal nedenimiz ve sorumluluğumuzdur. Dünya devletleri; sivil İnisiyatifler, aktivistler ve halklar birlik olup tepki vermeli yeni bir çözüm bulmalı. Yoksa daha da otoriterleşen kapital güçler karşısında büyük acılar yaşanır.



Solda: İsmet Değirmenci, Doğa Konuşur / Fragmanlar,

Tuval üzerine karışık teknik, 25 x 25 cm, 2020

Sağda: İsmet Değirmenci, Doğa Konuşur / Fragmanlar,

Tuval üzerine karışık teknik, 25x25 cm, 2020



Belki de bu beyazlık ve onun içinde yer alan şeyler yalınlığı vurgulamak için oluşturulmuştur. Bilerek boşluklar boş bırakılmıştır. Boşluğun hafifliği… Sessizlik ve suskunluk görünür ve duyulur olsun diyedir bütün bu çaba. Haiku resim de diyebiliriz bu eserlere. Dünyanın bize doğru sessiz bir şekilde açılması olarak da yorumlayabiliriz. Haiku şiirlerin eserleriniz üzerinde nasıl bir etkisi var?

Haiku; Japon yazınında 5/7/5 ölçüsünde kısa şiir geleneğidir. “Ölümün kesin ve saçma gerçekliğinin (hiçlik) olan anlamına, gerçek ve somut yaşamın içinde bir yer bulma çabasının yazınsal biçimidir.” (Başo, Kelebek Düşleri, Çev: Oruç Aruoba, Metis Yayınları) Haiku, yakın zamanda yitirdiğimiz sevgili dostum Oruç Aruoba’nın tanıştırıp yazmam için cesaretlendirmesiyle hayatıma girdi diyebilirim. Süssüz, sade, kısa ve derin yazılımı beni büyüdüğüm doğanın sessizliğiyle yeniden buluşturdu. Yazılarım gibi resimlerimde tinselliğin, doldurulmaz boşluğun peşinden yol almaya çalışıyorum.


Eserlerde doğal yünlerden oluşmuş kimi eserlerle karşılaşıyorum. Diğer tarafta sadece harflerini görebildiğimiz yırtık gazete kâğıtlarıyla oluşturulmuş çalışmalar var. Bu, doğa-uygarlık karşıtlığı olarak okunabilir mi?

El yapımı kâğıt üzerinde kullandığım yünler ve kolajlar, 2013 yılında kayıp manzara isimli sergimden. Şehrin kaosuna karşılık doğanın saflığıydı. Metropol tutsaklığı-yabansı yaşamın ikilemi diyebiliriz. Burada sorguladığım, yaşam hızımız ve bir yerlere yetişme telaşı içinde kaçırdığımız zamandır. Gelecek kurgusuyla hazırlanıp bize sunulan “yeni yaşam” formlarına ne kadar kolay uyum sağlayıp gönüllü olarak birer tüketim nesnesine dönüştürüldüğümüzdür. Şehirdeki yaşama karşı değilim, statü kaygıları, kaotik kimlikler, yüzeysel ve derinlikten uzak, gittikçe yabancılaşan bireyin eleştirisidir. Yeni sergimde doğada yaptığım yürüyüşler bir anlamda bu soruların yanıtını bulma belki de arınmaydı benim için.



Solda: İsmet Değirmenci, Yaban Fısıltıları,

Tuval üzerine karışık teknik, 185 x 165 cm, 2019

Sağda: İsmet Değirmenci, Doğa Konuşur / Fragmanlar,

Tuval üzerine karışık teknik, 25 x 25 cm, 2020



Eserlerinizde şeyler karşısındaki suskunluğumuzu artırabilmek, akıl ve bilgi değil de sezginin daha önemli olduğunu vurgulamak için mı uğraşıyorsunuz? Şeylerin farkına varabilmek için bedenin her anlamda bir eksiltmeye ihtiyacı olduğuna mı işaret ediyorsunuz?

Sanatın aklı mutlak değil kendini deneyimleyen bir girişimdir ki eyleyen olarak sanatçı kendi bilgisiyle yapıta bir anlam kazandırır. Salt sezgiden söz edemeyiz doğal olarak, tinsellikle oluşturduğumuz bir idealler bütünüdür. Niyet etme ve yol almadır benim sanat uğraşım. Bu eylemi gerçekleştirirken sessizlik içinde tefekküre, düşünceye dalıp yalnızlaşmadır.


Sanatın çoklu anlamalara kapı aralaması gerektiği söyleniyor. Sanatta anlam sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanat pratiğinizde anlam sizin için ne ifade ediyor?

Sanatın ne olduğu tarifi üzerine bir takım kuramcılar, sanat düşünürleri dilsel çözümsemeler yapsalarda kavram merkezci bir yazından öteye gidemiyor. Sanat tikel bir eylem olarak kendisine çoklu disiplinler arası alanlar yaratıyor. Doğanın devinimi gibi sanatçı da yeni üretim olanaklarını deneyerek özgün benini arıyor, bunu da merkezleşme ve homojen eğilim göstermeden yapması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü sanat mutlak tanımlar ve öneriler eylemi değildir. Bu tehlikelidir ve günümüz sanatında yine Neo liberal sistem üzerinden ‘yeni’ adı altında derinliksiz, içi boş, süslü, temiz, pürüzsüz ve uyumlu sanat üretimleri gösterilip kabul ediliyor. Bunu yaparken sanat bilicileri ve sözüm ona lineer kodlarla sanat yazan küratörleri örgütlüyor. Markalar oluşturup biricik olan olarak dolaşıma sokuluyor. Benim sanat uğraşımda popülizm ve elitizme yer yoktur. Sanat eylemim anlam merkezli yani düşüncemi somutlayan ondan koparıp nesnelleşen eylemdir. Anlam illüstrasyonuna indirgeyemem yapıtlarımı.


Doğa diye baktığımız veya içinde yaşadığımızı sandığımız yerin bir manzaraya dönüştürüldüğünü söyleyebilirim. Yabanıl olan değil, ehlileştirilmiş ve susturulmuş bir doğa var uzam diye baktığımız her yerde. Çünkü çok sular aktı tarihin değirmeninde. Üretim araçlarının mülkiyet yapısı ve teknolojilerin birlikteliği bu değirmene çok su taşıdı. Aydınlanmayla ve özellikle Kartezyen felsefeyle “zihin - beden” düalizmi çok belirleyici oldu. Süreç içinde bu ayrım bambaşka bir boyut aldı. Düalist düşünmenin doğayla olan ilişkimizi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Doğada yürümek doğayla birlikte yürümek, insan zihninin ve bedenin birlikteliğinin daha bütüncül mevcudiyet hissidir. İçinde olmak sahip olmak değil buradaki varoluş; metropollerin kaotik kimliklerinden, sınıfsal mesafelerinden uzak, onun öznesi durumudur. Bir yandan yabanıl bir yandan evcilleşmiş insan. Söylenmesi gereken doğayı mülk ve sömürü muamelesi görmeden birlikte yaşayabilmek.


Kaçınılmaz bir şekilde doğanın içinde doğaya karşı bir müdahale ederek yaşam buluyoruz. Sanırım sorun nasıl müdahale ettiğimizin derecesiyle alakalı. Sanat bu müdahale etme derecesini azaltmada ve bir etik geliştirmede bir yol açabilir mi?

Sanatın her zaman etik olan iyileştirici yanı vardır. Doğaya müdahale etmenin karşısında nasıl bir tavır alır bu ancak sanatçı inisiyatifleri ve sanatçı birlikteliği ile oluşturulacak eylemlerin örgütlenmesiyle yapılır. Yoksa karşısına geçip doğa çok güzel, mutluyumun hedonist bencilliğiyle değil.



İsmet Değirmenci, Yürüyüş Düşleri I-II, Tuval üzeri karışık teknik, 50 x 50 cm, 2020



Bize sunulmuş manzaraların görüntüsünü ve sessizliğini deneyimliyoruz. Bana kalırsa ilk kurtulmamız gereken şey bu manzaralar. Manzara ve doğa konusunu yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Şayet manzaradan geriye bir doğa kaldıysa tabii. Kayıp Manzara eserleriniz buraları irdeliyor gibi. Yaşam her yönüyle estetize edilmeye çalışılırken, sanat bu estetize etmeye karşı ne türden hamlelerde bulunabilir?

Doğaya dışarıdan baktığımızda yalnızca kısa süren anlık bir duygulanımdır; yani hoş vakit geçirme. Oysa içinde olma farkındalık ve içselleştirme halidir. Sanatçının yapıtı kendi özerk kimliğinin gösterenidir. Her sanatçı istediğini üretir. Bunu yaparken hesap vermez onu ırgalayan bir meseledir. Benim sorguladığım sahici olup olmamaktır, kendimize yalan söyleyemeyiz! Niçin bunu söylüyorum günümüz interaktif yaşamlarımızda kendi kapalı alanlarından kımıldamadan dijital görsellerin imgelemlerin bombalanmasından faydalanıp onu kendi cümlesi gibi algı oluşturup kopya etmesi. Doğanın içinde olmadan ekranlardan izleyerek yapıt üretmesi duygusuz ve içeriksiz. Sanatın bir hamlesi yoktur sanatçının özerkliğidir, kendi farkındalığıdır, duruşudur asıl olan.


Son zamanlarda gerek okumalarım gerekse yeni bakış açıları edinmemle doğaya başka bir şekilde bakıyorum. Özetlemek gerekirse; doğada bizim zannettiğimiz gibi büyük bir uyum, denge ve armoni yoktur. Biz öyle zannederiz. Bu büyük bir yalandır. Büyüdükçe inanılan her büyük yalan gibi. Sonsuz üreme, sonsuz bir parçalanma, sonsuz bir çürüme, sonsuz bir yok olma, sonsuz bir kaçış, sonsuz bir tetikte olma, kamufle olma hali vardır. Ancak bakışımızı manzaradan kurtardığımızda dengemizi bozacak bir denge mevcuttur doğada.

İnsan hem kendini hem de doğasını sömüren, yetinmeyen doyumsuz bir yaratığa dönüşmekte, bu şartlarda doğanın dengesinden ve düzeninden söz etmek mümkün mü?



Solda: İsmet Değirmenci, İçindeki Dalgalar,

Tuval üzerine akrilik ve karışık teknik, 180x170 cm , 2019

Sağda: İsmet Değirmenci, Doğa Konuşur/ Fragmanlar,

Tuval üzerine karışık teknik, 25x25 cm, 2020



Gotik ve kara romantik şair ve yazar Edgar Allan Poe’nun Kuzgun şiirinde, içindeki hayvan olabildiğince gerçekçi bir şekilde konuşur. Büyük bir kaybın travmasını atlatamamış bir insanın bilinçaltı sayıklamalarını en şiddetli bir biçimde dinleriz. Kuzgun bütün karamsarlığıyla en gerçekçi yanıtlar sunar. Uygarlık tarafından içimizdeki hayvanı veya hayvanları öldürdüğümüz için gerçeği söyleyecek ve gerçeği göze alacak gücümüz kalmadı. Belki bir şeyin artık yok olduğunu kabullenmek gerekiyor. Böylece yeni bir şeylere ve doğa tasavvuruna içimizdeki hayvanı uyandırarak başlayabiliriz diye düşünüyorum.

Kuzgun bu sergide benim kahramanım; normallikten, itaat eden sürüden uzak bağımsız bilge bir kuş. Aslında o hep uyanık popülizme ve elitizme yüz vermeden.


Haiku şiirler ve o şiirlerin duyumsattıkları insan için büyük bir imkân taşıyor. İsmet Değirmenci’nin Haiku resimleri de. Ama bazı karanlığı da göz önüne almak gerekmiyor mu?

Yaşam tüm karşıtlığıyla bize sunulmuş yoksa tek biçimde teokratik sistemin modern kölelerine dönebiliriz. Yeni düzenin bize dayattığı da bu sonsuz özgürlük alanlarını açarak bizi kontrol altına alması. Özerkliğimizi koruyarak teslim olmamaktır, bizlere düşen.


留言


bottom of page