top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Düşmenin anlamı ve diğer şeyler


REM Art Space'te Firdevs Kayhan ve M. Wenda Koyuncu küratörlüğünde hazırlanan Düşüş: Koltuk Boşluğu, ilhamını Albert Camus’nün Düşüş (La Chute) kitabından alarak korkular, sıkıntılar ve kaygılar arasında sıkışıp kalmış bireylerin, direnme ve teslim olma pratiklerini iç yaşantılarında arayışlarını konu ediniyor. Borga Kantürk, Müge Yıldız, Osman Nuri İyem, İrem Tok, Zeren Göktan, İlhan Sayın ve Magnús Logi Kristinsson'ın işlerini bir araya getiren ve 7 Mayıs 2018'e dek görülebilecek olan sergiyi Ahmet Ergenç değerlendirdi

Zeren Göktan, Arkabahçe 4, Beklenmedik Hareketler serisi, 2017

Camus’nün metinlerini özel ve güzel kılan en önemli şey herhalde ‘felsefi’ metinler olmalarına karşın çok minimal, hafif ve dünyevi olmalarıdır. Varoluşun anlamı, trajik bilinç, kader, suç ve ceza gibi ağır mevzuları ağır bir dile ve ağdalı bir pathos’a hiç yanaşmadan, apatiye yakın durarak ele alması (ve böylece neredeyse katatonik metinler kurması) Camus’yü son derece cool yapan şeydir. Bu cool hali Yabancı’nın Mersault’sunda ya da Düşüş’ün Baptiste Clamence’inde açıkça görürüz: Trajik durumları (annenin ölümü, kumsalda işlenen cinayet, Amsterdam’da bir bara ‘düşmek’ ve bütün hayatı sorgulama hali) trajik olmayan bir dille anlatırlar ama yine de trajik bir bilince sahip olduklarını gizlemezler zira nihayetinde bir varoluş krizi içindedirler. Yani kriz vardır ama o kriz karşısında parçalanmazlar. Bir barda, kumsalda ya da koltukta yoğun bir düşünce varlığı gibi oturup, son derece ketum durabilirler. Camus’nün bütün anlatılarının kısa olması da bu ketumluk eğiliminin bir parçasıdır.

Adını Camus’nün Düşüş’ünden (La Chute) alan Düşüş: Koltuk Boşluğu adlı sergide de Camus’nün minimalizmine ve ketum yoğunluğuna denk düşen bir atmosfer var. Firdevs Kayhan ve M. Wenda Koyuncu’nun küratörlüğünü zarif dokunuşlarla yaptığı sergideki his aşağı yukarı şu: Bir kriz var ama o krizin sahneyi ele geçirmesine izin verilmiyor. Söz konusu kriz (düşme hali) nesnelerin küçük detaylarında kayda geçiriliyor ya da başka bir alana işaret edilerek sağaltılıyor. Bu kriz halinin tamamlayıcı bir parçasının da kayıp olduğunu söylemek lazım. Koltuk Boşluğu alt başlığı da bunu ifade ediyor: eskiden o koltukta olan şey ya da kişinin artık orada olmamasının bıraktığı boşluk, bir nevi hayalet uzuv hissi. Parçalanmış ve trajik bir koltuk değil bu. Hafif bir çukur içeren, belki de ancak bu ağır ama hafif krizi yaşamış kişinin gözünün anlamlı bulacağı, hafiften deforme olmuş bir koltuk. Camus’ye çok uygun bir reel-metafor.

İlhan Sayın, Kumsal

Sergide açılışı yapan, Borga Kantürk’ün Koltuklar serisindeki fotoğraflar, koltukların detaylarına ve bu detaylara düşen ışığa odaklanarak bir küçük his ağı örüyor. Bu ağın taşıyıcısı şu: bir nesneye olağanın dışında bir anlam yayan bir ışık hüzmesi. Olağan bir malzemeye düşen güneş ışığı, onu bir koltuk olmaktan çıkarıp düşünce ve hissin yoğunlaşacağı bir medium’a dönüştürebiliyor. Varoluş krizlerine eşlik eden epifani anları tam da böyle şeylerdir, normalde anlamsız olan bir parça birden anlamla sarmalanmaya başlar. Ya da tersi de olabilir, yani negatif epifani: normalde aşırı anlamlı olan bir parça birden anlamını yitirir. İki ihtimal de ‘varoluşçu an’a dahildir. Borga Kantürk’ün ilk ihtimali sessiz ve sakin bir estetikle gösteriyor.

Benzer bir sükûnet hissi İlhan Sayın’ın çizimlerine de hakim: Terk edilmiş bir kumsalın perişan huzuru ya da bir su birikintisinin üzerindeki otların sessiz yoğunluğu. Bu çizimlere bir kriz-sonrası hal hakim. Krizin çözümünü bulmakla uğraşmayan, kriz kalıntılarının bir yoğunluk vesilesi olabileceğini hissettiren bir hal. Fonda bir yerde Eric Satie çaldığını hissetmek bile mümkün.

Osman Nuri İyem, Gelecek Size Uzak Gelecek, 2017

Sergide ironik bir damar da var. Mesela İrem Tok hafiflik ve aptal mutluluk halinin nesnesi olan paletleri (deniz, aptalca bir hareket isteği, tatil vesaire...) alüminyum döküm olarak, ağırlaşmış ve sabit bir nesne-heykele dönüştürüyor ve şahsen tatil denilen şeyde benim sevmediğim ne varsa hepsinden intikam alıp, başka bir şeyi düşünmeye çağırıyor. Şöyle bir şey: bu ağır paletleri giyip suya kendini bırakan kişi hız ve hafiflik yerine, suya batmaya gönüllü olacak ve bir mutluluk mitini yıkacaktır. Bu ironik hamle, bütün kötü duyguların bertaraf edildiği bir yerde (tatil, deniz kenarı) intihar hakkına kadar uzanan bir ihtimali çağrıştırıyor. Müge Yıldız da şehirde çeşitli su birikintilerinde (borulardan akan sular, yağmur birikintileri, havuzlar...) bocalar gibi yüzen bir oyuncağı (oyuncak yüzücü) videosunu göstererek bir çırpınma halinin traji-komedisini hissettiriyor. John Cheever’ın Yüzücü adlı hikayesinden uyarlanan Swimmer’dan esinlenmiş bu video. Cheever’ın hikayesindeki karakterin bir dizi havuzda sarhoş yüzdükten sonra evine geldiğinde evin tamamen terk edilmiş olmasının barındırdığı o tekinsiz anlam kayması, bu videoda ridiküle edilerek boşa çıkarılıyor. Dönülebilecek bir ev ya da yer yok. Sonsuz bir yüzme ve sürüklenme hali, varoluşçuluğun ad infinitum devam eden arayış hali gibi. Zeren Gökten’in Beklenmedik Hareketler dizisine dahil işi de sergideki ironiyi tamamlıyor: üst üste dizilmiş plastik bahçe sandalyelerinin üstünde oturan bir çocuğun absürd jesti, düşüşe odaklanan bu sergide beklenmedik bir an yaratıyor: Yükseklerde olmak da düşüşün kaydı anlamına gelebilir, düşüş öncesi ya da sonrası hal.

İrem Tok , Palet, Alüminyum döküm

Tek tek işler bir yana bu serginin geneline hakim olan bir hissî telkin ve sezgisel bilgi var: Kriz mutsuzlukla eş anlamlı değildir, bir düşüş ya da kriz hali yoğunlaşma ve berraklaşmaya da vesile olabilir. Yükseliş ve mutluluk miti (bkz. kapitalizmin fake idelolojisi) yerine düşüşün hafif güzelliği ve mutsuzluk hakkını koymak önemli bir düşünsel ve estetik hamle. Son olarak, bir kayıp ve acı sonrası sarhoş hallerde bar merdivenlerinden yuvarlananların da bir duygu ortaklığı hissedebileceği bir sergi bu. Bilen bilir, o sarhoş düşmeler boşuna değildir, sonraki arınma haline vesile olurlar. Camus'nün Düşüş'ünden şu alıntı da sarhoşluk, düşüş ve yükselme halini tekrar hatırlamak isteyenlere gelsin: "Kimi zaman dansın... alkölün... beni hem yorgun hem doygun bir coşku içine attığı o gecelerde, yorgunluğun son noktasında, bir saniye için varlıkların ve dünyanın gizemini sonuna kadar anladığım duygusuna kapılıyordum. Ama ertesi gün yorgunluk yok oluyor, onunla birlikte gizem de uçup gidiyordu; yeniden atılıyordum ortaya." Ad infinitum, diye eklemeninin tam sırası sanırım.

Kommentare


bottom of page