Dorian Sari’nin jardin et jalousie başlıklı sergisi Cenevre’deki Wilde Gallery’de izleyiciyle buluştu. Sanatçıyla serginin hikâyesi ve kavramsal duyarlılıkları üzerine konuştuk
Röportaj: Necmi Sönmez
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden
Çalışmalarını izlediğim Dorian Sari ile iki yıl önce Barcelona’da tanıştım. Yürüyerek, konuşarak güzel bir ikindi ve akşam geçirmiştik. Ardından kalabalık bir grupla beraber olduğumuz akşam yemeği ancak filmlerde karşılaşılan olaylarla zenginleştiği için unutulması mümkün olmayan bir tecrübeydi. Bazen hiç tanımadığınız kişilerle olan ilk görüşmede konuştuklarınız, fikir alışverişi o kadar hızlı ve güvenli bir şekilde ilerler ki, sanki onu uzun zamandan beri tanıyormuşçasına bir his gelişir. Onunla farklı derinliklere inen konuşmalar geliştirebilirsiniz. Dorian’la bu tür bir yakınlaşma içinde farklı dönemlerdeki paylaşımlarımız, telefonlarımız, onun çalışmalarını, kişiliğini, hangi koşullarda, nasıl ürettiğini daha yakından tanımamı sağladı. Basel ve Cenevre’deki atölyelerinde farklı tekniklerle çalışarak deneyler yapması, uzun yolculuklara çıktığında birbirinden güzel fotoğraflar yollaması, iyi bir okur olması, farklı koleksiyonlar yapması, tutkularının peşinde korkusuzca ilerlemesi ilgimi çekti. Son kişisel sergisi hakkında yazılı geliştirdiğimiz konuşmada onun kavramsal duyarlılıkları üzerine yoğunlaştık.
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden
Cenevre’deki Wilde’de açılan güncel sergin ismi jardin et jalousie. Bu şiirsel isim sergilediğin çalışmaları görmeden aklıma Alain Robbet-Grillet’nin romanı La Jalouise’yi getirdi. Sergilerine isim verirken nasıl karar verdiğinden başlayalım mı konuşmaya?
Serginin adında bulunan jalousie kelimesi aslında bir çeşit perde türü olan “jaluzi”den geliyor. İçeriden dışarısını görebildiğimiz ama dışarının içeriyi göremediği bantlardan oluşan askı sistemi. Ve aynen bahsettiğin Alain Robbet-Grillet’nin romanından çıkış alıyor. İçeriden dışarıdaki bahçeyi seyreden ama bahçeye çıkamayan bir karakteri düşünerek, iç-dış mekân, iç-dış dünyamızı konumlamak ve bunu romantik bir açıdan düşünmek adına sergiye böyle bir isim verdim.
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden
Serginin en önemli süprizi seramik tekniğini kullanarak gerçekleştirdiğin çalışmaları görmek oldu. Daha önce seramikle çalışıp çalışmadığını bilmiyorum ama duygularını düşüncelerini kil tabletlere geçiren eski insanlar gibi hareket ettiğini ve garip bir günce oluşturduğunu görüyorum. 12 tahta kutu içindeki bu küçük seramik tabletlerin üzerindeki cümlelerin senin ruh durumlarını açık yüreklilikle ortaya çıkarıyor. Büyük büyük yazdığın için hepsini okumak mümkün oluyor. Bu çalışmada üç renk var: Beyaz, kil rengi ve gri-siyah. Bu renklerin özel bir anlamı var mı?
Evet daha önce hiç seramikle çalışmamıştım. Zamanla aktivizmle daha çok iç içe ilerleyen bir sanatsal yaratım sürecindeyim. Yaklaşık bir on aydır Fridays for Futur aktivistleriyle paralel bir proje hazırlığı içindeyim ve konuyla ilgili araştırma yaptıkça öğrendikçe yavaş yavaş kullandığım materyallerin kullanımı ve geri dönüşümü hakkında daha çok kafa patlatır oldum. Aklıma en sağlıklı malzeme olarak seramik ve buna paralel olarak tablet fikri geldi. Klima aktivistleriyle çalışırken aslında kolektif bir intiharın içinde olduğumuzu daha iyi anladım ve otomatik olarak ölüm ve yok olmak fikriyle beraber antik çağlardan kalan tablet yöntemiyle belki çok uzun zaman sonrasına naif bir fikirle bugünlere ait duygular, düşünceler bırakmak istedim.
Ara ara günlük notlar tutuyorum yıllardır. O notlardan faydalanarak kendimden ve sevdiklerimden gelen mesajlar yazdım avuç içine sığacak büyüklükteki tabletlere. Üç renge tamamen bir araya geldiklerinde oluşturdukları estetikten dolayı kara verdim ama doğal renkler olmaları tabiki en önemli kıstastı. İç hesaplaşma ya da gün içerisinde yaşanan çok basit bir olayın çok ileride nasıl bir imaj yaratacağını düşünmek beni bu projeye iten olguydu. Ve bu seramik tabletleri yaşadığım sürece yapmak istiyorum sanırım. Bu zamanda yaşayan bir ömrü anlatan ve “sanat piyasası” vasıtasıyla dünyaya yayılma ve böylece dünyanın küreselliğini de gösterebilecek bir dizinin ilk ürünleri bunlar.
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden
On adet büyük boyutlu fotoğraftan oluşan çalışmanda seni, kafandaki helikopter şapkasıyla görüyoruz. Gözlerin kapalı, sanki meditasyon yapıyor gibisin, sanki başka bir dünyaya hareket ediyorsun. Ama kafanın içindeki ya da üstündeki düşünceler durmadan dönüyor. Buradaki metafor karşıtlığı galiba birçok çalışmanda ortaya çıkan iki karşıt duruma gönderme yapıyor. Nasıl siyah beyazı çağrıştırırsa sen de kendine ait durumları büyüteç altına alarak izleyiciye aslında onlar sana bakarken kendilerine dair izler sunuyor gibisin. Bunu biraz açman mümkün mü?
Evrensel sembollerle uğraşmak işlerimin temellerinden biridir. Siyah beyaz karşıtlığını çok kullandığımın farkındayım. Ama bunu özellikle fotoğraf ve video işlerinde jest ve mimikleri daha iyi öne çıkardığını düşündüğüm için de kullanıyorum. Kıyafetin ya da saçın renginden çok ifadeye yöneliyor beynin analizi. Eğer iş ile ilk ulaşmak istediğim duygu ifadedeyse, dile gelmekse o zaman siyah beyaz çalışıyorum. Ceketler serisinde de bu fotoğraf serisinde de gördüğümüz gibi kendimi sıradan x bir kişi gibi kurguluyorum. Bunlar kesinlikle otoportre değil. Sanat eğitimi almaya başlamadan önce kendimi model olarak kullanıp evde çalışılarak kendi kendime fotoğraf ve video kameralarını kullanmayı öğrendim. Ve bu bir alışkanlık oldu. Kafamda canlanan jesti mimiği başkasına anlatmakla, tanımlamakla uğraşmak yerine kafamın içindeki imajı en hızlı ve en ekonomik şekilde kendim verebildiğim için bu şekilde çalışmayı sürdürdüm. Bir oyuncuyla ya da modelle çalışmaktan onların “x, y, z” fiziksel özellikleriyle bir mesaj vermek yerine sadece bir duyguyu uyandırmaksa hedefim özne olarak hep kendimi kameranın karşısına alıyorum. Tekrar söylemek isterim bunlar otoportre değiller. Aynen seninde gözlemlediğin gibi, bir meditasyon gibi içe dönüş, dünyadan kopuş söz konusu. Burada özne uyumuyor sadece gözlerini kapatmış bir şekilde kendi iç yolculuğuna çıkıyor. Figürün içinde bulunduğu mekânın boyutunu bilemiyoruz çünkü beyaz bir boşlukta sanki. Siyah piramidimsi beresinin üstünde de çocuksu bir helikopter kanadı var. Helikopterin kanatlarının dönüşü kafasının içinde dönen düşüncelere gönderme yapıyor sanki. Bu öznenin fiziksel olarak gidemediği yerlere yapılan bir yolculuk, çember çizmek sanki. Belki başlangıca geri dönmek, belki de zamanla oluşan bir spiral. Yönü belli olmayan, düşüncelerde yapılan yolculuk denilebilir belki.
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden
Beni en çok şaşırtan Green ismini verdiğin büyük boyutlu siyah seramikler oldu. Tamamı parlak siyah renkte olan bu seramikler çiçeklere benziyorlar. Ama sanki hormonlu, DNA’ları ile oynanmış gibiler, çok büyükler. Doğal kaynakların tüketim çılgınlıkları nedeniyle yok edilmesine karşı olduğunu biliyorum. Lütfen kusura bakma ama bu siyah seramiklerin sergi bütünlüğü içinde nasıl bir rol aldıklarını kavrayamadım.
Bu seramik siyah çiçekler aynı tanımladığın gibi, garip büyüklükte ve insanın aklına saçma gelen bir toksik durumu anlatıyorlar. Adını “yeşil” koydum çünkü kafamızda doğa ve doğa ile bağlantılı her konuda zihnimiz bize yeşil rengini duyumsatıyor. Ama bu çiçeklerin durumu da içinde bulunduğumuz zaman da doğa ile olan ilişkimiz gibi. Serginin harmonisinden uzak kalan bir seri gibi dursa da, o gariplikti zaten beni bu seriyi sergilemeye iten. Serginin bugüne ait olması için bir öğenin serginin harmonisini ve romantikliğini bozması ve kekremsi bir tat bırakması gerekiyordu. Bunu bu toksik ama göz alıcı çiçeklerle yapmak istedim. Çünkü bu şekilde serginin son salonundaki Ceketler serisinde yer alan hakiki, rengarenk kurutulmuş çiçeklerle de karşıtlık yaratarak iki farklı diziyi birbirine bağlamayı düşündüm. Sahte ve hormonlu toksik çiçekler alçak, yer hizasına yakın bir yerde dururken, gerçek olan, renkli, elle koparılmış olan çiçeklerse insanların ceplerinde, kalplerinin üstünde duruyorlar.
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden
Her serginin bir göz bebeği, can alıcı noktası vardır. Bu sergide de eski erkek ceketlerini, askıları, kurutulmuş çiçekleri kullanarak gerçekleştirdiğin dizinin özel bir hikâyeyi anlattığını düşünüyorum. Galerinin İnternet sayfasında sergi anlatırken de sanki bu diziye ait eski model bir ceketle konuştuğunu gördüm. Bu dizi sergiye ismini verdiği için önemli galiba.
Sergiyi anlattığım videodaki ceket ile sergide kullandığım 12 ceket hepsi ayni gün topluca İstanbul‘daki bir ikinci el giysi dükkanından almıştım. Bütün ceketleri giydim ve daha görmediğiniz onlarcasını da hâlâ giyiyorum. Kimini bir gün, kimini birkaç hafta, kimini aylardır kullanıyorum. Öncelikle onlarla birlikte, onların içinde yaşıyorum. Başkalarının bu ceketlerle yaşadığı anılara kendi hatıralarımı ekliyorum ve bu bir çeşit enerji geçişi. Benden önceki sahiplerinin yaşadıklarını aktive etme hissini çok seviyorum. Yapılan bütün sanatsal işlerde sanatçının kendisinden, özünden, bir pay vardır. Bazen de bazı materyallerle yollarımızın çok kişisel bir biçimde kesişmesi işin duygusal ağırlığının öne çıkmasında çok yardımcı olur. Ceketlerin hepsi erkek ceketi değil. Öyle gibi dursa da onlara kafamda cinsiyetsiz bir yerden yaklaştım hep. Ceketlerin ikircikli, tekinsiz bir halleri vardı, çok farklı noktalarda, farklı spektrumlarda duruyorlardı. Bu seri ile serginin aynı adı taşımasının bir nedeni de, bu serideki ceketlerin içinden dışarıyı dikizleyen karakterleri eksiksiz bir şekilde ortaya çıkarmalarıyla ilgili. Çok romantik bir iş olduğunu düşünüyorum. Ve romantik olmanın günümüzde gittikçe azalan hatta Batı‘da neredeyse komik bir şeymiş gibi görülmeye başlandığını gözlemliyorum. Bu benim üzüldüğüm bir durum. Romantik deyince sanki artık nostaljik bir şeyden bahsediyormuşuz gibi geliyor. Sanki sevgiye, saygıya, insanı olduğu gibi kabul etmeye ya da huzur, mutluluk gibi kavramlara yönelmektense, savaş içindeymişiz de böyle duruşlar gereksizmiş gibi bir psikoloji gözlemliyorum. Buna karşı direnme anlamında böyle romantik işler yapmak geldi içimden.
Dorian Sari, jardin et jalousie sergisinden yerleştirme fotoğrafları
Her ceketin sol üst ve normal ceplerinde kurutulmuş çiçekler var. Eskiden her kültürde, özellikle LGTBQ+ gruplarının ister canlı ister kurutulmuş olsun çiçeklerle dile getirdikleri kimlik mesajları vardı. Sergindeki çiçeklerin de böyle göndermeler yaptıklarını düşünüyorum.
Bu çiçekler farklı toplumlarda gizlilik içerisinde oluşmuş sosyal kodları temsil ediyorlar. Wilde galerinin adı, galerinin sahibinin eşinin Oscar Wilde’ın torunu olmasından geliyor. Bu çiçek fikri de, sembolleri araştırırken Oscar’ın zamanında severek taktığı yeşil karanfilden çıktı aslında. Fakat sergide her cekete bambaşka çiçekler yerleştirdim. Farklı anlamları bu çalışmaya eklemek için, LGBTQ+ bunlardan sadece bir tanesi. İnsanları insan olarak kabul etmektense maalesef hâlâ sıfatlara bölerek kategorileştirmek zorunda bırakılıyoruz. Ama sergideki çiçeklerin farklılıklarına rağmen onlara sadece “çiçek” de diyebiliyoruz. Burada günümüzle hâlâ hiç uyuşmadığını gördüğüm kişisel hayat felsefelerimden biri de yatıyor aslında. Ben, gerçekten insanın kendisini bulmak adına asla direnemeyeceği değişime doğru akan, su gibi akışkan olmak için uğraşan ve hiçbir şeye diğerinden daha fazla bağlı olmayan göçebe bir ruha sahibim. Çocukluğumdan itibaren içinde bulunduğum kültürler ve diller zorla belirli saçma sapan kavramlara her bireyi sokmak isteyen insanlarla dolu. Maalesef mesleğim gereği bu insanlarla da çalışmak, diyalog içinde olmak zorundayım. Bu çiçekler bir yerde de, aradaki farklı hayata bakış ve anlayış felsefelerinde sadece doğaya ve bu gezegene ait bir insan olmaya çalışırken, beni kesip biçerek şekil vermeye çalışan aptallara uzattığım ölü çiçekler. Bu ceketler her gün istediğim şekilde içine girdiğim toplumsal maskeler. O surat ifadeleri çok hoşlandığım aynalar. O askılar ise korkudan ya da konfordan dışarı çıkamayan kalıplar, ya da doğru anı bekleyen stratejiler. Burada kullandığım “aptal” kelimesini kibir ya da kendini beğenmişlikten değil, kendisinin aptal da olabileceğine inanamayan insanlara aptaldan bir sesleniş aslında.
Bu dizide benim en çok ilgimi çeken ceketlerin asılmış olduğu askıların formları oldu. Böyle askıları hiç görmedim. Onlarla ceketlerin içindeki fotoğraflar arasından bir ilişki olduğundan söz edilebilir mi? Askının içindeki yüzlerin sana ait olması da ayrıca anlamlı.
Askılar bu serinin ilk ve önemli fikridir. Tekli ya da çoklu, kısa ya da uzun olmaları fotoğraftaki karakterlerin duydukları ve gördükleri karşısında alabildiği pozisyon ve kafasındaki soru işaretlerini temsil ediyor diyebilirim. Askılardaki kanca hep kafaya takılmış bir soru işareti gibi benim için. Bu seride bambaşka insanları kullanabilirdim ama 8 milyar insanı 12 ceketle temsil edemezdim. Her zamanki gibi kendi bedenimi kullanarak insanı insana anlatmak istedim. Sergiyi anlattığım videoda giydiğim ceket de bir gün ölmüş çiçekler bahçesi olacak.
Comments