top of page

Eğreti devrim görselleri

Süreyyya Evren

Süreyyya Evren, Art Unlimited’taki ilk yazısında görsel temsillerine odaklanarak savaşların ve devrimlerin yarattığı imgelerin niteliğini ve etkisini sorguluyor. Suriye’deki iktidar değişiminin ardından yaşanan sahnelerin fotoğrafları üzerinden tarihsel ve duygusal bağlamda siyasi sanatın rolünü ve medyanın bu imgeler üzerindeki etkisini ele alan bu yazı, görsel temsillerin eksik, silik ve yorgun bir ambiyans taşıdığına dikkat çekiyor ve bu durumun arkasındaki nedenlere bakıyor


Yazı: Süreyyya Evren


Suriyeli isyancılar, 2024 Halep Savaşı sırasında Halep’in batısındaki El-Basel kavşağında, Bassel al-Assad’ın atlı heykelinin etrafında toplandı. Heykel o günün ilerleyen saatlerinde yıkıldı


Önce bombalar, füzeler, kurşunlar, insansız hava araçları, doğallığını hatırlamakta zorlanan, parçalanan bedenler. Gardını indirmiş hayvanlara, ümitsiz pencerelere pervazlara, zemine ve zeminin altına üstüne, cana ve ümide karşı bir aldırışsızlıklar ve vicdansızlıklar serisi. Değerlerin göreceliğe çarpması. Bir ölü bebek bir ölü bebek iken diğer ölü bebeğin rakamlara veya açıklamalara tercüme edilebilirliği. Hangi ölü bebek? Doğru ölü bebek için bir imza da sen at!


İmgelere hücum; savaşın altını ceset. Heykellerin devrilmesi, bedenlerin dağılması için sahneler. Toz; görüş bulanık. Yığınlar, yığıntılar; kalabalık ve öteye beriye dolanan hareketlenmeler. Bağırış çağırış haykırışlar. Korumasızca devrilen heykellere karşı cengaver ataklar terlikle, ayakkabıyla. Yıkıntılar arasında fır dönen insanlar. Enkazın icracıları.


Savaşlarla ve ölümlerle ve yaralarla ve hepsinin görselleriyle sarılıyız.


En azından önceki hâllerimize kıyasla, deneyimlediğimiz durumumuz bu; bu “deneyimlediğimiz” şerhini düşüyorum yoksa birileri illa ki insanlık tarihinin en az cinayet işlenen, en az katliamlı, en az vahşetli, en az erken ölümlü, en huzurlu devrinde en uzun ömürleri yaşadığımıza dair istatistiklerle araya girebiliyor.


Ben bu yazıyı hazırlarken, Aralık 2024’te, Suriye’de çalkantı büyük. Suriye burası değil belki ama tam anlamıyla başka bir yer de değil bize. Ötekinin uzak çalkantısı değil. Giderek hatta, istesek de istemesek de, daha fazla burasının parçası.


Dolayısıyla bir yanıyla “Orada neler oluyor?” sorusu bir yanıyla da “Burada neler olacak?” sorusuna denk geliyor.


Eğreti bir şeyler devriliyor ve eğreti devriliyor, diyor bana görseller.


Suriye’de iktidarın hızlıca el değiştirmesini takip eden anıt yıkma, devirme, ayakkabılarla saldırma, başkanlık sarayı yağmalama, toz duman enkaz içinde simgesel dönüşümü gösteren fotoğraf ve videolara bakıyorum. Bir şeyler eğreti. Çavuşesku’nun devrilmesine, Saddam’ın devrilmesine eşlik eden görselleri, 2011 Tahrir ve sonrasının görsellerini anımsıyorum, gözümün önüne getirip ambiyansı karşılaştırmaya çalışıyorum. Bir şeyler noksan mı yoksa bir şeyler sadece farklı mı? Acaba bu iktidar değişiminin kendisinin romantize edilmeye uygun olmayan doğası mı ambiyansa dair algımı etkiliyor? Türkiye’deki eleştirel perspektiflerin lenslerinden dolayı mı renkler böyle soluk görünüyor bana?


Ama yok, birlikte bakalım, mesela şu Başkanlık Sarayı’nın önünde koltuğa oturan adam karesini[1] açalım önümüze. Diktatör başkanın ani yıkımının ardından Başkanlık Sarayı’nın halkın sarayı olması sahnesi, günümüzde tekrar tekrar çekilebilen Bastille fotoğrafıdır bu teknik olarak. Versaille önü pozudur. Ama ne bitkin bir Bastille’dir ne takati kalmamış bir Versaille’dır öyle!


Güneş tepede, terkedilmiş Başkanlık Sarayı’na el konuyor. Mobilyalara yönelik bir arzu devreye giriyor. Mobilyalar alınıyor, atılıyor, çalınıyor veya hatıra statüsü kazanıyor. Böyle büyük bir ulusal andan bekleyeceğiniz kalabalık yok öğle güneşinin altında. Fotoğraf karesindeki insanlar işinde gücünde nakliyeciler gibiler. Poşetlenmiş mobilyalar var arka planda. Önde ise bir tekli koltuk görüyoruz. Halkın tahtı mıdır artık? Hangi halk? İşte bu yorgun ve kaygılı adamın mıdır sarayın koltukları, tahtları? Toz içindeki eski püskü ayakkabılar, siyah mont, gri kazak, lacivert pantolon ve göze vuran güneş. Sıkkın değil, öfkeli değil, iddialı, hevesli, coşkulu değil, sevinçli veya acılı değil, kılık değiştirmiş başkan olsa koltuktaki, bu kadar ümitsiz bakabilirdi güneşe doğru.


Suriye’nin devrilmişi Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Tişrin’deki sarayının önünde bir adam koltukta oturuyor. Fotoğraf: AFP / Omar Haj Kadour


Ya şu silahlı ama usanmış memurların atlı anıtı yıkma fotoğrafına benzeyen kare? [2] Arap Baharı’ndan sonra çok anıt olayı yaşandı, özellikle Black Lives Matter üzerinden. Doğruydu, iyiydi, kötüydü demiyor, siyasi olarak değerlendirmiyorum. Görselleri gözümün önünde üst üste bindiriyorum ve farklara bakarak durumu “hissetmeye” çalışıyorum. Ben bu fotoğrafı çekmiş olsam ismini Bıkkınca Devrilen Anıt koyardım. Hasbelkader atından indirilen adamın heykeli. Heykelin devrilmesinden sorumlu çavuş dışında kimsenin umurunda değil gibi alt üst oluş. Aldırışsızlığımla devirdim seni, der gibi. Fena bir sevgili. Aşksız bir aşk oyunu. Ve mecalsizlik.


Ya da şu kare.[3] Bir gariplik var gene. Sanki bir fotoğraf stüdyosunda kurulmuş bir mizansen. Arkada hazır fon. Uyanık fotoğrafçının tezgâh altında, geldiğiniz ülkeye göre çıkardığı bir sürü kopartılmış diktatör heykeli kafası var. Elinize silahı tutuşturuyor, silah her ülke için aynı ve kendisi aşağıdan daha heybetli görünmesi beklenen açıyı ayarlarken o 15 dakikanın kahramanına poza dair direktifleri veriyor: Sol ayağını biraz daha öne uzat, boynunu hafif eğ, göbeğini hafif öne çıkar. Doğruluyor ve uzanıp diktatörün kafasını düzeltiyor. Tekrar çömelip pozisyon alıyor. Şip şak, şak şip!


Tek soru şu: Fotoğrafçı neden hazır fona kitle koymamış?


*


İyi bir teorim yok, formüle edebilmiş değilim buradaki eğretiliğin fotoğraflardan kaynaklanan niteliğini. Şudur, şundandır diyemiyorum. Ancak etrafında dönebiliyorum ve bir sağdan bir soldan bakabiliyorum…


Aslında siyasi sanatın stratejileri hakkında yazacaktım, yazacağım da her şey yolunda giderse. Boris Groys’un Terör Çağında Sanatın Kaderi (The Fate of Art in the Age of Terror) yazısını okuyordum ve “günümüz savaşçısının eylemlerinin evrensel belleğe kazınması için [diktatörün heykeltıraşa ihtiyaç duyduğu gibi sözgelimi] bir sanatçıya gereksinim duymadığını, kendi işini kendisinin gördüğünü,”[4] söylediği yere takılmıştım ve oradan hareketle bir şeyler tartışacaktım. Olmadı. Araya Suriye fotoğrafları girdi. Evrensel belleğe kazınması için sanatçıları beklemeden üretilmiş kareler bu baktıklarımız da bu yazıda. Fakat şimdiden tozlular, silikler ve bezginler. Bezgin Bekir[5] koltuğunda imgesini mi geri çağırmalı? Belki. Ama çok daha kaygılı ve gergin bir Bezgin Bekir, Başkanlık Sarayı’nın önüne kurulmuş olan. Tezgâh altından heykel çıkaran fotoğrafçı da gergin, hikâyeden heykel deviriyoruz diye düşünüyormuş gibi duran eli silahlılar da. Dediğim gibi, fotoğrafların dolaşıma sokulmasının yönetilme biçimi de önemli bir konu ve Groys’un akılda kalıcı imgesiyle söylersek “günümüz savaşçısı veya teröristi bir bombayı patlatan düğmeye basmakla tam aynı anda medya makinesini çalıştıran düğmeye de basmış oluyor.”


Düğmeye basmakla deklanşöre basmak arasındaki ilişki de geliyor akla tabii. Bütün bunları Suriye’de aslında ne olduğuna dair siyasi bir analizden süzmeye kalkmak yorucu olurdu. Daha çok beni yapmaya teşvik ettiği şey, oturmak, poz vermek, kaygıyla, gerginlikle gözlerimi kısmak ve medya makinesinin bana gönderdiği fotoğraflardaki şiddetin diğer şiddetlerden farkını seçemediğimi itiraf etmemeye çalışmak.


Muhalif bir gösterici, 8 Aralık 2024 tarihinde Şam’da Suriye’nin merhum Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kırık bir büstünün üstüne basıyor Fotoğraf: AP / Hussein Malla


 

[1] Bkz. https://www.rnz.co.nz/news/world/536081/syrians-explore-ousted-assad-s-damascus-home. [2] Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Fall_of_the_Assad_regime#/media/File:Syrian_rebels_in_Aleppo,_30_November_2024.png. [3] Bkz. https://www.aljazeera.com/opinions/2024/12/8/what-the-collapse-of-the-syrian-regime-says-about-the-arab-region.

[4] Boris Groys, “The Fate of Art in the Age of Terror”, Art Writing in Crisis içinde, haz. Brad Haylock ve Megan Patty (Londra: Sternberg Press, 2021), s. 21. [5] Karikatürist Tuncay Akgün tarafından yaratılmış üşengeç bir çizgi karakter. Gözleri her zaman yarı açıktır ve genellikle koltuğunda otururken görülür.

Comentarios


Los comentarios se han desactivado.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page