top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Eksiklik kendi özünde

İsmet Doğan’ın Hiçbir Yerdeyiz sergisi Labirent Sanat’ta 11 Ocak tarihine dek devam ediyor. Küratörlüğünü Selman Akıl‘ın yaptığı ve Doğan’ın son dönemde işlerinden Eksiklik serisiyle birlikte farklı dönemlerine ait pek çok çalışmasını bir araya getirerek mekânı kayıp bir geometriye sürükleyen sergiyi değerlendirdik


YAZI: HIDIR ELİGÜZEL


İsmet Doğan, Ayna, Ayna Serisi, 2017, Pleksi ayna, dışbükey ayna, 120 x150 x 5 cm


Hiçbir Yerdeyiz galeri mekânında 2019 ve 2020 yılları arasında bir köprü inşa ediyor. İşlerinde mekân kavramını ve farklı mekân betimlemelerini yoğun şekilde kullanan İsmet Doğan’ın zamanın inşasında yer alması sadece bir tesadüf olarak okunabilir mi? Hiçbir Yerdeyiz sergisi barındırdığı çoklu anlam katmanlarının merkezinde eksiklik kavramı bulunuyor.


Peki bu eksiklik, özün kendisi olabilir mi?


Bu yazı kapsamında İsmet Doğan’ın Hiçbir Yerdeyiz sergisinin anlam katmanları; zaman-mekân kopuşunun çağdaş serüveni, temsil olgusu ve kadim soru “Biz kimiz?” ekseninde değerlendireceğim. İsmet Doğan C.A.M Galeri’de gerçekleşen Slit adlı solo sergisinde (04.10.2018-18.11.2018) doğaya ait nesneleri odağına alıp sanat üretim tekniklerine müdahale ederek batı sanat geleneğini yapıbozuma uğratmaya çalışıyordu. Sanat yazarı Bekir Avcı, Slit sergisi hakkındaki değerlendirmesinde, “Doğan’ın Autos serisinde doğal olanın insan sınırlarının ötesinde olduğunu görüyoruz. Doğan bunu sadece [bitkilerin ve böceklerin] isimlerini değiştirerek değil, yerlerini de değiştirerek” gösterdiğini iddia ediyor. Dilin nesnenin kendisine dönük olduğu kadar esasında kullananın iktidarı için bir araç olduğunu, aynı zamanda yapısalcıların söylemlerini takip ettiğimizde de “insanın hapishanesine” dönüştüğünü okuyoruz. Fredric Jameson’ın Dil Hapishanesi bu konuda yapısalcılara ve Rus biçimciliğine eleştiri içermekle birlikte, dilin öznenin kültürel evreniyle birlikte işlevselleştiğini anımsatıyor. Dilbilim, felsefe, antropoloji, psikanaliz gibi sözün formuna ve içeriğine odaklanan alanlar elbette sanatın alımlayıcısını da devreye sokuyor. Burada alımlayıcı olarak izleyicinin estetik bakış açısını önceleyerek, yorumların çoğulluğunu ve izleyicinin faal katılımını zoraki kılan bir estetik kavrayış inşa ediliyor.



İsmet Doğan, Hiçbir Yerdeyiz sergi görüntüleri, Labirent Sanat'ın izniyle


Bu bakımdan, izleyici Doğan’ın çalışmalarında etkin konumdadır. Doğan soyut alanda kavramların anlamına ve sesine içkin dünyalarını bozarken kullandığı dille bir yandan boğuşur bir yandan da dilin imkân ve kabiliyetini zorlar. Kendisini şekillendiren ve kendisinin şekillendirdiği dille arasındaki bir mesele bu. Bu bağlamda Doğan’ın sıkça başvurduğu kavramlardan biri olan temsil kavramına eğilebiliriz. Temsil kabaca, bir kişinin veya bir grubun başka bir çoğunluğun yetki ve sorumluluklarını kendisinde barındırması, “bu çoğunluğu” belirgin özelliklerini barındırmayı ifade ediyor. Bu yetki ve sorumluluk kişiden insan topluluklarına dönük olabileceği gibi, kişilerden olgu ve/veya kavramlara dönük de olabilir. Örneğin, İsmet Doğan, Türkiye Çağdaş Sanat dünyası içinde appropriation kavramını kullanan sanatçılar grubunun temsilcisi olabildiği gibi appropriation kavramı Doğan’ın sanat üretim biçimini temsil eden bir yöntem olarak öne çıkabiliyor. Gerçek nesneleri simgeleyen çizgi ve renk, sanatçı tarafından düzenleniyor.


İsmet Doğan, Kırık Ekran, Eksiklik Serisi, 2012 - 2019, C-print, 130 x 100 cm


Temsil ontolojik durumu sorguya alıyor. Sınıflandırmak için tanımlayan, kategoriler yaratan sanat kanonunun somut, nitel varlığı ve nicel yoğunluğu öncelikle ele alınıyor. Ontoloji “Var olan nedir? Varlık nedir?” gibi sorularla ilgilenirken, sanat evrenine uygulandığında sanatın ne olduğunu, sanat eserinin nasıl bir varlık olduğunu, diğer varlıklarla nasıl bir ilişki içinde bulunduğunu sorguluyor. Bu sorular esasında sanatçının her eserinde tekrarladığı veya kendisine iletilen güncel sorular olmaya devam ediyor.


Hiçbir Yerdeyiz sergisinin küratörü Selman Akıl da eser ve ontoloji arasındaki bağı sergi için kaleme aldığı metinde öne çıkarıyor.


“İsmet Doğan’ın işlerinde genellikle logos ya da gramer olarak nesnenin içinde yer alıp, nesnelerin dağılışlarında beliren harfler bu defa mekâna yayılıp nesne bedenlerinin yapılanmalarından öncesine gidiyor ve tüm mekânı bir yerleştirme haline getiriyor.“

Doğan, Hiçbir Yerdeyiz sergisinde daha önceden beri getirdiği Eksiklik serisine yeni eserler katarak seriyi bir yandan genişletirken, aynı zamanda serinin dışında yer alan güncel çalışmalarına da yer veriyor. İzleyici Doğan’ın geniş medyum kullanımına eşlik edercesine tuvallerini, ayna kullanımlarını, yerleştirmelerini ve hazır nesnelerini kendi sanat görgüsüne uygun biçimde anlamlandırabilir. Ancak, hangi medyumu kullanırsa kullansın Doğan kimi zaman malzemenin kendisini, içeriğini, kimi zaman da zaman-mekânsal boyutlarını değiştirmiş olduğundan esasında, eserleri alışıldığı biçimlerde düşünmek zorlaşıyor. Hazır nesne olarak sandalye, sandalyenin resmi, resmin resmi ve sandalyenin “anlam” dünyasını sanatseverlerin değerlendirmelerine sunarken, Marcel Duchamp ve Joseph Kosuth gibi sanatçıların kavramsal mirasını güncelliyor. Kavramsal sanat, mevcutta olan “düşünsel” zemini daha da koyulaştırıyor.


İsmet Doğan, Dark Shadows, Sinematografi Serisi, 2012-2018, Tuval üzerine yağlı boya, 120x150 cm - İsmet Doğan, Budala, Kutu Serisi, 1995, Buluntu kitap, dışbükey ayna, kutu, 30x40x8 cm


Sergi galerinin odalı yapısından da faydalanarak Doğan’ın farklı malzeme, konu ve dönemine ilişkin oldukça fazla eserine yer veriyor. İzleyici tek tek eserlere odaklanmayıp odalardaki bağımsız temalara yoğunlaştığında hem Doğan’ın sanat anlayışına dair bütüncül bir kavrayış elde edebilecekleri hem de kendilerine yakın hissedebilecekleri “öznel” olanaklara kavuşabilir. Çünkü sanat eseri, izleyiciyle iletişimde olmadığı bir nesneyle, kavramla, kişi veya zaman-mekânla iletişime geçme imkânı sunar. En nihayetinde farkına yeniden ve yeniden varılan benliğimizle iletişime geçiliyor. Doğan’ın önemli medyumlarından biri olan ayna, sanatseverin, mevcut yerini terk etme, imgesel evrenini yenileme çabalarının aracı olarak yorumlanabilir. Aynada bozuk veya birebir örtüşük biçimde görüntüsüyle yüzleşen sanatsever, bu görüntünün gerçekliğine ve sahibi olarak kendisine yabancılaşır. Bu yabancılaşma anı, esasında sanatseverin kendisini var ettiği kadar, fiziksel olarak yok oluşa sürüklendiği anlardır. Var oluş ve yok oluş, Doğan’ın eserlerinde süreç bazında derinlik kazanıyor. Derinlik, serginin ana kavramı olan Eksiklik serisi işlerinde sıkça karşılaştığımız bir teknik olarak zaman-mekânı çoğaltıyor.


Serginin içine girdiğimizde kimi ikiliklerin bizi karşıladığını görüyoruz. Akıl’dan alıntıladığım cümleyi anımsayarak, serginin bütün olarak “tek bir yerleştirme” olmayı amaçladığı gözlemleyebiliriz. Bu durumda zaman-mekânın imkânları gündeme geliyor. Labirent Sanat’ın mekânsal olanaklarını incelediğimizde pürüzsüz bir düzlem sunduğunu; küratör, sanatçı ve izleyicinin eserler aracılığıyla bu “beyaz küpü” boyutlandırdığı hatta “boş levha” gibi yeniden ve yeniden yazdığını söyleyebiliriz. Kırılmış sandalye, parçalanmış taş, dağılmış insan, kurutulmuş çiçek “beyaz küpün” içinde kendi durumlarını aktardığı kadar kendilerinden eksilenleri; anlatımı kuran görülenler kadar görülmeyenleri de anlatıya dahil etmek için izleyiciyi zorlamaktadır.


Eksiklik ne nesnenin ne de öznenin sahip olmadıklarıyla ilgili. Eksiklik nesneye ve özneye atfedilen bütünlüğü anlamaya çalışırken nesneyi özneden, özneyi nesneden ayrı düşünmenin yarattığı parçacıl zihinde anlam buluyor. Doğan’ın Hiçbir Yerde sergisiyle sunduğu evreni anlamak için kimi kavramları, sanat ve düşün dünyasının referanslarını kullanıp bir sistem geliştirilebilir. Aynalarını kavramak için Charles Darwin’in ve Gottfried Wilhelm Leibniz’in temel aksiyomlarına; hazır nesne kullanımlarında avangard tutumları nedenleriyle Dadacılara bakılabilir. “Darwin’in büyük başarısı evrende amaç, erek, hedef, anlam ya da anlaşılabilirlik gibisinden bir şey olmadığını, bu tür bir görüntünün doğada gördüğümüz adaptasyonlara geçirdiğimiz bir ‘kılıftan’ ibaret olduğu ileri sürülür.” Leibniz ise, bilimdeki bütün yasaların birbirlerini gerekli, iç mantıksal olarak zorunlu kıldığını önere sürer. Bu bütünsel bilim kavrayışında doğa, eksiksiz fizik bilgimiz çerçevesinde belirlenebilir, öngörülebilir bir forma dönüşür. Hiçbir Yerde sergisinde izleyiciler ayna aracılığıyla yansıyan görüntülerin fiziksel dönüşümlerine tanıklık ederlerken aynadan yansıyan formun gerçekliğine dönük şüphesi üst düzeye çıkar. Bu bağlamda gerçekleştirdiği tüm gözlemler eksik belirlenimlerden başka bir şey olmayacaktır. Doğan’ın Hiçbir Yerdeyiz sergisiyle bizlere sunduğu evreni anlamak için olası kavram bağıntılarına bakmak kadar, eserleri alımlamaya çalışan izleyiciyi de anlamak gerekir. Bu bağlamda, Hiçbir Yerdeyiz sergisine giden izleyicinin kendisi sergiyi yeniden ve yeniden kuran bir özne olduğundan , sergiyi kavramak için geliştirdiği modelini tanımlayacak kadar bütünlüğüne hakim olması gerekir. Ancak Hiçbir Yerdeyiz sergisine giden izleyicinin kendi bütünlüğüne dönük hakimiyeti tam da serginin bütünlüğü içinde kavranabilir. Eksiklik bu bağlamda bir ilişki sorunsalı olarak yeniden tarif ediliyor.


İsmet Doğan, Bâ Bâ, Ataerkil Serisi, 2012 - 2019, Akrilik, çiğnenmiş et, pleksi ayna

139 x100 cm


Sergide, Doğan’ın Slit sergisinin düşünsel arka planını da anımsatacak şekilde doğal olan nesnelerin yanında doğal olmayan bir düzeneğin olduğunu da görebilir. Sanat eyleminin insanlığın doğallığının içinde değerlendirilmesi tartışmaya açık olmakla birlikte, sanat camiasının güncel ekolojisinin doğal olmadığı ortadadır. En nihayetinde sanatçı, sanat eseri ve sanatseverin olduğu evren pek çok öznenin ve olgunun dahil olduğu “genişleyen bir evren” olma yönünde ilerliyor. Bu bağlamda herhangi bir çağdaş sanat sergisinde olduğu gibi, eksikliklerden öte fazlalıkları da gündeme getirmenin zamanı yaklaşıyor.


Hiçbir yer tüm belirsizliğine, tarifsiz bırakmasına karşın coğrafi bir alanı da çağrıştırıyor. Ancak coğrafya artık, aydınlanma çağının “keşfedilmeyi bekleyen” kıtaları, adaları, egzotik coğrafyaları değildir. Coğrafya her zamankinden çok daha fazla ekolojik öğelerle ele almak durumunda. Mevcut yaşama biçiminin geldiği noktada Dünya’nın sürdürülebilirliğinin, suni devlet sınırlarının, kültürel orijinalliğinin ve safi köklerimizin birer modern aldatmaca olduğu apaçık şekilde ortadadır. Her canlı bütünleşik dünya ekosisteminin ancak bir parçasıdır. Herhangi bir canlı bir diğerinden ne daha özel ve ne de daha niteliklidir. Avrupa’nın, Amerika’nın büyük kentlerinde Asyalı, Afrikalı gettolarının büyümesinin nedeni olarak süregelen kolonyalizmi göstermek uç bir yorum olmayacaktır. Bu bakımdan dünyanın hangi yöresinde olduğun değil, “o yörenin” küresel ağdaki konumunu önem arz edecektir. Bu nedenle de Doğan’ın ve Akıl’ın “hiçbir yeri” ne bir ütopik çağrı ne de distopik bir uyarı niteliğindedir. Esasında, “hiçbir yer” olmayan bir yeri imliyor. Bu olmayan yer sergideki işlerle birlikte düşünüldüğünde “eksik” bir yerdir. Modern insanı tarif etmeye başladığımızda zaman-mekân ve ona bağlı kriterlere öncelik verildiğini görüyoruz. Ancak Doğan ve Akıl, tarifsiz bir coğrafyayı kurguladıkları “hiçbir yer” ile izleyiciye yaratabilecekleri ancak herhangi bir veri sunmadıkları bir “alan” ikram ediyorlar. Zaman-mekânın ortadan kalktığı noktada, insan, mevcut kültürel değerlerinin pek çoğundan soyutlanıyor. Böylece bilmediği coğrafyada çıplak bir canlı olarak insan, kadim soruyla baş başa kalıyor: “Kimim ben, biz kimiz ve burası neresi?”

Comentarios


bottom of page