Geçtiğimiz yıl Sultanbeyli’de açılan YUNT'un kurucusu Muratcan Sabuncu ile mekânın vizyonu ve gelecek projeleri üzerine konuştuk
Röportaj: Nazlı Pektaş

Muratcan Sabuncu
Galeriler, sanat kurumları, müzeler yalnızca yapıtların sergilendiği yerler değil aynı zamanda düşüncelerin ve deneyimlerin paylaşıldığı alanlar olduğunda izleyici etkileşime teşvik ederek onları gözlemci olmaktan çıkarıp sanatçı, mekân ve sanat yapıtı arasındaki sürece dahil eder. Sultanbeyli’de geçtiğimiz yıl açılan YUNT da bu yolda hedefleri olan yeni bir mekân. YUNT sanatla toplum arasındaki bağı güçlendirmeyi amaçlıyor ve bu yolda sergilerini bir başlangıç noktası kabul ederek kamusal programlarla daha derin diyaloglar kurmayı hedefliyor.
Merkezden uzak bir noktada konumlanarak sanat haritasına yeni bir odak ekleyen mekân, sergilerin ve etkinliklerin birbirine eklemlendiği, mekânın da bir üretim alanı olarak ele alındığı bir model öneriyor. Burada sergiler, konuşmalar, atölyeler ve farklı disiplinlerden gelen katılımcılarla şekillenen süreçler, sanatın yalnızca görülen değil, deneyimlenen bir alan olduğunu hatırlatıyor. Sanatın özerkliğini korumanın eleştirel düşünceyi canlı tutmakla mümkün olduğuna inanan YUNT, kendi kaynaklarıyla ilerlerken iş birliklerini de ifade alanını daraltmayacak şekilde değerlendirmeyi amaçlıyor. Önümüzdeki dönemde, izleyiciyi sürecin bir parçası haline getiren sergiler ve araştırma odaklı programlarla sanatın kolektif düşünceyi besleyen gücünü öne çıkarmaya çalışıyor.
YUNT'un kurucusu Muratcan Sabuncu ile bugüne kadar yaptıklarını ve gelecek projelerini konuştuk.

Sanat ile toplum arasındaki bağı güçlendirmenin yanı sıra onu performatif bir şekilde YUNT’un programına dahil etmek kuruluş amaçlarınız içinde. Geçtiğimiz yıl boyunca bu hedef doğrultusunda neler yaşandı? Bölgede yaşayanlardan, sanatçılardan, izleyicilerden ya da diğer sanat kurumlarından aldığınız geri bildirimlerden neler oldu?
YUNT’u sayısız ortak yazarı olan bir bildungsroman olarak görmek mümkün. Sergen Şehitoğlu ile YUNT’u karşılaşmaların yaşandığı, diyaloğun dışa vurulduğu, entelektüel arayışların varlık kazandığı, karşılıklı öğrenmeye açık bir mekân olarak kurgulamamız, alternatif anlatıların ortaya çıkmasına olanak sağlayacak süreçleri başlatmak istememizden ileri geliyor. Bunu yaparken başvurduğumuz temel yöntem, sergileri yeni tartışmaları tetikleyecek bir başlangıç noktası olarak belirleyip kamusal programları farklı açılımlara zemin hazırlayacak bir ilişkisellik doğrultusunda tasarlamak oldu. Böylece yanıt aradığımız soruların etrafında şekillenen sergiler, Prof. Dr. Eva Şarlak’ın yürütücülüğünü üstlendiği konuşma programlarıyla üzerinde mutabakata vardığımız yanılgısına sahip olduğumuz konuları yeniden ele almaya imkân tanıyan bir yapıyı hayata geçirmemize vesile oldu. Konuşma programlarımız kapsamında Latife Tekin’le kent, Han Tümertekin’le mimarlık pratiği, Derviş Zaim’le sinema üzerine tartışabilmiş olmak kadar çocuk atölyelerindeki deneyimlerimizi de son derece önemli buluyorum. Bu deneyimler sayesinde YUNT’un ilişki üretme anlayışı; küratörlerden sanatçılara, konuşmacılardan izleyicilere sayısız katılımcının düşünce ve eylemleriyle dahil olduğu bir birlikteliği hayata geçirdi. Ben bu birlikteliğin bizleri sürekli genişleyen bir topluluğun, dolayısıyla da devamlı yeniden yazılan bir metnin parçası kılmaya başladığını gözlemliyorum.
İstanbul’daki sanat merkezlerinden uzak bir noktada, Sultanbeyli gibi bir yerden yola çıkmayı bilinçli olarak tercih etmek güçlü bir istek. (Hem olumlu anlamda merkez periferi ayrımını kaldırmak adına, hem de yalnızlaşma tehlikesini yok sayabilmek adına) Beklentileriniz ile gerçekte yaşananlar arasında nasıl bir fark oluştu? Karşılaştığınız olumlu ve zorlayıcı deneyimler nelerdi?
Sultanbeyli’de konumlanışımızı YUNT’u varoluş imkânlarının açıklığına yerleştiren bir tavır olarak görüyorum. Söz konusu tavrın ilk görünür neticesi, İstanbul’un sanat haritasındaki genişleme oldu. Bu genişleme, elbette hâlihazırın mutlaklaşmasına karşı mümkünü araştırmaya yönelik kolektif bir düşünme pratiğini başlatma davetidir. Yaptığımız davetin haritadaki değişiklikle sınırlı kalmayıp İstanbul’daki sanat merkezlerine mesafelenişimizin yeni düşünme ve iş yapma biçimlerinin deneyimlenmesine kapı aralayabilmesini arzu ederim.
YUNT, toplumsallığı disipline etme iddiası taşıyan bir tutuma sahip değil. Burada sonuçları dikte etmektense süreçleri tasarlamanın üzerinde duruyoruz. Dolayısıyla sizinle ancak şimdiye kadar YUNT’un olanak tanıdığı etkileşimin vesile olduğu açılımlara ilişkin gözlemlerimi paylaşabilirim. YUNT’un programına bakınca düşünce akışında belli bir süreklilik, sergilerin birbirine eklemlenişinde ortaya çıkan bir devamlılık göze çarpıyor. Emre Zeytinoğlu küratörlüğünde düzenlediğimiz sergilerle şehrin sınırlarını tartışmaya açtığımız bir senenin ardından bu sene Murat Germen ve Kerem Ozan Bayraktar’ın küratörlüğünü üstlendiği sergiler vesilesiyle mekânın üretimini ele alıyoruz. Bunun sebebi hem konuların birbiriyle ilişkili olması hem de çalıştığımız kişilerle yeni projeler hayata geçirmek konusundaki isteğimiz. Geçmiş sergilerde yer alan sanatçıların küratör ya da etkinlik yürütücüsü olarak yeniden karşımıza çıkması, konuşma programlarındaki isimlerle başta yayın olmak üzere yeni projeler konuşmaya başlamamız bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
Serbestlik Dereceleri, Sergiden görünüm
Genç sanatçıları ve farklı sanat pratiklerini destekliyorsunuz. Peki onlar için nasıl bir çalışma alanı yaratıyorsunuz? Burası, sanat üretimini teşvik eden nasıl bir ekosisteme sahip?
YUNT, bir araya gelme ve ilişkilenme olanaklarının denenmesinin dünyaya bakışta yeni duyarlılıklar geliştirme potansiyelinin farkındalığıyla hareket eden bir etkileşim alanı. Bu yüzden, söz konusu potansiyeli açığa çıkaracak koşulları yaratmaya çalışıyor. Bu koşullar, sergilerin planlanma aşamasındaki fikir alışverişlerinden grafik tasarımdaki hassasiyetlere, kurulum ve dokümantasyondan sergilerin çok katmanlılığının metinler ve etkinliklerle ortaya koyulmasına varıncaya kadar pek çok kriter ışığında sağlanmaya çalışılıyor. Tüm bunların sağlanması da elbette farklı uzmanlıklara başvurulmasını gerektirirken bahsettiğiniz ekosisteme katkıda bulunulmuş oluyor.
YUNT ayrıca farklı özne ve gündemlerin temsiline açık bir oluşum olarak çeşitli jenerasyon, kimlik ve pratiklerden sanatçılara alan açmayı hedefliyor. Bu bakımdan Sümeyra Bakır, Tayfun Erdoğmuş, Bedirhan Kılıç, Merve Karakoç, Kerem Özkan, Dila Pirinç, Beste Saraç, Ulya Soley ve Berkay Tuncay’ın katılımıyla gerçekleşen ve Kerem Ozan Bayraktar’ın küratörlüğünü üstlendiği Serbestlik Dereceleri sergisinin hayata geçirdiği bir aradalığı son derece değerli buluyorum. Şu an YUNT’ta görülebilen bu sergide yer alan sanatçıların hiyerarşik bir yapıya başvurulmaksızın bir araya gelişi, toplumsal ilişkilerde karşımıza çıkabilen asimetriyi yeniden düşünme ve yatay bir kapsayıcılık önerisi olarak okunabilir.
YUNT’un sergiler dışında programında neler var? Yaz sonunda bir çalıştay yaptığınızı biliyorum, devamı olacak mı? Mutfakta pişmeyi bekleyen hangi projeler var? Gündeminizde yerel ve uluslararası projeler ya da iş birlikleri var mı?
YUNT’un kurumsal yaklaşım olarak tamamlanmamışlığı benimsemesi fikri uzun süredir zihnimi meşgul ediyor. Sanat kurumlarının pratiklerini gözden geçirirken belirlenmişlik ve yerleşiklik perspektifine hapsoluşun yerine akışkan bir kurumsal kimliği benimseyişin nasıl pratiklerle desteklenebileceğini düşünüyorum. Bana göre bu tip bir ucu açıklığı ve metodolojik konargöçerliği içselleştirmek, alışkanlıkla iş yapmanın yerine imkân ufkunun genişlemesine elverişli bir zemini tesis etmemize yardımcı olabilir.
Bahsettiğim akışkan kimliğin yeni bir boyutunu YUNT’ta mayıs ayında açılacak Guido Casaretto sergisi ile gözlemleyeceğiz. Üretim süreçlerinin sergi boyunca sürecek ve izleyicinin katılımına açılacak olması vesilesiyle YUNT, içinde sanatsal üretimin gerçekleştiği ve kamusallaştığı bir mekân olarak karşımıza çıkacak. Bu sayede kendini sergileme mekânı olmakla sınırlandırmama ve çeşitli fonksiyonlar yerine getirebilme iddiasına farklı bir kapsam, kimliğine ise yeni bir esneklik kazandırmış olacak. Sergi, ikincisini düzenlemeyi planladığımız kamusal alanda sanat çalıştayındaki tartışmalar için de önemli bir kaynak teşkil edecek ve geçen seneden beri derinleştirdiğimiz tartışmalara eklemlenecek.
Eylül ayı itibarıyla ise sergiyi kolektif bir araştırma alanı olarak sunan bir yapıyı deneyimleyeceğiz. Bu deneyime küratörlük pratiklerinin geleneksel yöntemlerinin dışına taşan bir anlayış ve söz konusu anlayışın kitleselleştirilmesini olanaklı kılacak araçların etkin kullanımı eşlik edecek. Böylece mekân ve zamanın sınırlarını aşarken farklı uzmanlıkları küratoryal süreçlere dahil eden bir yaklaşım denenmiş olacak.
Mekân tasarımı ve sanatçılar ile izleyici arasındaki ilişkilerin geçirgenlik ve kolektivite temaları üzerinden kurgulanması, işlerin yapısına da yansıyor. Bu yaklaşım, izleyici ile sanatçı arasındaki ilişkiyi nasıl sorguluyor? YUNT’un mekânsal düzenlemesinin izleyici deneyimi üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu gözlemliyorsunuz?
YUNT’un içine yerleştiği mekân, etkileşim arayışımıza cevap verecek şekilde tasarlandı. Şeffaf cephe, sergilere dahil edilen vitrin alanları ve dış mekândaki yerleştirmeler, bu arayışa cevap olarak önerdiğimiz tercihlerin başında geliyor. Bu tercihlerin YUNT’ta gerçekleşen sergi ve etkinliklerin kendisinin cepheyi oluşturduğu bir anlayışı hayata geçirdiğini düşünüyorum. Söz konusu durum, duyusal durağanlığı kıran ve gündeliğin sıkı örgüsünden sızan karşılaşmaları olanaklı kılıyor.
Fonlar ve sponsorluklar karşısında sanatı özerk bir alan olarak nasıl konumlandırıyorsunuz? Bağımsız kalırken aynı zamanda finansal sürdürülebilirliği sağlamak adına nasıl bir yol seçtiniz?
YUNT eleştirel teorinin ortaya koyduğu entelektüel mirasın farkındalığıyla hareket eden bir girişim, o yüzden eleştirel mesafeyi koruyabilmeyi önemsiyorum. Açıkçası bunu mümkün kılacak koşulları ben hep kendi ayakları üzerinde durmakla, başka bir ifadeyle Kant’ın selbständigkeit kavramının çağrıştırdıklarıyla birlikte düşündüm. Dolayısıyla, genç bir kurum olan YUNT şimdiye dek kendi kaynaklarıyla hareket etmeye yöneldi. Bu elbette YUNT’un iş birliklerine kapalı olduğu anlamını taşımıyor, tabii kendi sesiyle konuşabilmesine gölge düşürecek herhangi bir kısıtlayıcılığa maruz kalmaması koşuluyla.
Comments