Erdoğan Zümrütoğlu'nun İngiltere'de gerçekleştirdiği ilk kişisel sergisi Karanlığın Aynası, 1 Ekim - 13 Kasım tarihleri arasında Londra'da yer alan JD Malat Gallery'de görülebiliyor. Sanatçının son bir yıl içerisindeki üretimlerini bir araya getiren ve başlığını Joseph Conrad’ın post-kolonyel romanı Karanlığın Yüreği'nden alan sergi için sanat tarihçi ve eleştirmen David Bellingham'ın yazdığı metni, Ahmet Ergenç'in çevirisiyle yayınlıyoruz
Erdoğan Zümrütoğlu, Edogram, Triptik
Erdoğan Zümrütoğlu (d. 1970) 1990’ların başlarındaki ilk çalışmalarından bu yana Türkiye’nin öndegelen yeni sanatçılarından biri oldu. Çarpıcı bir şekilde renkli ve genellikle büyük ebatlı olan kanvasları (ki bunlar Hollanda ve Belçika resmi üzerine yaptığı araştırmalardan esinlenmiştir) hem kendi ülkesinde hem de Fransa ve Almanya’da galericiler ve koleksiyonerlerin ilgisini çekmeyi başardı. Londra’nın Mayfair galeriler bölgesinde düzenlenen bu sergi, kendini her zaman Batı edebiyatı ve felsefesinin geleneklerinden beslenen küresel bir sanatçı olarak görmüş bir ressamın çalışmalarının yeni izleyiciler tarafından deneyimlenmesi için heyecan verici bir fırsat sunuyor.
Z.’nin şimdiye kadarki işleri hep insan varoluşunun karanlık yönleriyle uğraşan Romantik ve Modernist yazarlardan esinlendi. Heinrich von Kleist (1777-1811) bu yazarlardan biri. Z.’nin kendisi gibi huzursuz bir ruh olan von Kleist, Paris ve İşviçre’ye gitmiş ve nihayetinde Berlin’e dönüp, trajik bir şekilde 34 yaşında kendini ve ölümcül derecede hasta olan partnerini vurmuştu. Bir röportajda Z. yazarın mezarının başında, yoğun yağmur altında oturduğunu, paket paket sigara içtiğini ve von Klesit’ın yazılarını okuduğu üç hafta boyunca resim yapamadığını anlatıyor. Bu sürecin sonunda Für Heinrich von Kleist (2011) adlı üç kaydadeğer resim ortaya çıkmıştı. Mevcut sergisindeki işler dahil bütün işlerinde olduğu gibi, bu resimlere adını veren figür de bakan kişiye kendini hemen sunmuyor: Resimlere bakan kişi ağır ağır ve sabırlı bir şekilde görüntüye baktığında ve nihayetinde Z.’nin çok katmanlı kanvasının içine çekildiğinde, bu yoğun temasın ödülünü alıyor ve söz konusu figür intiharın gerçekleştiği gölün sisleri içinden ağır ağır ortaya çıkıyor. Tüyler ürpertici ama son derece dokunaklı bir tecrübe bu: Z.’nin dinamik, genelde de şiddetli olan kanvasları hassas bünyeleri zorlayabilir.
Erdoğan Zümrütoğlu, Untitled, 2016, Tuval üzerine yağlıboya, 200 x 150 cm
Z.’nin çalışmalarında bir diğer önemli esin kaynağı da Fransız sürrealist oyun yazarı Antonin Artaud (1896-1948). Artaud’nun “Vahşet Tiyatrosu”, seyircileri sarsmayı ve insan doğasının “aşağılık” yönünü açığa çıkarmayı hedefleyen bir “ilkel seremonik deneyime” dahil etme stratejisi içeriyordu. Z. de benzer bir stratejiyi resimlerinde kullanarak bu etkiyi yaratıyor. Von Kleist ve Artaud’nun tiyatrosundaki Aristotelesçi katarsis anları gibi (bu anlarda von Kleist kasti linguistik hatalar yapıyor ve Artaud da sürrealist sarsıntılarını yaratıyordu), Z.’nin resim yapma sürecinde de kendi bilinçdışının ekspresyonist bir biçimde açığa çıkarıldığını görüyoruz. Bir röportajda Z. kendisinin ve sanatçı arkadaşlarının genellikle kendi edebiyat ve müzik deneyimleri aracılığıyla “hayatın karanlık hakikatinin ne olduğunu” keşfettiklerini ve bunu “omuzlarında taşıyıp sanatları aracılığıyla insanlara iletmek” gibi feci bir yüke sahip olduklarını anlatıyor, zarif bir biçimde. Z. ayrıca çocukken İzmir’deki bir müzede gördüğü Yunan Hermes heykelinden çok etkilendiğini ve insanlığa ilahi mesajlar ileten bu tanrı figüründe o zamandan beri kendi kimliğinin bir yansımasını bulduğunu söylüyor.
Z.’ye göre, izleyicilerin ilk tepkisi göz ve beyinde değil, “karın boşluğunda” gerçekleşmelidir. Fakat birçok büyük sanatçı gibi Z.’nin resimlerinin de daha rasyonel bir tarafı var. İlk Berlin sergisi (Türkiye dışındaki ilk sergisi) Öteki’nin Grameri’nde (2011) Z. Branderburg Kapısı’nı resmetmiş ve tanıdık “turistik imge”nin renklerini tersine çevirerek yapıbozumcu bir ikili karşıtlık yaratmıştı: Böylece saf beyaz klasik kapının pozitif çağrışımı kararmış ve izleyenlere bu kapının kucaklayıcı bir geçiş noktası olduğu kadar tarihsel açıdan uğursuz bir bariyer de olduğu hatırlatılmıştı.
Erdoğan Zümrütoğlu, The Loligarch, 2018, Tuval üzerine yağlıboya, 215 x 160 cm
Z.’nin İngiltere’deki bu ilk sergisinin adı, Karanlığın Aynası insan davranışlarının zıt ve ikili doğasını ele alan bazı Romantik ve Modernist edebiyat örneklerine verdiği yanıtların bir diğer örneği olarak görülebilir. Zira serginin başlığı Joseph Conrad’ın post-kolonyel romanı Karanlığın Yüreği’ne dayanıyor. Bu başlık, Conrad’ın yabancı bir ülkede, Kongo’da, “vahşi” olarak algılanan yerlilerin arasında yaşayan “uygar” insanların ikiyüzlü vahşi davranışlarına dair edebi incelemesine görsel bir ayna tutan bu resimlere nasıl bakacağımıza dair şiirsel bir anahtar da sunuyor. Yeni resimlerin (hepsi 2018’de yapılmış) bir araya geldiği bu önemli sergi, Londra’daki izleyicilerin Z.’nin neden Türkiye’den Berlin’e kadar büyük bir coşkuyla karşılandığını anlama fırsatı sunacak. Z.’nin tarihsel ve mitolojik hikaye anlatımına olan ilgisi bilhassa Egodram (Joseph Conrad’a Saygı) gibi triptiklerde hissediliyor. Neredeyse beş metre genişliğindeki bu resim JD Malat Galeri’nin zarif beyaz-küp ortamında devasa bir dışavurumcu güce sahip. İzleyenleri ilk çarpan şey (belki de sanatçının söyleyeceği gibi izleyenlerin “karın boşluğuna” çarpan şey) bu resimdeki renk dinamizmi ve son derece dışavurumcu olan “resim ustalığı” oluyor.
İç organlarda hissedilen ilk şoktan sonra izleyiciler kaostan çıkan formların yavaş yavaş farkına varıyor: Orta panelde gördüğümüz şey kanlı yaralarla kaplı beyaz bir at mı? Atın binicisi, sanki güncel bir Guernica versiyonundaymışçasına kollarını açmış, arka plandaki mavi gökyüzü ve beyaz bulutlar eşliğinde attan mı düşüyor? Dış panellerden, sanki patlayan bir bombadan kaçarmış gibi daha da fazla insan sökün ediyor ve son panelde dev bir ayak izleyenlerin görüş alanına düşüyor. Daha da yakından bakınca, Z.’nin ustası olduğu duyumsal olarak baştan çıkarıcı ve çok belirgin fırça darbeleri, bir algı organı olarak göze adeta ziyafet çekiyor. Conrad’ın romanının temalarını yansıtan bu resim insanlığın en iyi ve en feci yönlerinin teatral bir kutlanışıdır ve bu resimde, bütün diğer resimlerde olduğu gibi, bütün insani his ve duygular harekete geçirilir ve birbirine karışır. İzleyenler işte bu noktada sanatçının sinestezisini hatırlamış oluyor.
Erdoğan Zümrütoğlu, Abra Cadaver, 2018, Tuval üzerine yağlıboya, 215 x 160 cm
Farklı resim boyutları önemli zira Z. bunları üretim esnasında kendi görece duygusal dışavurumunun işaretleri olarak gördüğünü söylüyor. Z. resimleri için taslak çizimler yapmıyor ve Frans Hals’tan Francis Bacon’a kadar sanatçıların yaptığı gibi, fikirleri kanvas üzerinde boyayla, kendiliğinden geliştirmeyi tercih ediyor. “Ben taslak çizim yapmak yerine kitap okuyor ve diğer sanatçıların işlerine bakıyorum: Nasıl bir resim yapacağıma dair önceden hiçbir fikrim olmuyor ve konuyu ancak resim yaparken keşfediyorum… resim yaparken aklıma bir isim gelirse resmin ismi ortaya çıkıyor… gelmezse resmin adı ‘adlandırılmayan’ oluyor.” Sergide iki çok parçalı iş daha var ama bu işlerde kanvaslar, mitlerin/hikayelerin epizodik ve bazen de parçalı olduğunu ama parçaların kendi içinde bir anlama sahip olup birleştirildiklerinde daha da büyük bir anlama büründüklerini hatırlatmak ister gibi ayrı ayrı asılmış. Karanlığın Yüreğine Üçlü Sızma (potansiyel bir triptik) ve zekice bir isme sahip olan Abra Kadavra (iki triptik ya da belki de tek bir hekstik) bu sergideki birçok diğer resim gibi, fiziksel olarak parçalanmayı, insan karakterinin farklı yönlerine ayrışmayı (Karanlığın Yüreğine Üçlü Sızma) ya da büyülü bir şekilde iskelet kalıntılarına dönüşmeyi (Abra Kadavra) akla getiren yapıbozuma uğramış bir dizi portreden ibaret. Bu resimler de stil ve boyut açısından Egodram’ı andırıyor ve benzer şekilde devasa duygu taşmalarının sonucu gibi görünüyorlar. Farklı eleştirmenler Z.’nin stilinde farklı etkiler gördüler. Z. Baselitz ve Kiefer’e özel bir ilgisi olduğunu söylüyor. Bendenize ise, muhtemelen biraz İngilizlere eğilimli olduğum için, tıpkı Z. gibi akışkan ve soyut fırça darbeleriyle yapıbozuma uğramış portreler yaratan Frank Auerbach ve Glenn Brown’un duyulara hitap eden fırça dokunuşlarını hatırlatıyor Z.’nin stili.
Erdoğan Zümrütoğlu, Death Cantabile, 2018, Tuval üzerine yağlıboya, 260 x 330 cm
Z.’nin stilinin bir diğer yönü Ölüm Kantatı’nda görülebilir: Rönesans perspektifine dayalı dikkatli zemin kurgusu, beyaz duvarlar, turuncu tavan ve arka plandaki gökyüzü ile birlikte düzenli ama yine de baş döndürücü bir derinlik hissi yaratıyor bu devasa resimde. Sürreal, neredeyse Dalivari insan figürü tamamen yapıbozuma uğraştılmış, yatay olarak sol-sağ yönünde, sağ taraftaki çerçevenin karanlığına doğru ilerliyor: bu da öznenin patlayarak ölümüne işaret ediyor. Geçmişte de Z. kaotik özneye tezat bir düzen hissi katmak için böyle perspektifleri ve grid’leri sık sık kullanmıştı: Bazıları burada biraz Francis Bacon etkisi görüyor. Erdoğan Zümrütoğlu gibi hızla önem kazanan sanatçıların eserlerini değerlendirirken karşılaştırmalar yapmak (sinir bozucu olabilse de) doğal bir şey ama zaten Karanlığın Aynası’nı ziyaret eden herkes Zümrütoğlu’nun zaten onu etkileyen sanatçı ve yazarlarla birlikte karşımızda durduğunu görecektir.
Londra’nın yeni sanat yılının başlangıcını kutlamak için harika bir gösteri bu, bir havaifişek gösterisi gibi.
Erdoğan Zümrütoğlu, Charon's Gaze, 2018, Tuval üzerine yağlıboya, 260 x 330 cm
Çeviri: Ahmet Ergenç
Commentaires