top of page

Eski evdeki son gün

Yazarın fotoğrafı: Nazlı PektaşNazlı Pektaş

Özge Enginöz ve Gözde Mulla’nın üretimlerini Gamze Öztürk'ün küratörlüğünde bir araya getiren Dünyaya Uzanmak sergisi 14 Mart'a kadar Kasa Galeri’de devam ediyor. Serginin sunduğu düşünce atlasında "ev"in yolunu arıyoruz


Yazı: Nazlı Pektaş


Gözde Mulla, Gece Serisi Az Sesli, 2020


Kasa Galeri’de, küratörlüğünü Gamze Öztürk’ün üstlendiği Dünyaya Uzanmak sergisi, 14 Mart’a dek sürüyor. Özge Enginöz ve Gözde Mulla, evi hem imge hem de metafor olarak ele alırken bir yandan da hatırlamak ile unutmak, bulmak ile kaybetmek arasında "ev"i zarlarından ayırıyor; bir evden ayrılmanın, bir evi tekrar kurmanın ve hiç kurulamamış evlerin izini sürmenin peşine düşerek… Coğrafyalar ve odalar arasında yeni eşiklerden geçmemizi bekleyen bir sergi bu.


Sergiyi gezerken Zarina Hashmi’nin Letters from Home serisini aklıma düştü. Zarina’nın, kâğıda düşen kelimeleri bazen bir evin haritasına dönüşüyor, bazen de hatıraların sınırlarını çiziyordu. Bu sergide ise evlerin izleri ya da evlerdeki izler, yanıklarla, kumaşlarla, boşluklarla, sessiz elektrik anahtarlarıyla çoğalıyor. Geçmişin haritaları kayıyor, yeni eşikler açılıyor. Bazen bir duvarın yüzeyinde, bazen bir gölgenin içinde yankılanıyor. Tıpkı Zarina’nın harfleri arasında yankılandığı gibi…


Özge Enginöz, Uykuda, 2024
Özge Enginöz, Uykuda, 2024

Zarina Hashmi’nin Letters from Home adlı serisini ilk gördüğümde bir evin ev olmaktan çıkıp hatıraların dolaştığı coğrafyaya dönüştüğünü düşünmüştüm. Mektupların üzerine kazınmış ev planları, haritalar, kırık çizgiler; yalnızca bir işaret değil geçmişle kurulan inatçı bağın imgeleriydi sanki. Dahası Zarina’nın bu işi, sadece bireyin özlemine değil, göç hikâyesine, kayıplara ve parçalarına ayrılmış bir dünyaya aitti. Sanatçının kız kardeşi Rani Hashmi’nin Urduca yazdığı mektuplar, bu serinin temelini oluşturuyordu. Zarina, 1958’de eşiyle birlikte Hindistan’dan ayrıldığından beri farklı şehirler ve ülkeler arasında yaşamış. Aynı dönemde ailesi, Hindistan ve Pakistan’ın bölünmesi nedeniyle göç etmek zorunda kalmış ve aile evlerini kaybetmiş. Delhi’den Karaçi’ye taşınan ailesinden kız kardeşi hâlâ orada yaşıyor.¹ Bu sürekli hareket hâli, Zarina’nın sanatında ev ve yuva kavramlarını vazgeçilmez bir yere koyar. Kendisi de bunu, “Ev, evrenimin merkezidir; nerede olursam olayım bir ev yaparım.” ² diyerek ifade ediyor zaten. Zarina, evleri, kat planlarını ve rotaları mektupların üzerine basmış ve böylece kendi hayatını hem evrensel bir belge hem de kişisel deneyimlerin bir kaydı olarak sunuyor. Her baskıda, yalnızca kelimeler değil, o kelimelerin taşıdığı zaman, hafıza, özlem ve yabancılık hissi de var. Hindistan’dan ayrıldıktan sonra evine duyduğu özlem, kağıtların dokusunda, harita çizgilerinin belirsizliğinde hissediliyor. Göç, aidiyet, kayıp ve bellek… Kelimeler ve çizgiler birbirlerine düğümleniyor. Yer yer özleme varan ama ardında nice bireysel ve toplumsal sorun ve soru çoğaltan/taşıyan bir kök. Belki de kök beden!


Ev dediğimiz şey gerçekten ne? Dünyaya Uzanmak sergisi, evin sabit ve güvenli bir sığınak olduğu yanılgısını bozan bir anlatı sunuyor. Ne Zarina’nın evi gibi hem uzakta hem içinde ne de kuşun bedeninin izi olacak kadar kendilik taşıyor. Usanmadan hatırladığımız nefes izleri gibi... Eski evdeki son günü usanmadan hatırlatan.

Dünyaya Uzanmak sergisine yaklaşmadan önce, içimize üşüşen evi anlamak için, bu yazıda sık sık alıntılayacağım Gaston Bachelard'ın Mekânın Poetikası’nda Fransız tarihçi ve yazar Jules Michelet’den yaptığı alıntıyı aktarmak isterim:


“Kuş der Michelet, 'Hiçbir gereci olmayan bir işçidir. -Ne sincabın eline ne de kunduzun dişine sahiptir.- Kullandığı tek gerçek alet kendi kuş bedenidir; malzemeleri bastırıp sıkıştıran, onları bütünüyle uysallaştıran, birbirine karıştıran, genel yapıta baş eğdiren kendi göğsüdür hep.'³  Michelet şöyle sürdürür: 'Ev kişinin kendisidir, kişinin biçimi ve dolayımsız çabasıdır; çektiği acıdır, diyebilirim. Bu sonuç yalnızca göğsün usanmadan tekrar ve tekrar bastırmasıyla elde edilir. O ot saplarının her biri, o kıvrımı edinmek ve sürdürmek için, binlerce ve binlerce kez onun göğsüyle, yüreğiyle, kuşkusuz soluğu kesilerek, belki de yürek çarpıntısıyla itilip sıkıştırılmıştır.” ⁴


Ev dediğimiz şey gerçekten ne? Dünyaya Uzanmak sergisi, evin sabit ve güvenli bir sığınak olduğu yanılgısını bozan bir anlatı sunuyor. Ne Zarina’nın evi gibi hem uzakta hem içinde, ne de kuşun bedeninin izi olacak kadar kendilik taşıyor. Usanmadan hatırladığımız nefes izleri gibi. Eski evdeki son günü usanmadan hatırlatan.


Solda: Gözde Mulla, Dışarıda Bir Yerde, 2025

Sağda: Gözde Mulla, İçeride Bir Yerde, 2021-2022


Dünyaya Uzanmak


Ev burada bir sınır değil; kaygan bir zemin, çözülmekte olan bir hafıza, sürekli yeniden inşa edilen bir kimlik mekânı. Durmadan evin yüzeyi bozuluyor, duvarlar çatlıyor ve içinden "an"lar  sızıyor sonra yine içeriye çekiliyor.


Hafıza, bir evin duvarlarında yankılanan çoklu zamanları çağırıyor Kasa’daki odalarda. Geçmiş ile şimdi arasında belirsiz bir sınır çizen bir ses gibi. Gözde Mulla’nın Dışarıda Bir Yerde isimli çalışması, işte bu sızıntıyı görünür kılıyor. Kumaş üzerindeki izler, mekânın yalnızca fiziksel bir varlık olmadığını; onun aynı zamanda bir anlatı, bir direniş alanı olduğunu hatırlatıyor. Gözde’nin çizgileri bir yerin haritasını mı, yoksa hatırlamanın kaçınılmaz bulanıklığını mı gösteriyor, belirsiz.


Ev, yalnızca bir barınak değil; bir güç mekaniği, bir hafıza tuzağı, bir geçiş metaforu. Dünyaya Uzanmak sergisi, bu çoklu anlamın içinde, evin katmanlarını yeniden dokuyor... Bu sergi, evin yüzeyini bozarak bozuntuya yerleştirilmiş hatıraları konuşmaya, çoğunlukla yüzleşmeye davet ediyor.

Gözde Mulla, Benim Hatırladığımsa Sadece Sessizlik, 2025


Sergi broşüründe de alıntılanan Vitruvius, Türkçeye Mimarlık Üzerine On Kitap olarak çevrilen De Architectura adlı eserinde mimariyi bir düzen ve geometri pratiği olarak tanımlar. Özellikle oranlar ve düzen üzerine yapılan açıklamalarda⁵ Gözde’nin tüm sergide yer alan işleri bu düzeni bozuyor. Ev, burada bir disiplin/yönlendirme alanı olmaktan çıkıyor; geçmişin ve şimdinin birbirine karıştığı, çözülme ile yeniden inşanın iç içe geçtiği bir alan hâline geliyor. Ev, bazen yalnızca dört duvar değil; bazen bir yankı, bazen bir kırılma, bazen de geçmişten fısıldayan bir ses, gıcırdayan bir yatak, çarpan bir kapı, yahut bir saat…  Gözde Mulla’nın, Dışarıda Bir Yerde, İçeride Bir Yerde, Düşsel Bir Aralıkta, resimleri çizginin imge olduğu o küçük anda hatırlamak ile unutmak arasında bir yerde evi gösteriyor içindeki boşluğa sahip çıkarak. Yine Gözde’nin Benim Hatırladığımsa Sadece Sessizlik, isimli alçıdan elektrik anahtarları, gündelik hayatın en görünmez parçalarından biriyken yerleştikleri duvarda işlevsiz hâlleriyle epey talepkâr duruyorlar. Açıp kapayacak bir şey yok. Ev dediğimiz mekân, konforun değil, kırılganlığın alanına dönüşmüş. Her iz, bir kopuşun ve aynı zamanda bir başlangıcın işareti.


Dünyaya Uzanmak sergisi, saklanmış bir gerilimi açığa çıkarıyor gibi. Gamze Öztürk’ün küratörlüğünde, sergi mekânı hem bir sahne hem de bir eşik olarak şekilleniyor. Birbiriyle bağlanan odalar, bir hikâyenin bölümlerini anlatır gibi kurgulanmış; her oda, bir hafızanın yeniden inşa sürecine işaret ediyor lakin bu süreç asla tamamlanmıyor.


Dünyaya Uzanmak sergisinden yerleştirme fotoğrafları, Fotoğraf: Fatih Yılmaz


Nostalji değil, direnç


Sergide gördüklerimiz unutmamakla ilgili. Çoğu zaman hafızanın çökme anına tutunma eğilimi ile ilgili diyebileceğim nostalji ile asla bağlayamam zira bu sergi nostaljiyi reddediyor açıkça. Çünkü nostalji bir kapanışsa, buradaki işler açılmayı, yayılmayı ve bozulmayı seçiyor. Bu sergide unutmamak, bir direnç eylemine dönüşüyor. Yanık izleri, yarıklar, sesler, bozulmalar, hatırlamanın yumrularını açığa çıkarıyor. 


Sözü yine Bachelard’a vermek isterim. Ne diyordu mekânlar hakkında: “Geçmişin tiyatrosu olan hafızamızın dekoru, kişileri baskın rollerinde tutar. İnsan bazen kendini zaman içinde tanıdığını sanır, oysa tanıdığını sandığı şey varlığın, geçip gitmek istemeyen varlığın, geçmişte bile yitik zamanın peşine düşse, orada da zamanın akışını 'durdurmak' isteyen varlığın istikrar bulduğu mekânlara saplanıp kalmasıdır yalnızca. Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar. Mekân buna yarar.” ⁶


Ev, yalnızca bir barınak değil; bir güç mekaniği, bir hafıza tuzağı, bir geçiş metaforu. Dünyaya Uzanmak sergisi, bu çoklu anlamın içinde, evin katmanlarını yeniden dokur. Ev dediğimiz şey, her zaman bir sınırdır: İçeriyi dışarıdan ayırır, ama aynı zamanda içeriyi içerideki ile, dışarıyı ise ötekiyle ilişkilendirir. Bu sergi, evin yüzeyini bozar ve bu bozuntuya yerleştirilmiş hatıraları konuşmaya, çoğunlukla yüzleşmeye davet eder. Zaman orada sıkıştırılmıştır.


Özge Enginöz, Ev Hareketsiz Çocuğu Kucaklar serisi, 2022, Evden Gelen Işık, 2022, Ateş Taşıyıcıları, 2024, İzler, 2021


Özge Enginöz, hasar konseptini evin içine sokarken, cansız varlıkların hatırlama/hatırlatma anlamlarını da anlatısının içine alıyor. Ev kavramının, sığınma ve korunma gibi basit işlevlerinden öte, insanın bilinç dışına ayna tutan sağlam bir metafor olduğunu düşünüyorum. Hem sanatta hem de psikanalizde. Özge Enginöz’ün işlerinde bu metafor duygusal güvensizliğin, aidiyetin ve geçmişle kurulan köprülerin yıkıntısı olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Özge, tüm bu alışıldık travmaların altını kazıyarak evin sakladığı kırılganlıkları öne çıkarıyor; gündelik yaşamda korunaklı saydığımız bu mekânın aslında kolayca hasar görebileceğini, hatta içten içe çürüyebileceğini imliyor. Böylece evin, fiziki ve ruhsal anlamda ne kadar sağlam ya da savunmasız olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz.




Solda: Özge Enginöz, Ailenin Geometrisi, “Anne”, “Baba”, “Çocuklar”, 2022, Ev, 2022  Sağda: Özge Enginöz, Rahatsızlık Veren Şeyler Üzerine seri çalışmalar, 2024, Kırılganlıklar, 2022



Özge’nin işlerinde yer alan “yanma”, “kül olma” ve “bozulma” süreçleri yalnızca maddenin yok oluşunu değil, insanın da kendi iç dünyasıyla yüzleşmesini temsil ediyor. Ev metaforu, içten içe bir erimeyi, bir türlü telafi edilemeyen hasarları ve hatta söylenemeyenleri saklayan bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Özge, alışıldık nesnelerin olağan bağlamlarından koparılarak farklı ilişkiler kurmasına olanak sağlarken, tam da bu noktada, evin bir “yuva” ya da “ufuk” olmanın çok ötesinde, bizatihi dönüşümün ve kırılganlığın sahnesi hâline geldiğini gösteriyor. Hasar ve yıkım üzerinden kurguladığı her bir parça, bize ait olanı yeniden tanımlama cesaretini de beraberinde getiriyor.


Özge Enginöz, Kav Mantarı, 2022


Küratör Gamze Öztürk’ün iki sanatçı arasında yakaladığı güçlü bağı, Kasa'nın odalarına yerleşen işlerin temasıyla da görüyoruz. Bu temas bir yandan iki ayrı sanatçının ev imgesi eşliğinde birbirlerine bağlandıkları yerleri gösteriyor bir yandan da eve saklanan türlü şey vasıtasıyla ifşa ile yüzleştiriyor. Mahremiyet denen şey zamanla yok olana dönüşüp "ifşa edilen" hâline geçiyor. Dünyaya Uzanmak da bir noktada insanın kendine uzanıp silkelenmesi demek oluveriyor.


 

¹: Aktaran: https://www.tate.org.uk/art/artworks/hashmi-letters-from-home-p80181 (Zarina Hashmi, ‘A Conversation with Zarina in New York with Geeti Sen’, in Gallery Espace 2006, p.13.)

²: Aktaran: https://www.tate.org.uk/art/artworks/hashmi-letters-from-home-p80181 (Zarina Hashmi, ‘A Conversation with Zarina in New York with Geeti Sen’, in Gallery Espace 2006, p.13.)

³: Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası, çev:ALP Tümertekin, İstanbul, İthaki Yay.,2017, s.134.

⁴: A.g..y.,s. 135.

⁵: Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap, çev. Suna Güven, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, 2015, s. 17-23.

⁶: Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası, çev:ALP Tümertekin, İstanbul, İthaki Yay.,2017, s.

Comments


All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page