top of page
Hüseyin Gökçe

Gecelerin tortusu paslı bir çiviyi sökebilir mi?

Başak Kaptan, Evrim Kavcar, Nalan Yırtmaç ve Şive Neşe Baydar’ın eserlerinden oluşan Sempatik Sistem sergisi Kevser Güler küratörlüğünde Karşı Sanat’ta izleyiciyle buluştu. Sergiyle birlikte pandemiyle gündeme gelen yeni ilişkisellikler ve birliktelikler kurabilmenin imkânları üzerinde düşünüyoruz


Yazı: Hüseyin Gökçe


Başak Kaptan, Detay, Yolcu Koltuğu, 2022


Thomas Bernhard o, her zamanki dilsel ve düşünsel kıvrımlı anlatımıyla "manzara" meselesine Düzelti romanında değinir. Kitabın protagonisti Rothaimer intihar ettikten sonra onun yazılarını gözden geçirerek düzelten en yakın arkadaşından duyarız Rothaimer'ın manzara konusundaki düşüncelerini. Başkahraman bu mefhumu ciddi bir sorun olarak ele alır. Öncelikle herkesin hemfikir olabileceği bir gerçeklikten bahseder. Bir manzara ve o manzarada bir insan gördüğümüzü belirtir. "Bu manzara bu insan her zaman başkadır, her an" diye devam eder. Buraya kadar bir sorun yoktur. Asıl bundan sonra başlar mesele: "Üstelik bizim her şeyin daima aynı kaldığını varsaymamıza karşın, bu yanlış varsayım sayesinde varoluşumuzu sürdürmeye cesaret ederiz" diye devam eder. Bernhard bu saptamayı şu bağlamda ele alır: Hakkında hüküm verilen kişiden farklı ve her zaman başkası olduğumuzu vurgulamak için. Bunu, sürekli aynı şekilde temsil edilmenin, temsil edenin iktidarını sağlamlaştırmaya yönelik bir strateji olarak yorumlayabiliriz. Ne yapılırsa yapılsın bundan kaçılamayacaktır.


Bernhard’ın manzara meselesini ele almasına benzer bir yerden daha bu mefhuma yaklaşılabilir. Her şeyin dönüştüğü, değiştiği ve farklılaştığı bir dünyada her şeyin aynı kaldığını varsaymak gibi bir düşünceye ihtiyaç duyulmasının arkasında topos olduğunu söyleyebiliriz. Neşe Özgen Manzara’ya Bakalım: Bir metod olarak topoloji adlı konuşmasında topos üzerine düşündüğümüzde bir manzarayı tarif ettiğimizin altını çizer. Yani bir yeri, durumu tarif etmeye kalktığımızda peyzaja alışkın olan zihnin bir yeri iki boyutlu bir şekilde tarif ettiğini belirtir. Onun bizim zihnimizdeki yansımaları olduğunu vurgular. Bir nevi ehlileştirilmiş ve mülkleştirilmiş zihin haritaları olarak değerlendirir. Özgen bir de khora’dan bahseder. Bu kavramın tekinsiz ve yok yere doğru gibi anlamlarının olduğunu söyler. Bir sınırdır. Korkutucu ve ürpertici bir sınır olarak belirir. Çocukluktaki anılarda yeri vardır. Bu iki kavram hayat içinde sürekli kendini belli eder. Khora'nın tekinsizliğinden kaçmak için toposa ihtiyaç duyulur. Ama bir yerden sonra topos belalı olmaya başlar. Her zaman da khora’ya kendimizi bırakarak bir hayat sürdüremeyiz. Belki de bu açmaz bir şeyler tamamen bir manzaraya dönüşmeden kaçabilecek bir yer bırakmakla gevşeyebilir ve hatta çözülebilir.


Bildiğimiz algı kalıplarının, temsil kodlarının dışında bir uzamla karşılaşmamızdan mütevellit, bazen zihinsel haritalarımızda meydana gelecek gevşemeler ve çözülmelerle tuhaflaşırız. Dahası insanlara ve nesnelere hep başkasıdır ve başka türlüdür diye baktığımızda dünya daha "acayip" ve şaşılacak bir yer haline gelebilir. Kim bilir özgürleştirici bir adım da bu sürede atılır.


Bernhard'ın manzara üzerine sarsıcı tespitleri ve Özgen'in topos ve khora karşıtlığına dair önemli saptamalarından pandemi dönemiyle ilgili önemli çıkarımlar yapılabilir. Pandemi, yüzyıllardır süregelen korkunç bir ehlileştirme ve mülkleştirme pratiğinin sonuçlarını en derin bir şekilde yaşamamıza yol açarken, bu mantığın geçersiz olabileceği ve tekinsizliğin her yeri sardığı bir ortamı solumamıza sebebiyet verdi. Yine de belli bir ekonomiye sahip olanlar ve evlerine kapanabilen azınlıktaki kitle için bu ayrıcalık, süreci daha kolay atlatabilmelerini sağladı. Mülksüzler, güvencesizler ise her şeyin daha da kötüleştiği, belirsiz hale geldiği bir dönemde "bir başkalığa" açılan uzamlar yaratmanın ne türden epistemolojik, ontolojik ve politik kazanımlara yol açabileceği ile dışarısının tekinsizliği arasındaki ikilemi tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle yaşadılar. Fakat dışarısının ne kadar dehşet içerirse içersin her durumda savulması gerektiği bir kez daha kendini hatırlattı. Zira bir yüzeyler yumağı olan dışarısı yeni uzamlar yaratabilmenin kıvrımlarına yerleşilebilmesini sağlar.


Öte yandan pandemi gibi bir felaket bildik ve tanıdık zannettiğimiz, kendimizi güvende hissettiğimiz dünyalarda çatırdamalar meydana getirirken, topos yoluyla ehlileştirdiğimiz mikro ve makro dünyaların birden tuhaf, grotesk ve çoğunlukla da tekinsiz bir hale geldiğini deneyimledik. Tanıdık olandaki tuhaflık ile tekinsiz arasında bir aralıkta konumlandık. Virüs kaparız diye bir kapı koluna dokunmanın, birisiyle yakın temas kurmanın, mekânlarda belli bir mesafeyi korumanın endişesini ve korkusunu yaşadık. Diğer bir deyişle her şeyin aynı kalmadığı daha da berbat olduğu bir dönemde var oluşumuzu sürdürme cesareti gösterdik.


Bu bakış açılarından Karşı Sanat Çalışmaları'nda Şive Neşe Baydar, Evrim Kavcar, Nalan Yırtmaç ve Başak Kaptan'ın eserlerinin Kevser Güler küratörlüğünde bir araya geldiği Sempatik Sistem adlı sergiye uzanılabilir. Pandemi dönemiyle kurulan zorunlu ilişkiden yeni ilişkisellikler ve birliktelikler kurulabilmenin imkânı üzerinde de durulabilir. Orada, bedenin stres ve korku anlarında verebildiği tepkilerle yaşamda kalmasının toplumsal olarak bir karşılığı olup olamayacağı sorunsallaştırılıyor. Tam da böyle kriz anlarında “var oluşu sürdürme cesaretini” birlikte verebilmenin ihtimalini arıyor. Şive Neşe Baydar bu yıkıma; geceleri ve mekânı deneyimlemenin imkânsızlığı üzerinden yaklaşıyor. Başak Kaptan toplumsal hafızanın nostaljiye dönüşmeden şimdide kendini yeniden nasıl açığa vurabileceğini irdelerken, Evrim Kavcar ruh defterlerinde grotesk olanın ihlalini olabildiğince yokluyor. Nalan Yırtmaç ise hayatın estetize edilmesinin kendisinin büyük bir felaket barındırdığını böylece her şeyin tehdit altında olduğunu fakat bitki ve hayvanın tüm olumsuzluklara rağmen cesaretini tuvaline taşıyor. Bu anlamda Sempatik Sistem dünyanın geldiği kıyından seslenirken sesi sese eklemenin uğultusuna kapılmayı öneriyor.


Şive Neşe Baydar, Gece Serisi Vapurdan, 2022


Şive Neşe Baydar, pandemi döneminde ürettiği Gece Serisi eserlerinde; İstanbul, balkon, liman, merdiven gibi mekânlar üzerinden mekânı huzurlu bir şekilde deneyimlemenin imkânsızlığını gece gibi sükûnette - hemen vurgulamakta fayda var. Gecenin kendine ait bir sükûneti yoktur. Karanlığın, yalnızlığın ve sessizliğin bizde uyandırdığı algı vardır- dahi ne kadar zor hale gelebileceğini mekânları bulanıklaştırarak aktarıyor. Daha önceleri ılık bir esintinin ve sessizliğin ardından kendini gece diye sunan zaman aralığının pandemide görünmez bir hale geldiğini gösteriyor. İstanbul'un gece silüetinden, vapurlardan, limandan uzak kalmanın hüznü ve özlemiyle bulanıklaşan imgelerde kendini açığa vuruyor. Fenomenolojik olarak ılık bir esinti ve sessizlik yerini imgesel bir gürültüye ve belirsizliğe bırakırken, artık tam olarak neresiyle uzamsal bir ilişkilenmeye girdiğimizi tam olarak seçememekteyiz. İfade ettiğim gibi bu da gecenin tamamen görünmez hale geldiğinin kanıtı gibidir. İlerde gecelerin tadını, hazzını ve neşesini yaşayabilmek için Bilge Karasu'nun parçalı bir yazınla 70'li yılların karanlık gecelerini ele aldığı Gecesi'nden, Latife Tekin'in yine parçalı bir şekilde yazdığı Gece Dersleri’ne uzanabilmek gerekiyor. Bu derslerin politik karanlığı yarabilecek aynı zamanda 70’li yılların politik praksisine yönelik eleştirileri de hiç çekinmeden yapan feminist tahayyül ve eylemliliğe sahip olduğunu hatırlatalım.


Evrim Kavcar, Ruh Defteri, 2020-22


Geceler Şive Neşe Baydar'ın fırça darbelerinde böyle bir görünüşe sahipken, Evrim Kavcar belki de bu gecelerin birinde ruh defterlerine grotesk olanın ihlalini yaşayıp o defterlere sınır durumlarının yansımalarını çiziyor olabilir. Dahası kille "acayip" nesneler ve görünümler yapıyordur. Psikotik durumlar, açmazlar, dibe vuruşlar, sıçrayışlar, suskunluklar, zihinsel karmaşalar, kahkaha ve iğrenme iç içe geçebiliyor. Birbiriyle belli bir uyum sağlamayan ve çoğunlukla alakası olmayan materyaller bir araya gelerek yeni bir karışım elde edebiliyor. Zaten grotesk’te belli bir uyum yakalamak da saçmalık olurdu. “Birbiriyle alakası olmayan nesneler, nasıl olur da bir araya gelebiliyor?” sorusu insanın peşini bırakmıyor. Bu soruyla da daha da kendini açığa çıkaran hayret karşılaşılan nesneye bir yakınlık ve sempati duyulmasını sağlarken bir taraftan da az da olsa iğrenmeye neden olabiliyor. Gövdesinin yarısı kopmuş bir yılan bedeninde bir eksilme meydana gelmesine karşın dilini dışarı çıkarabiliyor. İlaç kutularındaki haplar bu esnada yılanın altında kendine yer bulabiliyor. Bir köpek bağlığı, yunus veya balina çamura dalmış veya batmış bir şekilde görülüyor. Bilemiyorum Kavcar, Rodin’in Düşünen Adam heykelinden esinlenerek mi yola çıktı ama onu andıran bir yapıya sahip kilden küçük bir heykelde biri bacak bacak üstüne atmış bir şekilde duruyor. Bir ayağının toynaklı olduğu fark edilirken sırtından bir kediye benzer bir hayvanla düşüne duruyor. Aslında her şeyin bir tekinsizlik barındırdığı ve tanıdık olandaki tuhaflığı sıklıkla yaşadığımız bir dönemde, grotesk olandaki tuhaflığın ortaya çıkaracağı ihlallerin iyi geleceğini düşünmekteyim.


Evrim Kavcar, Asabiye Ziyaretleri, 2022


Nalan Yırtmaç dışarıdaki dünyanın nasıl bir halde olduğunu ele alıyor. Pastel tonlara özellikle yer verirken koyu ve karanlık renklerden kaçtığı gözlemleniyor. Felaketi ilk bakışta daha doğru bir şekilde temsil edeceğini düşündüğümüz siyah ve gri gibi renkler yerine bu renkleri seçmesi, asıl felaketin yaşamın bir manzaraya dönüştürülerek estetik hale gelmesinin işareti olarak yorumlanabilir. Böyle bir aurada kendini gizleyen ve yer yer açığa vuran felaketin yanı başımızda devam eden bir sürekliliğe doğru yol aldığını hatırlatıyor. Bir yer inşa etmek için kesmeye kıyılmayan bir ağacı dallarını dışarda tutmayı becererek o yeri inşa etme düşüncesi son zamanların şiddet içeren en "yaratıcı" buluşlarından biriyken sanatçı bu dâhiyane buluşu tuvaline aktarmayı ihmal etmiyor. Yırtmaç’ın yer verdiği eserlerde dünyanın estetize edilmesinden dolayı hiçbir şeyin rahat ve huzurlu olmadığı anlaşılıyor. Hiçbir hayvan, bitki, canlı ve cansız güvende değil, aksine yaşamda kalma mücadelesi içinde. Nalan Yırtmaç’ın politik ve estetik kavrayışı tamamen bir sondan bahsetmiyor. Bütün bu felaketlere rağmen kıyıya vurmuş balinalar tekrar yaşama dönmek için denize doğru yönelmekteler. Nehrin karşı tarafına geçmek için bir sırtlana benzeyen bir hayvan tüm uzuvlarıyla suyun üzerinden atlamaya çalışıyor. Böyle bir hayvanın cesareti, paslı bir mıh gibi tutunduğumuz uzamlardan kurtulmayı sağlayacak bir sıçrayış olarak değerlendirilebilir.

Nalan Yırtmaç, İsimsiz, 2022


Yıkım ve felaket zamanlarında insanların birliktelikler kurarak bunları aşabilmesinin yolunun kolektif hafızada saklı olabileceğine Başak Kaptan, Yolcu Koltuğu işiyle karşılık veriyor. Bunu 1934 Sovyetler Birliği yapımı Türkiye’nin Kalbi Ankara adlı siyah beyaz belgesel filmden seçilmiş karelerin orta format film üzerine yeniden kurgulayarak yapıyor. Cumhuriyetin 10. yılını kutlamalarını konu alan film I. Dünya Savaşı daha sonra Kurtuluş Savaşı gibi iki büyük yıkımdan çıkan genç cumhuriyetin kısa sürede yeniden ayağa kalkmasını çeşitli görüntülerle aktarıyor. Kaptan, toplumsal hafızanın bir nostaljiye dönüşmeden şimdide potansiyel hale gelebilmesinin önemini vurguluyor.


Sempatik Sistem, pandemi gibi büyük çaplı bir yıkımı psikolojik, biyolojik, toplumsal, kültürel, ekonomik ve sınıfsal olarak farklı bir şekilde deneyimlediğimiz gerçeğini belirtirken, tarihin keskin ve kırılma anlarında bir başkalığa doğru örgütlenmenin ne türden kazanımları olabileceği üzerinde duruyor. Ama tarihten bilindiği ve oradan yola çıkılarak fark edildiği üzere bu tür krizler ve felaketlerde bir şeyleri değiştirmek ve dönüştürmek şöyle dursun, her şeyin daha da berbat olabildiğini biliyoruz. Ama Tarihin Meleği’nin ne türden yıkımlara yol açabileceğini bilen, bundan dolayı huzursuz, tedirgin ve oldukça karamsar bir yapıya sahip olan Walter Benjamin ikaz düdüğünü çalabilecek ve imdat frenini çekecek devrimci bir anın da olduğunu, kötümserliği örgütleyerek işte o anın ütopyasına olan inancını korur. Hem oradan alınan miras hem de bir başkalığa ve başka türlüsüne olan ihtiyaç ile var olan koşullarda bu an kendini açığa vurabilecek potansiyele sahip. Devrimci an, bütün bu felaketlere neden olan sistem için bir khoraya dönüşmediği sürece, egemenler yeni strateji ve taktiklerle kendi sürekliliğini daha da sağlamlaştırabileceği de bir gerçek. Sempatik Sistem böyle bir anlayıştan yola çıkmasa da, böyle bir anın imkânına tüm olanakların elimizden alındığı anlardan bakabilmenin zorluğunu ama bir o kadar da herkes için hayati önemini ortaya koyuyor. Her şeye rağmen bir araya yeniden gelebilmenin ve ortaklıklar kurmanın olanağını arıyor. Burada da şöyle bir açmaz da kendini açığa vuruyor. Zaten eski normal ve yeni normal diye adlandıran dönemlerde bir araya gelmenin zorluğunun yanı sıra eğer gelme ihtimali varsa bunun politik praksise dönüşüp dönüşmeyeceği meselesi de başkaca önem arz eden bir durum olarak duruyor. Ortaklıklar kurmanın illaki bir praksise dönüşme mecburiyeti de yoktur. Ortaklıklar kurarak bir başkalığı daha faklı bir şekilde deneyimleyebiliriz. Bu başkalık da sadece bir başkalık olarak kalmadığı sürece başka türlü bir dünyanın oluşmasını örgütleyebilir. Ama burada içten içe kendini açığa vuracak bir durumla karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır. “Mümkün olanın ihtimalini” de değiştirebilecek bir praksise ihtiyaç hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir.


Başak Kaptan, Günün Tortusu, 2022


Yine de Başak Kaptan’ın Günün Tortusu adlı işinde tavşanların tüm kaygı ve korkularına rağmen bir sandalyenin etrafında dönüp durmalarının neşesi ve coşkusunun yaşamın her anını sarması gibi bir tortu geceleri değiştirebilir. Hafızayı örgütleyebilir. Kahkahaları çoğaltabilir. Estetize edilmiş dünyanın manzarasını değiştirebilir. Buna “şansımız varsa ve hâlâ.”

Comments


bottom of page