top of page
Aylin Tok

Genç kuşak galericiler VII


Azra Tüzünoğlu henüz 26 yaşındayken kurduğu Outlet ve şimdi Pilot’la devam ettiği galericilik yaşamında bugüne dek çok sayıda unutulmaz sergiye imza attı. Şimdilerde sanatçıları Halil Altındere'nin Venedik Bienali’ne katılmasının heyecanıyla birlikte son 10 yılı bir kitapta toplama planı ve yeni sergilerle yine dolu dolu bir programı var Pilot’un. "Galeri, bir kabuk, içeriği sürekli değişen. Devamlılık ise hep aynı olmakta değil, değişen durum/şartlar içinde değişmekle/yenilenmekle mümkün" diyen Tüzünoğlu’ndan galerilere, sanat dünyasına bakışını dinledik

Azra Tüzünoğlu, Fotoğraf: Elif Kamışlı

Pilot ve öncesinde Outlet kurulurken yola çıkış motivasyonlarınız nelerdi? Sonrasında Co-pilot nasıl bir noktaya taşıdı sizi?

Outlet’i de Pilot’u da bir ihtiyaç, bir zorunluluk olarak görüyorum. Oldukça gençken, henüz 26 yaşında bir sorumluluk aldım ve halen bu sorumlulukla hareket ediyorum: iyiyi, güzeli savunmak, bulup çıkarmak ve paylaşmak. Bu anlamda kendime bir meslek arayışında değildim, halen de bu işi bir meslek gibi görmüyorum. Her sergi, her yeni eser, yeni bir macera, öğrenilecek düşünülecek çokça yeni şey demek. Bilinmeyenin parçası olmak beni heyecanlandırıyor. Kara deliğin orada olduğunu bilip, onu hiç görmemiş olmak gibi bir şey aslında. Sanatçıların aklında/ruhunda gezinen karadeliklerin orada olduğunu kanıtlamakla yükümlü hissediyorum kendimi.

Sanatla ilgilenmeye nasıl başladınız ve galericilik alanına yönelmeniz nasıl oldu?

Sanıyorum hepimiz çocukken sanatla zaten doğal olarak ilgileniyoruz ancak bazılarımız erişkin olduklarında da bu ilgiyi devam ettiriyor. Benim iştahla her şey ile ilgilendiğim bir ergenlik dönemim oldu. Hem bilim, hem felsefe, hem edebiyat, hem resim, hem müzik, hem de profesyonel olarak sporla ilgilendim. Üzerimde spor kıyafetlerimle felsefe toplantılarına koşturduğumu, her öğle arasında kendimi en çok evimde hissettiğim yerde, kütüphanede zaman geçirdiğimi mutlulukla anımsıyorum. Elimizdeki küçük kağıtlara yazılmış adreslerde galerileri aradığımızı, ilk kez Maçka Sanat Galerisi’ni gördüğümüzdeki heyecanı, Tepebaşı’ndaki Tüyap kitap fuarında görmek için sabırsızlandığımız yazarları, film festivalinde Angelopoulos’un filmlerini izleyebilmek için okulu kırdığımızı, Genç Etkinlik sergisini ve daha birçok şeyi, bugün ne yaptığım ve yapmak istediğimle ilgili güzel anılar olarak anımsıyorum. Rosa Martinez’in İstanbul Bienali’nde karşılaştığımız Orlan ve Oleg Kulik’in işlerini lisede uzun süre tartıştığımızı ve bizim için bir kırılma noktası olduğunu çok net hatırlıyorum. Süreyya Evren’in Postmodern bir kız sevdim romanı da 15-16 yaşlarında okuyup, çok etkilendiğim bir metindi. Ancak tüm bu alanlara dağılan bir ilginin nasıl derlenip, toplanacağı bir meseleydi benim için. İlgilerimi daraltıp, derinleştirmeye çalıştım. İlk tercihim de galericilik değildi, ancak yol beni buraya getirdi.

Kendinize ait bir galeriniz olması isteğiniz nasıl ortaya çıktı?

Galeriyi hiçbir zaman kendime ait bir yer olarak görmedim aslında. Birlikte çalıştığımız sanatçılar, iş ortaklarımız, ziyaretçilerimiz, yazarlarımız, koleksiyonerlerimiz, mahallemiz, kentimizle birlikte var olan bir yapı bu bence. Ben bir aracıyım, bir çevirmen çoğu zaman… Farklı sanatsal dilleri tercüme eden, eş anlamlı kelimeleri, her dilde yabancı kelimeleri, çevrilemez sözcükleri dikkatle sunmaya çalışan biriyim sadece. Galeri, bir kabuk, içeriği sürekli değişen. Devamlılık ise hep aynı olmakta değil, değişen durum/şartlar içinde değişmekle/yenilenmekle mümkün. Outlet’in açılması, sadece benim isteğimin bir karşılığı değil, bir durumun gerekliliği idi. Fazlasıyla beyaz sanat dünyasının biraz huzursuz olması lazımdı, oldular da.

Beraber çalışacağınız / çalıştığınız sanatçıları nasıl görüyorsunuz, nasıl seçiyorsunuz?

Nasıl kulak duydukça eğitiliyorsa, göz de gördükçe eğitiliyor. Baktığınız eserlerde bazen bir tuhaflık olur, tam tanımlayamadığınız, isimlendiremediğiniz. Ben genelde o tuhaflıklara takılıyorum, onları açmak, göstermek istiyorum. Seçmek lafı ise bana biraz büyük geliyor. Birlikte çalışmak, karşılıklılık esasına dayanıyor nihayetinde. Sadece eserlere veya bakış açısına da değil, insani değerlere ilişkin bir şey bu.

Size göre günümüz Türkiyesi’nin sanat ortamında galerilerin nasıl bir yeri var?

Gereğinden fazla önemsenen bir yeri var bence galerilerin Türkiye sanat ortamında. Bu da biraz mecburiyetlerden ve eksikliklerden kaynaklanıyor. Sanat ortamımız henüz sağlıklı ve güçlü bir sistem olmaktan uzakta. Oysa müzeler, kar amacı gütmeyen galeriler, artist-run-space’ler, fonlar, destekçi dernek ve vakıflar ile desteklenen daha sağlam bir yapıya ihtiyaç var. Galerilerin sanatçılar için tek dayanak olduğu bir yapının sağlıklı işleme ihtimali yok.

Galericiliği nasıl tanımlıyorsunuz, sanat dünyasında nasıl bir yere oturuyor sizin için?

Galericilik en nihayetinde bir aracılık. Eserlerle izleyiciler, sanatçılarla üreticiler, koleksiyonerlerle fikirler arasında bir aracısınız. Açıkçası galericilik bir hedef veya final nokta değil benim için. Bu alanda olmak, üretimin, paylaşımın bir parçası olmak fazlasıyla zor ve aynı zamanda mutluluk verici, ancak daha iyi bir seçenek üretebilse, başka bir rol almayı da düşünürüm. Kendimi kalıpların ve tanımların içini doldurmakla yükümlü hissetmiyorum.

Türkiye’de geçmiş dönemde mesleğinizi yapanlarla aranızda nasıl bir bağ var, kimleri örnek alıyorsunuz, kimlerle ilişki kuruyorsunuz?

Hiç kimseye bakarak hizalanmadım bugüne dek, hatta bu sebeple eleştirildiğim de oldu. Ancak en başından beri hizayı belirlemekle ilgilendim. Elbette yaşadıklarımızdan öğreniyoruz ve küçük şeylerin çok daha önemli olduğunu fark ediyoruz. Rene’den (Block) eserleri koruyacak sandıklar yapmanın önemli olduğunu öğrendim mesela, Rabia Hanım’dan (Çapa) olağanüstü votkasını nasıl yaptığını ve bu içkinin nasıl bir gelenek oluşturduğunu öğrendim. Chantal’dan her yaşta nasıl genç olunabileceğini öğrenmeye çalıştım. Tophane’de birlikte galericilik yapmaya başladığımız yaşıtım meslektaşlarımla güzel bir iletişimimiz oldu ve Tophane Art Walk’u birlikte yarattık. Bir mahalleyi sanat haritasına eklemekle ilgileniyorduk ve başarılı da olduk sanıyorum. Hep birlikte açılışlar, konuşmalar, etkinlikler yaptık. Mükafatını da sadece sanat dünyasından değil, mahalleden de aldık. Memleket, her sivrileni düzlemek konusunda fazlasıyla istekli ne de olsa..

Kurulduğunuz zamandan bugüne Türkiye’de sanat ortamının geçtiği süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

2010 yılı, İstanbul’un kültür başkenti oluşunun yarattığı yapay hareketlenme, galeri enflasyonu, Istancool gibi, şehri ve güncel sanatı merkeze alan çeşitli etkinliklerle uluslararası alanda “İstanbul” isminin yankılandığı bir dönem oldu. Hatırlarsak, ekonominin iyi gidişatı, barış süreci, uluslararası politika alanında atılan adımlarla ülke, iyiye gidiyor gibi görünmekteydi, en azından İstanbul’u mesken tutan yabancılara. Ancak içerde bir şeyler kaynamaktaydı ve 2013 sonrasında hızlı kayıplar yaşandı, her alanda… 2010 öncesi ve sırasında açılan galerilerin hızlıca kapandıklarına tanık olduk, yayınları-gazeteleri kaybettik, yazarlar, sanatçılar, küratörler gönüllü sürgünlük mekanlarına taşındılar. Bu süreçte kazanımlar da oldu elbet; Saha, Spot, Collector’s Space gibi koleksiyoncular tarafından açılan kurumlar bugüne dek benzerine Türkiye’de çok rastlamadığımız bir destek mekanizması oluşturdu. Arter’in hem İstiklal Caddesi hem de şimdilerde Dolapdere’de açacağı müze, yeni bir nefes alma alanı oluşturuyor. Salt’ın kütüphanesi önemli bir boşluğu dolduruyor. Öte tarafta, gençler, yepyeni perspektifler sunacakları irili ufaklı oluşumları yürütmekteler; Poşe, Avto, Monitör şahane işler yapıyor. Merdiven, Adas, Bilsart’ın hızlı programları şehirde bir hareketlilik yaratıyor. Bolca sıkışıklığın bir o kadar da bu sıkışıklıkları aşma çabasının gözlendiği bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde üretilen eserlere bir 10 yıl sonrasından bakmak ise çok daha enteresan olacak.

Çalışmalarınız arasında önümüzdeki dönem öne çıkacak heyecan verici projeler nelerdir?

Birkaç yıldır Gülce Özkara ile “minyatür” üzerine çalışıyoruz ve açıkçası en çok heyecanlandığım konulardan biri bu. Benim için yepyeni bir alan ve okunacak, bakılacak çok materyal var. Galeride ve dışında yapacağımız en küçük proje de en büyüğü de bizim için değerli ve heyecan verici.. Bir yandan 58. Venedik Bienali’nde gösterilecek Halil Altındere’nin işleri için çalışıyoruz, paralelinde yine Venedik’te bienal esnasında Hamra Abbas’ın eserlerini, yine İtalya’da Fondazione Sandretto’da Constantinos Taliotis’in eserlerini göstereceğiz. Fikret Atay, İsveç’te haziran ayında açılacak çok geniş kapsamlı bir serginin küratörlüğünü yapıyor. Aralarında Hito Steyerl, Mona Hatoum, Allora&Calzadilla gibi sanatçıların olduğu bienal gibi bir sergi hazırlığında. Bu süreçte ona destek olmak müthiş keyifliydi. Galeride bugüne dek üzerinde çalışmadığımız bir alanda, 4. Boyut, hiperküp, iştar yıldızı ve İslam geometrisi ilgili bir sergiye ev sahipliği yapıyoruz. Özge Topçu’nun bu sergide ortaya koyduğu fikirleri&eserleri üzerinden, dünyada önemli bir yeri olan Gulbenkian Residency Programı’na davet almış olmasından son derece mutluyuz. Tufan Baltalar’ın eserleri bu ara Yuvakimyon Rum Lisesi’nde görülebiliyor. Ali Miharbi, bu ara Berlin’de bulunuyor ve eylül ayında Berlin’in en önemli müzelerinden olan Gropius Bau’da sergilenecek işleri üzerine çalışıyor. İrem Tok ile yeni ve çok heyecan verici bir sergiye hazırlanıyoruz ama şimdilik sürpriz olsun. Genç sanatçılarımız Gökhan Gökseven ve Can Küçük’ün eserleri bu ara Müze Evliyagil’de gösteriliyor. Can, yaşıtları arasında öne çıkan, çok üretken bir sanatçı ve çalışmaları yakında yurtdışında bir solo sergide de görülebilir olacak. Gözde Mimiko Türkkan, Aral Gölü’nden yeni döndü ve şahane bir iş üzerine çalışıyor. Yanı sıra çok sevdiğimiz Tarık Töre, bir residency programı için yeni işler üretiyor, Hacer Kıroğlu ise Kasa Galeri’deki sergisi için şahane yeni bir seriye başladı. Açıkçası her sanatçının gündemi, ilgileri birbirinden çok farklı ve her birinin parçası olmak fazlasıyla heyecan verici.

10 yıllık galeri dönemine, iş arkadaşım Amira (Arzık) ile çok yoğun bir program sığdırdık. Amira şimdilerde Salt’ta programlar yapmakta, biz ise Gülce ile galeriyi yeniden yapılandırmaktayız. 10 yıla neler sığdırdığımızı bir kitapla görünür kılmayı planlıyoruz. Şimdilerde ise galeriyi yeniden kuruyor gibiyiz. Yaşıtım sanatçıların olduğu kadar, ‘90’lı yıllarda doğan sanatçıların nelerle ilgilendiklerine bakmak ve onları dinlemek yeni ve heyecanlı bir deneyim. Bu ara yepyeni konularla ilgilenmenin tadını çıkarıyorum.

Comentarios


bottom of page