Genç sanatçılar dosyası kapsamında Duru Dinç ile sanata bakışı ve kendi pratiği üzerine konuştuk
Duru Dinç
Duru Dinç 2002 yılında İstanbul'da doğdu ve yaklaşık dört senedir yükseköğrenim için Fransa’nın Lyon şehrinde yaşıyor. Geçtiğimiz yıl Ecole Nationale Supérieure des Beaux-Arts de Lyon’da Sanat Bölümü'nde lisans eğitimini bitirdi ve şu anda aynı okulda yüksek lisansına devam ediyor. Sanat eğitimine ek olarak dönem boyunca Erasmus programı kapsamında Torino’da sanat ve kültür politikaları eğitimi alıyor. Son birkaç senedir çoğunlukla video-performans, fotoğraf ve buluntu nesnelerle çalışıyor. Günlük yaşantının, özellikle Türkiye’deki hayatın, bedensel ve bilişsel etkisi üzerine yoğunlaşıyor. Pratiği kendini iyileşme ve şifa kavramları üzerine inşa ediyor.
Sanatı nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu cevaplaması en zor sorulardan biri. En basit anlamıyla sanat benim için bir araç. Kimi zaman bir araştırma ve sorgula(t)ma aracı kimi zaman bir ifade aracı kimi zaman da katartik bir araç ve daha nicesi… Herkesin de sanatı kendine has bir araç olarak kullandığını düşünüyorum. Daha çok hisler üzerine yoğunlaştığım dönemde sanatı izleyiciye herhangi bir duygu (iğrenme, öfke, merak, haz, beğeni gibi) yaşatan “şey” olarak tanımlıyordum. Şu an ise sanatın bir araştırma/analiz metodu ya da estetik bir dışavurum ihtiyacı olabileceğini düşünüyorum.
Sanatla ne zaman karşılaştınız ve sanat hayatınıza nasıl dahil oldu?
Sanatla karşılaştığım belirli bir an yok, kendimi bildim bileli sanat hayatımda vardı. Ailemin sanata olan ilgisi sayesinde sanatla iç içe büyüdüğüm söylenebilir. Küçükken annemle beraber resim çizerdik, uzun yıllar boyunca devam etti bu küçük geleneğimiz. Babam görev aldığı sergilerin kurulumlarında beni de yanında götürürdü. Ailem mümkün oldukça müzelerdeki çocuk atölyelerine katılmamı sağladı. Bu etkinlikler çocuk atölyelerinden sonra sergi ve bienallere doğru evrildi. İstanbul’da doğup büyümemin de sanata erişimimi kolaylaştırdığını düşüyorum. Biraz klişe bir cümle olsa da sanatla beraber büyümüş biri olarak sanatın olmadığı bir hayat hayal edemiyorum kendim için.
Günlük hayatta herkesin gördüğü veya en azından göz aşinalığı olduğu nesneleri sanatsal bir düzleme çıkarmanın izleyiciyle sanat arasında daha güçlü bir köprü oluşturduğunu düşünüyorum.
İşlerinizde ne tür medyumlar kullanıyorsunuz ve bunları tercih etme sebepleriniz nelerdir?
Yüksek öğrenime başlayana kadar uzun bir süre ana pratiğim resimdi ancak son birkaç yıldır fotoğraf, video-performans, buluntu objeler ve mekansal kompozisyon/yerleştirmelerle çalışıyorum. Fotoğraf benim için zamanla daha çok bir arşiv/dokümantasyon aracına evrildi. Günlük hayatımızda belirli bir kullanımı olan nesneleri, atfedilmiş kullanım amacından soyutlayarak enstalasyon ve kompozisyonlar oluşturuyorum. Kısaca “buluntu nesne” olarak adlandırabiliriz bunları. Odağıma aldığım nesneleri genellikle içgüdüsel bir şekilde seçiyorum. Kimi zaman nesnenin formu, üzerindeki motifler ya da malzemesi ilgimi çekiyor. Aslında bu nesneleri tercih etmeye başlamamın ilk sebebi ulaşılabilirlikleriydi. Kullanmak için pandemi öncesinde ve sonrasında koleksiyonunu yaptığım çeşitli objeler vardı fakat asıl pandemi döneminde bu merakımın pratiğime yansımaya başladığını söyleyebilirim. Son birkaç senedir ürettiğim işlerde dantel kendini çok tekrar eden bir motif. Bunun başlıca nedeni İstanbul’da anneannemin evinde geçirdiğim karantina dönemi. Kapanma süresince normalde kullandığım materyallere erişimim kısıtlandığından etrafımdaki nesnelere yönelmeye başladım. Daha sonra bu merak ve araştırma kapanmanın kalkmasıyla yavaş yavaş dışarı taştı. Kabak lifi, mumbar gibi organik objelerle denemeler yapmaya başladım. Organik olanlar dışında tercih ettiğim materyaller, yine hepimizin aşina olduğu, genelde bedenle doğrudan bir bağı olan nesneler. Çalışmalarımda direkt bir beden formu olmasa bile bir beden imgesi oluşuyor. Bedeni ya da özneyi çevreleyen, hatta direkt bir diyaloga giren, ayna gibi, bu objeler aslında bir yansıma oluşturuyor.
Erişilebilirlik benim için çok önemli. Dolayısıyla günlük hayatta herkesin gördüğü veya en azından göz aşinalığı olduğu nesneleri sanatsal bir düzleme çıkarmanın izleyiciyle sanat arasında daha güçlü bir köprü oluşturduğunu düşünüyorum.
Duru Dinç, Pencere, 2022, Buluntu elek üzerine nakış, 30 cm çapında
Sizi besleyen, ilham veren konular, isimler ve medyumlar nelerdir? Bunlar çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
Günlük yaşantının, özellikle Türkiye’deki hayatın, bedensel ve bilişsel etkisi üzerine yoğunlaşıyorum. Toplum olarak sezgisel bir şekilde buluştuğumuz ortak hisleri (sıkışmışlık, arada kalmışlık gibi) toplumsal meselelerle ilişkilendirerek ele alıyorum.
Başlı başına her anlamda politikleştirilmiş bir mesele olan beden algısı aslında hepimizin paylaştığı bir deneyim. Bedeni çevreleyen ve farkında olarak ya da olmayarak etkileyen her şeyin beden üzerindeki yansımasını inceliyorum. Bu yansımalar yara izleri, hastalıklar veya hastalıkların beraberinde gelen iyileşme dönemi olabiliyor. Kapalı bir analiz oluşturan üretim sürecim, bir bakıma yıllardır süregelen bu baskıcı biyopolitikaya katartik de denilebilecek alternatif bir iyileşme sunuyor.
Fransa’da akademiye başlamadan önce Neriman Polat ve Memed Erdener'in atölyelerine katılmıştım ve benim için dönüm noktası olan iki deneyimdi. Hala işlerini takip edip çok değer verdiğim iki sanatçıdır. Ayrıca Türkiye’den Deniz Bilgin, Fatoş İrwen, Ayça Telgeren, Nil Yalter, İpek Duben ve Nancy Atakan’ı örnek verebilirim. Dünya çapında Mona Hatoum, Kiki Smith, Ana Mendiata, Marina Abromović, Louise Bourgeois, Francesca Woodman, Kader Attia hayran olduğum isimlerden birkaçı.
Sanatınızı aktarma sürecinde ve sonrasında nelerle karşılaşıyorsunuz? İşlerinizin ortaya çıkış sürecinde ve kişisel olarak veya grup içinde işlerinizi sergilerken ne tür olumlu ve olumsuz durumlarla karşılaşıyorsunuz? Bu süreçteki deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Aktarma sürecim genellikle ani bir dürtüyle başlıyor. Genelde ilk adımı bir keşif alanı yaratmakla atıyorum. Öncelikle üzerinde çalışmak istediğimi belirlediğim şeylerin, bu bir materyal veya konu olabilir, hakkında kişisel analizimi tamamladıktan sonra toplumsal bağlamda inceleyerek bir araştırma sürecine başlıyorum. Çalışma ve üretim sürecim aslında kendimi tanımama en çok yardımcı olan şey. Yaptığım, yapmak istediğim şeyler var ve bunların nedenine cevap bulabilecek kişi de tabii ki yine benim. Tesadüfen karşılaştığım bir objenin neden bu kadar ilgimi çektiğini anlayabilmek için önce zihinsel bir arkeolojiye girişiyorum. Dürtülerimin, içgüdülerimin kaynağına iniyorum. Bunun sonrasında eseri yaratırken kendi dışıma bir aktarım yapmam gerekiyor.
Genelde işlerimde izleyici için açık bir alan bırakmayı tercih eden biri olduğum için kimi zaman çok farklı yorumlarla ve okumalarla karşılaşıyorum. Dolayısıyla grup sergilerinde diğer eserlerle kendi işlerim arasında çok farklı diyaloglar ortaya çıkıyor. Bu diyalog çeşitliliğinin grup sergilerinin en güzel ve ilgi çekici özelliği olduğunu düşünüyorum. Tek başına bambaşka anlamı olan bir iş yanına gelen çalışmalarla başka bir ilişki kuruyor ve yeni bir anlam bütünlüğü, okuma ortaya koyuyor.
Eleştirel bakımdan ele almak gerekirse günümüzde Türkiye’de piyasanın tekelleştiğini düşünüyorum.
Sanatı parasal anlamda değerli kılan unsurlar neler olabilir? Genç bir sanatçı olarak çağdaş sanat piyasasına dair eleştirileriniz nelerdir?
Bireysel olarak bu soruya henüz cevap verebilecek bir konumda olduğumu düşünmüyorum. Ancak eleştirel bakımdan ele almak gerekirse günümüzde Türkiye’de piyasanın tekelleştiğini düşünüyorum. Devlet destek ve fonlarının, özellikle çağdaş sanat alanında, yetersiz kaldığı bu dönemde, sanatçılar için çok daraltılmış ve sınırlı bir var olma alanı mevcut. Neredeyse bütün sanat kurumları belirli formatlarda finanse edilirken bu finansman monopollüğü ifade ve üretim özgürlüğüne getirilen kısıtlamalarla ifşa oluyor. Bir “piyasaya” evrilen ve metalaşan sanatın alıcısı da satıcısı da aslında aynı kesim ve burada pazarlanan “sanat” bir yatırım aracı olarak değer görüyor. Bir yatırım aracının alıcıya güven vermesi için piyasa içerisinde kendisini kanıtlamış olması gerekir ki bu da genç sanatçı ve sanatçı adaylarının bu paradoksal piyasada kendilerine yer edinmelerini güçleştiriyor. Yaratıldığı iddia edilen mecraların da maalesef bu yatırım çarkına yeni birkaç dişli katmaktan başka bir şeye hizmet etmediğini düşünüyorum.
Duru Dinç, Introspection, 2023, Ayna üzerine karışık teknik, değişken boyutlarda
Duru Dinç, Koza, detay, 2023, 40 adet kabak lifi ile karışık teknik, 300x75x100 cm
Yakın zamanda gerçekleştireceğiniz sanatsal etkinlikler, üretmeyi planladığınız yeni bir seri, katılacağınız sergiler yahut başka planlarınız var mı?
Şu anda akademik hayatıma odaklandığımı söyleyebilirim. Dolayısıyla yakın gelecekte öngörebildiğim projeler somut olarak mevcut değil. Bununla birlikte farklı alanlardan öğrenciler olarak gönüllülük esasında oluşturduğumuz, kolektif de denilebilecek, topluluklarımız mevcut. Katılımcılarımızın bireyselliklerinden yola çıkıp kolektif olarak projeler geliştirmeyi, teorik ve plastik alanlardaysa birbirimizi besleyecek bir ortam yaratmayı hedefliyoruz. Kişisel deneyimlerimizi, hislerimizi ortak bir havuzda birleştirip onun üzerinde bir yansı(t)ma yaratarak ilerliyoruz. Ocak ayının başında Extimate olarak Claustrum adlı ilk büyük kolektif sergimizi açtık. Kolektif çalışmalardan bağımsız, kendi kişisel deneyim ve kaygılarımdan dolayı uzun yıllardır üzerine çalışmak istediğim iki ana konu var; deprem ve demans. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte ortaya çıkarmayı hedeflediğim seri daha çok hafıza ve beden ilişkisini irdeleyen bir çalışma olacak diyebilirim.
Comments