Lal Batman'ın The Floor is Lava isimli sergisi Anna Laudel Düsseldorf’ta izleyiciyle buluştu. Sanatçıyla son sergisi üzerinden yaratım süreci hakkında konuştuk
Lal Batman
Son sergininiz The Floor is Lava Anna Laudel Düsseldorf’ta açıldı. Sergide çocukken oynadığımız oyunları yeni bir yorumla ele alıyorsunuz. Serginin adı da bir oyundan geliyor. Bize sergiden ve kurduğunuz kavramsal çerçeveden bahsedebilir misiniz?
Gündelik yaşamlarımızda bizleri etkileyen ani, derinden sarsan, harekete geçiren durumları mercek altına aldım. Yaşanan “trajik” durumların nasıl bir sisteme hizmet ettiğini irdelemeye çalışıyorum. Sergimin ana teması gerçekliği sorgulamamla başlıyor aslında. Sistemi anlayabilmek için düş âleminin kapılarını aralayarak gerçeklik ve hayal dünyası arasındaki farkı hatırlamak istedim. Çok acı olsa da gerçeğimizin ne olduğunu yavaş yavaş unuttuğumuz bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle izleyicilere gerçek ve gerçeküstü dünyayı hissedebilecekleri bir oyuna alanı tasarladım. Serginin ismi, The Floor is Lava, buradan geliyor. Her gün yeni bir gündeme uyanıyoruz. Değişiyoruz ve harekete geçiyoruz. Günümüz bana bu oyunu hissettiriyor. Sanki bir simülasyonun içindeyiz ve her gün, her an ayaklarımız yerden kesiliyor.
Sergimi de izleyicilerin ayaklarını yerden kesecek şekilde kurguladım. Düsseldorf’daki galeri mekânımıza özgü işler ürettim. Çalışmalarımı birbirinden farklı pratikler ve deneysel malzemeler le çalışarak gerçeklikle hayal dünyasının arasında bir noktada, bazen tüyler ürpertici bazen umut verici şekilde kurguladım.
Sergiyi gezerken arka planda sizin bestelediğiniz, ASMR adı verilen müzikleri duyuyoruz. Bestelediğiniz müzikle yapıtlar arasındaki ilişki hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Serginin 2. katında yer alan Do Not Disturb I’m Tired başlıklı yerleştirmemin parçası olan tek kanallı video yerleştirmesinde yer alıyor sesler. Bu çalışmam uyku anında gördüğüm birbirinden karmaşık, renkli ve tuhaf rüyalarımı ele alıyor. Tek kanallı bir video üzerinde birçok farklı zamana ve mekâna ait olan anılarımın birlikteliğini canlandırdığım döngüsel bir sahne diyebilirim işim için. Videonun müziği ise bu farklı anıların kendine özgü seslerinin bir arada duyulduğu, kakofoni etkisi yaratan seslerden oluşuyor. Odanın dışında kadar yayılan bu karmaşık sesleri, izleyiciler yerleştirmenin bulunduğu odaya gelene kadar pek de anlam veremeyecekleri bir şekilde kurguladım. Karmaşık ve belli belirsiz durumların duyularımızla buluştuğu bir an gibi.
Lal Batman, As Far I Can Remember, detay, 2023, Tuval üzerine yağlı boya, 190x150 cm
Hem sergiye eşlik eden müziğe hem de galeri mekanındaki 3 boyutlu yerleştirmelere dayanarak sergi tasarımına ve mekândaki deneyime de önem verdiğinizi söyleyebiliriz. The Floor is Lava’daki bu kurgu, yapıtlar ortaya çıktıktan sonra mı oluştu, eş zamanlı bir süreç miydi?
Sergide bulunan bütün işlerim birbiriyle diyalog halinde. Üretim sürecimde sezgisel ilerleyip deneysel pratikleri ve malzemeleri kullandım. Çalışmalarımın hepsi mekâna özgü ve kurguladığım kavramsal çerçeveye bağlı. Bu durumu önemsiyorum. Yeni bir hikâye anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla çalışmalarımın hepsini bu sergi için özel olarak üretiyorum ve her birinin hikâye örgüsünde bir rolünün olması gerektiğine inanıyorum. İzleyicileri ise kurguladığım dünyanın, hikâyenin birer parçası haline getirmeyi seviyorum. Üretim sürecim de aynı mantıkta ilerliyor. Eş zamanlı ve birbiriyle temas halinde…
Farklı coğrafyalardaki kişiler farklı sosyal, ekonomik, politik deneyimlere sahip oluyor. Sanat evrenseldir ama bu farklılıklar belirli bir kavramsal çerçevenin birden fazla şekilde algılanmasına neden olabilir. Sizin sergilerinize yurt dışındaki ve Türkiye'deki izleyicinin geri dönüşlerinde -varsa- ne gibi benzerlikler ve farklılıklar oldu?
Birbirinden farklı kültürleri, farklılıkları zenginlik olarak görüyorum. Resimlerimdeki kompozisyonlarda da aynı durum söz konusu. Birden farklı kültürün dokularını taşıyorlar. Farklılıkları hibrit bir şekilde tek sahnede canlandırmayı ve bu durumdan yeni bir estetik oluşturmayı seviyorum. Sergim farklı kültürlerden birçok izleyiciyle buluştu. Hepsinin farklı ve ortak olarak gördüğü, hissettiği çağrışımlar ve bunlara yönelik geri dönüşler oldu. Bu durum izleyici ve eser arasında kurmak istediğim diyaloğun güzel bir çıktısı oldu benim için. Yaz aylarını İsviçre Alpleri'nde geçirdim. Sergiyi düşünsel olarak kurgulamaya başladığım ve ilk eskizlerini yaptığım yer orasıydı. Daydreaming başlıklı seriye ait olan iki resmim ise orada geçirdiğim anları sahneleştirdiğim çalışmalarımdı. Resimlerimin fonunda Alpleri görürken geleneksel dokular da kullandım. Resimlerin katmanlarında ise hayal âleminde, gün uykusunda gördüğüm farklı ve anlamsız birçok simgeyi resmettim. Ortaya farklı dokuların yer aldığı kaotik kompozisyonlar çıktı. İşte bu seri bu durumun güzel bir yansıması oldu. Farklılıkları bir arada kullanarak zengin bir dil haline sunduğum çalışmaların örneği oldular.
Çalışmalarınızı İstanbul ve Belgrad arasında sürdürüyorsunuz. Bu şehirlerin üretimlerinize bir etkisi var mı? İki atölye arasında gidip gelmek işlerinize nasıl yansıyor?
2022 yılında Belgrad’da Entr’acte başlıklı kişisel sergime hazırlandığım zamanda, 2021 ve 2022 yıllarında, Belgrad ve İstanbul arasında çalışıyordum. Sergimden bir sene önce Belgrad’da eski bir opera binasının çatı katında atölye açmak ve şehrin dokusuyla iç içe üretim yapmak benim için çok besleyici olmuştu. Şu sıralar sık sık seyahat ediyorum. Birden çok ülkede uzun süreler kalıyor ve farklı yerlerde üretim yapıyorum. Devamlı hareket halinde olma durumu üretim anlamında beni çok besliyor. Yerler, kültürler değiştikçe üretimlerim de değişiyor ve dönüşüyor. Son birkaç senedir bu şekilde çalışıyordum. Dolayısıyla gittiğim her yer atölyem haline geliyor.
Comments